Müslümanlığın haram helal ölçüsüne titizlik göstererek sahihleşeceğine ikna olanlara son peygamberin bir sözünü hatırlatalım: “Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir.” Velev ki devlet olsa da!
Hüseyin Alan
“Cahiliye” Kur’an nazil olmadan önceki kozmik düşünüş ve varlık anlayışına dayalı olarak düzenlenmiş bir toplumsal hayat, bir sosyal düzen ve bir siyasal yapıdır: Kendi toplumsal birlik ve dayanışma asabiyesi temelinde güçlü bir motivasyon, ortak hareket refleksidir: Atalar yolu olarak da özetlenen bir bilgi sistemi; kadim tecrübeye dayalı değerler skalası; ahlakı, hukuku, örfü ve geleneğiyle meşrulaşır.
Kur’an 1500 yıl önce nazil oldu. Cahiliye ile iman temelli kozmik anlayış, varlık telakkisi ve toplumsal yapı ayrıştı; münafık müşrik kafir ile mümin müslim muhsin farklılaştı…
Osmanlıda “ser-best” olmak, modern Türkçe lisandaki gibi başı bozukluğu değil “başı bağlı” olmayı ifade etti. Milletler toplumu içindeki Müslüman unsurlar için “baş başa bağlı, baş şeriata bağlı” olmayı prensip yaptı. Bu nedenle de devlete itaat vacip sayıldı…
Ahlak, uyulacak “sınır” demektir. İmkânın olmadığı için yapamayacağın şeyleri değil, bir şeyi yapmaya kudretin yettiği halde, lehine de olsa, ahlaki sınırlara uyup onu yapmamaktır. Sınır, “Allah’ın koyduğu hadler”dir…
İman etmenin ön şartı şirk unsurlarından arınmaktır. Tevhid, Allah’ı sözüne uyulacak yegane ilah kabul etmek, peygamberinin kullukta örnek elçisi olduğuna şahitlik etmektir. Şahitlik, her şartta haktan yana olmaktır. Hak Allah’tan gelenlerdir…
İnsaflı müsteşriklerin şöyle bir genel kanaati var: Peygamberlerin en azılı düşmanları kendi zamanlarındaki “devlet”leriydi. Bunu cahili asabiye temelli devlet olarak tefsir etmeli…
Devlet, Kur’an’da da kullanıldığı üzere Arapça lisanda “elden ele dolaşan güç-kudret-otorite-boyun eğdiren zafer” demektir. Şu halde güç kimdeyse devlet odur. Modern siyasi literatürdeki “iktidar” denilen şey bu.
Devlet, modern anlayışta soyut bir kurumdur: Soya dayalı tek kişinin keyfi biçimde veya atamaya ve seçime dayalı bir zümrenin bir sosyal sözleşmeye dayalı olarak buyruk sahibi olması; buyruk tutanları ilgilendiren kararlar alması ve uyulacak sınırları tayin etmesi; hukukun kaynağının rasyonelleştirilmiş cahiliyeye veya nassa ve onun nebevi örnekliğine dayanmasıyla somutlaşır. Bu özet aynı zamanda “din” denen şeyin de tanımıdır…
Devlet neden güçtür? Weber’in ifadesiyle, iktidar olanın tasarrufuna verdiği “ordu-emniyet-istihbarat-maliye-yargı-hapishane” gibi cebirde tekel olmasından.
Bu gücü nedeniyle devletin görüşü “resmi”dir, referanstır. Doğrunun ölçüsüdür. O nedenle İslami olanı hariç eleştirilmez, yargılanmaz, sorgulanmaz. Onu hesaba çekmek isteyenler veya görüşünü eleştirenler “ihanet”le suçlanır, en ağır cezaya çarptırılır.
Müsteşriklerin işaret ettiği “ateşe atılan, çarmıha gerilen, öldürülen, sövülen, dövülen, kovulan” peygamberlerin “suçları” buydu! Devletleri bu muameleyi yaptılar.
Mesela Hz. İsa. Roma’da, Roma yasalarına uymamanın cezası çarmıha gerilerek öldürülmekti. İsa Selamullahın başına gelen de buydu…
Peygamberler neden suçluydu? Ahlaksız, hukuksuz, zorba, çeteleşip ona buna keyfi zarar veren, toplumsal huzuru bozan, haksız yere cana ve mala kasteden, servet ve sayı çokluğuyla üstünlük taslayan.. oldukları için mi?
Değilse onların üzerine atılan “suçlamalar” nedendi?…
Devlet demek aynı zamanda “ileri gelenler, soylu aileler, kabile şefleri, zengin olanlar, sözü tutulanlar, tarihi yorumlayanlar, değer üretenler, geleceği tasarlayanlar” zümresidir. Bunlar sahip oldukları bu güçleri ve sınıfsal dayanışmasıyla ahali içinde otoritedir, kendilerini müstağni görenlerdir.
İşte bu imkanı ve gücü sağlayan şey bunların inşa ettikleri siyasal organizasyon veya kurdukları sosyal sistemdir. Varlıkları ve bekaları bu sisteme bağlıdır. Cahiliye denen şey de aslen budur.
İşte peygamberlerin işledikleri veya üzerlerine atılı “suçlar”ın sebebi ve kaynağı burada aranmalıdır:
“Gidin şunlara! Çünkü onlar azdı. Hadleri aştılar da yeryüzünü ifsad ediyorlar” denilen devletlülere “duyurun, uyarın, hatırlatın, korkutun, müjdeleyin..” emrini alan peygamberler ne diyordu?
“Sizi, sizin de bizim de ilahımız ve rabbimiz olan Allah’a çağırıyoruz..” Yapageldiğiniz yanlışlarınızdan dönün, işleyip durduğunuz kötülükleri ve haksızlıkları terk edin.
Allah’ı dinler, kendinizi düzeltir ve yapıp ettiklerinizi yeniden düzenlerseniz geçmişten sorgulanmayacaksınız.
Bunda ne vardı da yahut peygamberler bunları söyleyerek hangi suçu işlediler de onlar birden celallendiler? Sağa sola emirler yağdırıp peygamberlere hakaret etmeye başladılar, güçlerini kullanıp şiddete başvurdular?…
“Suç” büyüktü! Ortalama ahali bunu anlamasa da devletlüler çok iyi anlamıştı! Çünkü onların işi ve konumu bunu anlamayı gerektirirdi. Tepkileri de bunu göstermişti: Firavun’un “ne yani size inanıp burayı terk mi edelim” tepkisi tam da bunu ifade eder.
Devletlüler peygamberlere uyarlarsa varlıklarını borçlu oldukları ve bekalarını temin ettikleri sosyal sistem değişecek, güce dayalı üstünlükleri ve servete dayalı yasal imtiyazları elden çıkacaktı. Kendileri de herkes gibi olacaklardı. Onların anladığı doğruydu ve bu olacak iş değildi. Onlara bu söylenir ve gösterilir miydi?
İstisnasız onların hepsi “Ne yani! Sana uyalım da yanındakilerle eşit mi olalım” dememiş miydi?…
Bu girişten sonra “cihad”a geçiş yaparsak, İslam dininin kurucu kavramlarında olduğu gibi cihad da Türkçede yanlış yerlere çekilmeye müsait ve istismara açık bir kavram!
Kur’an’dan ve sünnetten istifade edip arınamayanlar, cahiliyeden tevhide geçişi peygamberlerin uygulamasına bakarak test edemeyenler,
Ayet ve surelerin, hadis külliyatındaki nakillerin ve tarihsel rivayetlerin bağlamını, sosyal şartların ve siyasi aşamaların neden ve sonuçlarını tahlil edip anlamadan, kitaptaki ayetleri ve külliyattaki hadisleri cımbızla çekerek keyiflerince “cihad edebiliyor!”
Hiçbir peygamberin Mekke sosyal şartlarında ve cahili toplum hayatında görülmeyen, iç çatışma çıkartmaktan tutun haksız yere insan öldürmeye kadar! Kendilerince kafir saydıklarının malını ganimet, kadınını kızını cariye, haksızlığı ve hırsızlığı helal sayana kadar! Etkinliklerin meşruiyeti nedir?…
Müslümanlığın haram helal ölçüsüne titizlik göstererek sahihleşeceğine ikna olanlara son peygamberin bir sözünü hatırlatalım: “Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir.” Velev ki devlet olsa da!
Evet devlet olsa da! Son peygamber gücünün zirvesindeyken Mekke’yi fethettiğinde, azılı düşmanları Kureyş’e ne yaptı? Nasıl davrandı?
Sormak lazım cihadı bağlamından, aşamalarından ve ahlaki sınırlarından kopartarak “mücadele” edenlere! Sizin cihadınız ve mücadeleniz Kur’an’ın tanıttığı ve yukarıda özetlenen peygamberlerden hangisine uyuyor?…
“Anlamak” aşmaktır. Kur’an okurları ve peygamber takipçileri neyi anlayacak ve aşacaklar? Cahiliyeyi. Klasiği moderni fark etmez cahiliyeyi anlamamış bir zihin onu nasıl aşacak ve tevhidi inşa edecek? Bunun cihadı, teolojik tartışmaların ve haksız temele dayalı mücadelenin ötesine geçebilir mi?…
Cihadın büyüğünün zalim sultana karşı hakkı duyurmak olduğunu unutup, başkalarının elinde olanlara göz dikmeyi mücahede zannedenlerin zamanına düştüysek vah gele başa!













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *