Bir Vadinin Kucağında Uyumak

Bir Vadinin Kucağında Uyumak

Şimdi vadiye inerken konuşamıyorum. Konuşmak istemiyorum. Şehrimi istila eden kelime furyası hala kulaklarımda yankılanıyor. Tüm dünya sussun istiyorum. Tüm dünyanın dilinden kelimeler birer birer sıyrılsın gecenin, denizin, dağların vadilerin en mahrem yerlerinde kurşunlansın istiyorum.

M. Akif Coşkun

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu – 38

Al beni ey tren! Götür beni ey gemi!
Uzaklara! Uzaklara! Gözyaşlarımızdan oldu buradaki çamur!
(Charles Baudelaire)

Göz kulaktan daha çok sever, zira göz henüz bir şey görmeyen ama gelecek
görünürlüğe inancını koruyan bir bakışın koruması altında görülmemişi esenliğe uğurlar.
(J.L. Marion)

Yorgun gözlerim arabanın camından hızlıca akan resimleri artık ayırt edemiyor. Hangi resmin kucağına uzanıp bir anlığına gözlerimdeki yorgunluğa şifa olacak uykuya teslim olsam bilemiyorum. Gözlerim artık çevresine uyuyamıyor. Gördüklerine kanamıyor. Gözlerimdeki netliğin kaybolmasına aldırış etmiyorum. Boz bulanık olmasını da umursamıyorum. Gözlerimden nefes aldığımı, gözlerimden hissettiğimi, gözlerimden duyduğumu, tüm hassalarımın müşahede noktası gözlerimin olduğunu şimdi anlıyor olmamın bana faydası var mı?

Görünür olanın etrafında boşluklar oluşur, tenakuz boşlukları. Görenin görüşüne girmesi için bir gerekliliktir bu. Bunu aslında görünür olan yapmaz. Görenin görünür olanın görüş alanına girmesiyle oluşan bir şeydir. Gören görünür olana hangi perspektiften bakıyorsa o doğrultudaki boşlukları yakalar ve kendi dünyasındaki görüşlerle doldurur. Buna görenin görünür olandaki tezahürü de diyebiliriz.

Arabanın penceresinden zamanın çemberiyle örülmüş akıp giden tüm bu resimler bana tanıdık geliyor. Her resimde bu vadiye ilk gelişimin izlerini görüyorum. Kiminde bir telaş, kiminde bir heyecan, kiminde umut kırıntıları, kiminde bitimsiz bekleyişlerimin parmak izleri. Hızlıca bir film şeridi gibi özetliyorum kendi geçmişimin bu vadideki tarifsiz hissiyatını. Her resimde kendimden bir şeyleri bırakmış olmamın hem sevincini ve hem de hüznünü görüyorum. Kendime sormadan edemiyorum, gördüklerim mi bana bir anlam yüklüyor yoksa ben mi bu gördüklerime anlam yüklüyorum? Gördüğüm şeyle benim aramdaki bu anlam sataşmasını ilk kim başlattı? Onu görmeye giden ben olduğuma göre benim başlatmış olmam gerekiyor. Benim onu görmeye gitme isteğimin arkasındaki neden nedir? O mu çağırdı beni? Onun benden habersiz benliğime gizli bir davetiyle mi onu görme isteği uyandı bende. Birbirine gizli bir bağ ile eklemlenmiş, akıl ve mantık hesaplarından uzak bir nedenle birbirimizi durmadan bu bağ ile çağıran davetçiler gibiyiz. Bazen ben onu çağırıyorum bazen o beni çağırıyor. Ne ben bundan haberdarım ne de o. Bazen ben bir nunu sakin oluyorum o geliyor bende sakinleşerek kendini anlamlandırıyor. Bazen ben bu gizli davetin çağrısına kendimden habersiz gidiyor onda sakinleşiyor, kendimi anlamlandırıyorum. Gördüğüm şeye yüklediğim anlam aslında kendime yüklediğim anlamdır. Değil midir? Uykusuz gözlerim yavaş yavaş vadinin derinliklerine uzanıyor.

Perspektif değiştiğinde ise bu sefer diğer boşluklar görüş odağına düşer. Daha doğrusu bakışını değiştiren görüş yeni perspektifteki boşluklara düşer. Görünür olanın görenin bünyesinin kaldırabileceği şekilde kendini arzı endam etmesi bu tenakuz boşlukları sayesinde olur.

Bu vadiye ilk gelişimde merhale merhale derin bir uykunun esaretinden kurtulmanın hissiyatını taşıyordum. Öylesine derin bir uykuydu ki gözlerimin ayıklanması oldukça sancılı olmuştu. Şimdi vadinin bu ürpertici güzergahından geçerken o sancılı hali hatırlıyorum. Yine bir sancı halinde ilerliyorum ancak aynı sancı değil bu. Bu sefer gözlerime çöreklenen uykusuzluğun sancısıyla selamlıyorum vadiyi. İlk gelişimde beni eteklerinde uyandıran bu vadi bu sefer aynı merhametiyle eteklerinde o anne şevkatiyle uyutabilecek mi? Değil bu vadi yeryüzünün hangi coğrafyasında rahatça gözlerimizi kapatıp uyuyabilirz ki? Uyumak niyetiyle gelmedim bu vadiye. Bu vadiye gelmek için alınmış bir niyetim de yoktu. Dört yıl aradan sonra tekrar bu vadiye geliyor olmam vadinin bir çağrısı mıydı diye düşünmeden edemiyorum. Ütopik bir düşünce farkındayım ama uzun zamandır zihnimde parça parça bulutlanmış ve bir türlü dillenememiş düşüncelerimin şimdi bu vadinin davetine icabet etmemin ardından sarihleşmesini neyle açıklayayım ki başka. Dört yıl sonra tam da bu hal içindeyken, tam da uykusuz bir halin sarhoşluğu ile derdimin çaresini fikrimin dilini bu vadide bulmuş olmamı ben bu ütopik sebebe bağlıyorum. Aramızda kalsın, seviyorum da böylesi sebeplere bağlamayı. İnsan masal olmadan yaşayamaz. Masallarla büyürüz ancak ve masallarla kelimeleri öğrenir, masallarla zihnimizi sonsuz deryaya uzatır, masallarla anlatmaya başlarız. Masalları unuttuğumuzdan beri artık ne anlatabiliyor ne de dinleyebiliyoruz. En son hangi masalı kime anlattık hatırlıyor muyuz? Neyse konumuz bu değildi. Konumuz sahi neydi?

Belli bir perspektifle o boşluklar yakalanır ya da o boşluklara yakalanılır. J.L. Marion’un ifadesiyle içine girebildiğimiz, hareket edebildiğimiz, yaşayabildiğimiz, muhtemelen düşebildiğimiz, sonu geldiğinde sınırında paramparça olduğumuz şeyler çölü olarak gerçekliğin gerçek boşlukları.

Vadinin en can alıcı, en can verici, hem soluk aldıran hem de dumura uğratan, kendini yekpare serimlemiş bir tablo gibi gözlerimizin en ücrasına uzanmış hali, bana göre bu noktadan görebildiğim halidir. Dört yıl önce buraya geldiğimde beni derin bir uykudan uyandırmıştı. Aynı ihtişamıyla yine huzurundayım yahut o benim huzurumda. Buraya ilk geldiğimde dünya bu halde değildi. Ben bu halde değildim. Vadiye inerken kelimelere haykırıyordum ne şekilde olursa olsun, ne de olsa bu vadide kelimelenen her düşüncenin israf sayılmayacağını bilerek gelmelerini istiyordum. Şimdi vadiye inerken konuşamıyorum. Konuşmak istemiyorum. Şehrimi istila eden kelime furyası hala kulaklarımda yankılanıyor. Tüm dünya sussun istiyorum. Tüm dünyanın dilinden kelimeler birer birer sıyrılsın gecenin, denizin, dağların vadilerin en mahrem yerlerinde kurşunlansın istiyorum. Durmadan ötekileşen, ötekileştiren, ötekileştirilen kimseler olmaktan başım dönüyor. Kusursuz bakışlara sahip olma iddiasıyla dünyayı kusursuz bir cennete çevirmeye hırslı olmaktan ifritleniyorum. Hiçbir şey aynı kalmadı. Kalsaydı keşke. Ey vadi, ey beni derin uykudan uyandıran mürebbiyem, keşke sana ilk geldiğim kadar olabilseydim. Artık kirimi pasımı etimden sıyırmaya yetecek aklımdan da şüpheliyim. Ey vadi üstelik ilk geldiğimde bizi evladını ağırlar gibi ağırlayan o yayla sahibini de göremiyorum. Onun olmayışının sebebiyle daha da suskunlaşıyor yüreğim, mahzunlanıyorum. Ama olsun. Sizler kalırsınız bizler gideriz. Üzerimize kaderlenen budur. Olsun. Yine de beni bir lahza uyutmaya meyyal misin? Ey yayla sahibi nerdesin?

Boşluklarda bunların hiçbiri görülmüyorsa görünür olanla gören arasında da bir ilişki sözkonusu değildir. Bizim için bir anlamı yoktur. Orası bizim için yaşanabilir bir yer değildir. Görünür olanda yaşanabilir bir mekan, ancak o boşluklarda kendimiz için bir yaşam alanının olup olmadığını müşahede ya da mükaşefe etmekle mümkündür.

Vadinin kucağına nihayet gelmiş olmakla artık bu uykusuzluk halini gözlerimin taşıyamaz oluşunu da uzun zaman sonra hissetmeye başlamam beni rahatlatmıştı. Gözlerim ağırlaşmaya başlıyordu. Ne olursa olsun ben buranın misafiriydim, hemen uykuya teslim olmamalıydım. Vadinin kucağında akan ırmağın kenarında üzerimde ne kadar kirli kelimelerim varsa ırmağa salıverdim. Ne de olsa akıyordu ırmak, bulanmazdı. Kusuruma bakmazdı. Gözlerim kan çanağı. Nasıl düzelecek bu dünya? Ben kendi uykusuzluğumun sancısından dem vururken dünya can cekişiyordu. Şimdi burada tüm dünyadan irtibatımın kesilmiş olması bana tarifsiz bir huzur veriyordu. Gözlerim yayla sahibini ararken inadına kendini gösterme heyecanıyla yaylanın yeni emanetçisi kadrajıma düşüyor kendini bana davet ediyordu. İşte o anda derin bir uykuya daldım. Her şeyi ben düzeltemezdim. Biz her şeyi düzeltecek kadar muktedir değildik, olamazdık, olamayacaktık. Bizler bize zamanında emanet edileni yeni emanetçilere tevdi edecek olan eski çağın akil insanları olabilirsek şükredenlerden saymalıydık kendimizi. Emaneti teslim etmek kolay mı? Teslim alacak mı yeni emanetçilerimiz. Bize güven duymadan, kendinden bilmeden teslim alacak mı? Emanetin elimizde heba olma ihtimali bizi korkutmuyor mu? Benim onlardan biri olduğumu ona nasıl anlatabilirim? Anlatmam gerekir mi? İkna etme zorunluluğum nereden geliyor? Bizim kendi aramızda, bizim bile akıl sır erdiremeyeceğimiz bir bağımız yok mu? Artık nunu sakin olmamın, artık kendini bende anlamlandıracak olmasını ne zaman anlayacağım. Anlayacaksam benim nunu sakinim kim? Kısa ama derin bir uykunun ardından gözlerimi açtığımda ben nunu sakinimi bulmuştum. Artık yeni yayla sahibimi bulmuş, ondan ikna olmuş kendimdeki tenakuz boşluklarında kendime bir yaşam alanı edinmiştim. Artık bu vadide kalsam da gitsem de farketmeyecekti. Benim erişemezliğimin ötesinde her an her şeyi altını üstüne getirecek olana teslim ederek kendimi son bir defa bu vadinin kucağında gözlerime güç verecek kısa uykunun bereketine sarılmak istiyordum. Bu vadinin kucağında uyanmıştım. Şimdi uyumak istiyorum. Kelimelerim yeni yayla sahibinin elinde oyuncak olsunlar. Onun da anlatacak derdi olacak ne de olsa. Benden bir harf, bir kelime kalırsa avucunda bu vadiye bir zaman sonra tekrar geldiğimde kelimelerimden tanıyacağım onu. Söz veriyorum.

Bizim için yaşanmaz olan bir başkası için yaşanır olabilir. O nedenle benim için yaşanmaz olan yeri ısrarla işgal etmek hem kendime zul olurken aynı zamanda bir başkasını bu yaşam alanından mahrum bırakmakla da zul içinde olmuş olurum. Birbirimizin perspektifinden bereketlenmemiz, farklı perspektiflerin birlikteliği ile güç bulmamız yahut karşıt bir perspektif ile mücadeleye girmemiz kendi perspektiflerimizden zuhur eden tenakuz boşluklarına düşerken bu ince hassasiyeti koruyabilmekle mümkündür. Yani perspektifin hizmetkârı olan bakışımızla. 

Yazının önceki bölümü:

Bir Vadinin Kucağında Uyanmak, sayı 526,

https://iktibasdergisi.com/2022/11/06/bir-vadinin-kucaginda-uyanmak/

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *