İtibar ve üstünlüğün Allah’ın tekelinde olduğunu metinden okusak da gerçekte bu bilgileri kalbimizin kabul etmediği anlaşılıyor. Belli ki bu yönde bir azık toplama bilincine sahip değiliz. Hayatımızda gördüğümüz somut değerlere inanmaya yatkınız.
Hikmet Ertürk
Rivayete göre müşriklerden Haris b. Osman, Hz. Peygambere (sav) gelmiş ve “Biz biliyoruz ki şüphesiz sen hak üzeresin. Fakat biz bir yiyimlik başız. Sana tâbi olup da Araplara muhalefet ettiğimiz takdirde onların bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmalarından, çarpıp kapışıvermelerinden korkuyoruz” demişti. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XX, 115)
Bu korkular Seyyid Kutub’un dediği gibi yeryüzü menşeli korkulardır. Halbuki Allah onların bu korkularının asılsızlığı ve haksızlığı ile ilgili açıklamalarda bulunmuştu.
Allah Teâlâ Mekke’yi harem bölgesi ilan etmiş ve orasını emniyetli bir şehir kılmıştı. Öyle ki o dönem Arap yarımadasının en güvenli şehri Mekke idi.
İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin bereketi sayesinde dışarıdan gelen ürünlerle telâfi ediliyorlardı. Ayette bu durum Allah’ın Mekkelilere bir lütfu olarak gösterilmektedir. Hz. Peygamber’in getirdiği mesajlara uydukları takdirde herhangi bir saldırıya uğramaktan ve yurtlarından çıkarılmaktan korkmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Söz konusu ayet ise Kasas Suresi 57. ayettir:
“Dediler ki; Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız.”
Kaybetme korkusuyla haktan yüz çevirip bâtıla yapışılan, dünya refahı, zenginliği, mal ve serveti fânidir. Ulusal çıkarlar söylemi büyük bir yanılgıdır. Yaşadığımız dünyaya ait her şey gelip geçicidir. Bu refah ve servetlere bir zamanlar Âd, Semûd, Sebe’ ve Medyen kavmi gibi toplumlar da sahip olmuşlardı. Geçmişte olduğu gibi bugün de servetlerine, devasa ordularına güvenen batıl, şımarık ülkeler var. Geçmişte şımaran bu kavimler nasıl helak edildiler ise bugün de şımaran, kötülüklerinde ısrar eden, imajımızın, kimin ne dediğinin hiçbir önemi yok diyen ülkeler de helak olacaktır. Öncekilerin karşılaştığı yok oluş ile yüzleşeceklerdir.
O yüzden Allah’a pazarlıksız güvenmeyi öğrenmeliyiz. O’nun sunduğu hareket metoduna uymakta tereddüt etmemeli dünya hayatına dair endişelere/korkulara kapılmamalıyız.
“Dediler ki; Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız.” diyen Mekkelilere gereken cevap verilmiştir. Ve bunu yaşayarak görmüşlerdir. İnanmayanlar helak olmuş, zafer mü’minlerin olmuştur. Gerçekten inananların olmuştur.
Bugün olduğu gibi “Onlar da, Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerine sunduğu ayetlerin doğru yolu gösteren işaretler olduğunu inkâr etmiyorlar. Sadece insanların kendilerini kapıp yurtlarından atacaklarından korkuyorlar. Fakat onlar Allah’ı unutuyorlar. Tek koruyucunun, yegâne himayecinin O olduğunu unutuyorlar. Allah’ın himayesinde olduktan sonra yeryüzündeki hiçbir gücün kendilerini kapıp yurtlarından edemeyeceğini yine yüce Allah, kendilerini yüzüstü ve yardımsız bıraktıktan sonra tüm yeryüzü güçlerinin kendilerine hiçbir yardımda bulunamayacağını unutuyorlar. Bunun nedeni, iman gerçeğinin kalplerine yansımamış olmasıdır. Eğer iman gerçeği kalplerine gereği gibi yansımış olsaydı güçlere bakış açıları ve olayları değerlendirmede esas aldıkları ölçüleri değişecekti. Bu durumda, güvenli ortamın ancak yüce Allah’ın yanı olduğunu; korkununsa, O’nun kılavuzluğundan uzak ortamlar için söz konusu olduğunu bileceklerdi. Yine yüce Allah’ın doğru yolu bulmaları için kendilerine gönderdiği yol gösterici kitabın güçlü, üstünlükle doğrudan ilişkili olduğunu, bu ifadenin asılsız bir kuruntu olmadığını, kalplere güven aşılamak için söylenmiş, propaganda amaçlı bir söz olmadığını tam tersine derin ve köklü bir gerçek olduğunu bileceklerdi. Allah’ın yol gösterici kitabına uymanın evrene egemen olan yasalar sistemi ile, evrensel güç ve enerjiler ile uyum içinde hareket etmek; onlardan yararlanmak, dünya hayatı için kullanmak anlamına geldiğini bileceklerdi.
Şuan görüyoruz ki birçok insan Allah’ın şeriatına uymaktan, O’nun yol göstericiliğini izlemekten kaçınıyor. Allah düşmanlarının saldırılarından, komplolarından korkuyor. Düşmanlıkların odak noktası olmaktan endişeleniyor. Gerek ekonomide, gerekse başka alanlarda dar boğaza girmekten, krizler yaşamaktan korkuyor. Bunlar, bir zamanlar Peygamberlerine -salât ve selâm üzerine olsun- “Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız” diyen Kureyşlilerinkine benzer asılsız kuruntulardan başka bir şey değildir. Oysa Kureyşliler Peygamberlerinin şahsında ve onun sunduğu Kitap’ta somutlaşan Allah’ın yol göstericiliğine uyduklarında çeyrek yüzyılda veya daha az bir zaman diliminde yeryüzünün doğularına ve batılarına egemen olmuşlardı.
Yüce Allah, o zaman onların bu asılsız kuruntudan kaynaklanan bahanelerini yalanlayacak cevabı vermişti. Şu halde kendilerine güven bahşeden kimdir? Bu dokunulmaz ve saygın Kâbe’yi kim vermiş kendilerine? Gönüllerin her taraftan, tüm yeryüzünde yetişen ürünlerle birlikte kendilerine doğru yönelmesini sağlayan kimdir? Nitekim her zaman birbirinden farklı ülkelerde ve mevsimlerde yetişen birçok ürün, birçok meyve bu dokunulmaz evin çevresinde toplanırdı:
“Onları katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, kutlu bir yere yerleştirmedik mi?”
Şu halde onlara ne oluyor da, Allah’ın doğru yola ileten Kitabına uymaları durumunda insanların kendilerini yerlerinden söküp atacaklarından korkuyorlar? Ataları İbrahim peygamberden -selâm üzerine olsun- bu yana kendilerini bu güvenli ve dokunulmaz bölgeye yerleştiren Allah değil midir? Buyruklarını dinlemedikleri, karşı çıktıkları zaman kendilerini koruyan Allah, kendisinden sakınarak günahlardan kaçınınca, insanların onları kapıp yurtlarından atmalarına izin verir mi?
“Fakat onların çoğu bilmezler.”
Nerenin güvenli, nerenin korkulu olduğunu bilmezler. Herkesin en sonunda Allah’a döneceğinin farkında değildirler. Eğer gerçekten tehlikelerden sakınmak istiyorlarsa, baskına uğrayıp yurtlarından olmaktan korkuyorlarsa, işte yok oluşun gerçek nedeni. Ondan korunsunlar:
“Biz refah içinde şımarmış nice şehirleri helak ettik. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir. Onlara hep biz varis olmuşuzdur.”
Nimetle şımarmak, nimete karşılık şükretmemek, şehirleri için bir yok oluş nedenidir. Onların bu güvenli, bu dokunulmaz bölgeye yerleşmiş olmaları yüce Allah’ın bir nimetidir. Şu halde bu nimete karşılık şımarmaktan, şükretmemekten sakınmalıdırlar. Aksi takdirde onlar da benzeri şehirler gibi yok olup giderler. Nitekim onlar bu yüzden yok edilmiş yerleşim birimlerini her zaman görüyor, tanıyorlardı. Buralarda oturanların harap olmuş, boş ve ıssız evleri gözlerinin önündeydi: “Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir.” Bu, boş ve harap yurtlar, oralarda oturanların yerle bir edilişlerini dile getiren canlı, somut bir belge olarak nimetle şımarmanın hikâyesini anlatıyor. Buralarda oturanlar geride tek bir kişi kalmamak üzere yok edilmişlerdi. Geride mirasçı bırakmamışlardı. “Onlara hep biz varis olmuşuzdur.”“
(Seyyid Kutub, Kasas suresi 57. ayet tefsiri, Fizilal-il Kur’an, 11. cilt)
Öyle anlaşılıyor ki, hiçbir şey yeni bir şeyin yaşanmışlığı değil. O yüzden geçmiş tarihimizdeki okumaları iyi yapmalıyız. Orada Allah’ın Müslüman olarak görmediği kişiler ile bizlerin benzerliklerini göreceğiz. Demek ki tüm bunlar yeni şeyler değilmiş. O günde de birçok kişi Allah’ın dinine uymaktan, O’nun yol göstericiliğini kabul etmekten kaçınmış.
Neden?
Çünkü korkuyorlar. İlk inen vahye karşı çıkan Allah düşmanlarının saldırılarından, onların komplolarından korkuyorlar. Düşmanlarının gözüne batmaktan çekiniyorlar. İstiyorlar ki her iki kesim de kendilerine karşı olumlu kabuller göstersin. Ticaretleri ambargoya uğramasın, krizler yaşanmasın. Doğrusu başlarına gelecek olanı iyi tahmin ediyorlar. O yüzden de Peygamberlerine, “Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız.” diyorlar.
Bu korkuları kırmak zor ve böylelikle birçokları Müslüman olamadan bu dünyadan ayrılıp gitmişler. Oysa Allah onları şöyle uyarmış:
“Kim itibar ve üstünlük isterse bilsin ki, itibar ve üstünlük tümü ile Allah’ın tekelindedir. Güzel söz O’na yükselir, iyi ameli de O yükseltir. Kötü amaçlı komplolar düzenleyenler ağır bir azaba çarptırılacaklardır. Ayrıca onların komplosu da boşa çıkar, verimsiz olur.” (Fatır-10)
Seyyid Kutub “tüm bu gerçekler kalplere iyice yerleştiği takdirde bütün ölçüleri, bunun yanı sıra bütün yöntemleri ve planları kesinlikle değiştirir.” dese de bizler hayatlarımızda böylesi bir değişikliği göremiyoruz. Bu nedenle itibar ve üstünlüğün Allah’ın tekelinde olduğunu düz metinden okusak da gerçekte bu bilgileri kalbimizin kabul etmediği anlaşılıyor. Belli ki bu yönde bir azık toplama bilincine sahip değiliz. Hayatımızda gördüğümüz somut değerlere inanmaya yatkınız. Yani gözümüzün gördüğüne iman ediyoruz. Şu anda kim ya da kimler güçlü ise onların çizdiği bir hayatı yaşıyorken ağzımızla da Kur’an’dan kimi bu gibi ayetleri okuyor, bunlara kalpten inanıyor gibi davranıyoruz. Bu bilgilerin hayatımıza dair hiçbir tesirinin olmaması bizlerin aslında bu metinleri sadece okuduğumuzu bu telkinlere kendimizi bile inandıramadığımızı ispat ediyor. Çünkü bizler bu bilgiler ışığında yürüyebileceğimiz bir yola henüz sahip değiliz.
Yine de anlayabilen kalplere Rabbimizin sözleri tekrar edilmeli.
“Evet, itibar ve üstünlük bütünü ile Allah’ın tekelindedir. O’nun en küçük bir zerresi bile Allah’tan başkalarının elinde değildir. Öyleyse bizler prestij ve üstünlük elde etmek istiyorsak, onu alternatifi olan kaynağında, yani yüce Allah’ın katında aramalıyız. Onu ancak orada bulabiliriz. Başka hiç kimsenin yanında, hiç kimsenin koltuğu altında, hiçbir sebebin aracılığında onu bulamayız. Çünkü “itibar ve üstünlük bütünü ile Allah’ın tekelindedir.”
Kureyşli kodamanlar itibarı ve üstünlüğü putperest Arap kabileleri arasında arıyorlardı. Bu yüzden bu kabilelerin sapık putperestliklerine sahip çıkıyorlar, onun koruyucusu kesiliyorlardı. Bunun sonucu olarak kendi ağızları ile ‘doğru’luğunu itiraf ettikleri hak yola girmeye cesaret edemiyorlardı. Bu yola girseler prestijlerinin, kabileler arasındaki itibarlarının sarsılacağından korkuyorlardı. İşte bu Arap kabileleri vardı ya, onlar prestijin ve itibarın kaynağı değillerdi. Ne bir kimseye itibar bağışlayabilir ve ne de bir kimsenin itibarını geri alabilirlerdi. Çünkü ‘itibar ve üstünlük bütünü ile Allah’ın tekelindedir.’ Eğer bu beylerin bir gücü varsa, bunun ilk kaynağı yüce Allah’dır. Eğer bu beylerin bir itibarı varsa onu kendilerine Allah bağışlamıştır. Öyleyse kim güç ve itibar arıyorsa, bunun ilk kaynağına başvursun. Sermayesini bu kaynağa borçlu olan aracıların, simsarların peşinden koşmasın. O zaman gücü ve itibarı bütünü ile tekelinde bulunduran ana kaynaktan pay alabilir. İnsanların ellerindeki kırıntılara ve döküntülere el açmasınlar. Çünkü bu insanlar kendisi gibi muhtaç, eli boş, zavallılardır.”
(Seyyid Kutub, Fatır suresi 10. ayet tefsiri, Fizilal-il Kur’an, 12. cilt)
O günlerde olduğu gibi bu günde de kimi kardeşlerimiz doğruluğuna inandıkları Kur’an’ın hükümlerini yaşamaya yanaşmıyorlar. Böylesi bir yolda yürümeye razı olmuyorlar. Öyle görünüyor ki doğru yola girmiş olsak toplum içerisinde horlanacağımızdan, itibarımızın düşeceğinden, ticaretimizin sekteye uğrayacağından korkuyoruz. O yüzden de yurtlarımızdan kovulmak gibi bir gündeme de sahip değiliz. Hâlbuki korktuğumuz bu güç yine bizlerin onlara verdiği emanet güçtür. Eğer bizler gerçek itibarın Allah’ın yanında yer almak ile olduğunu kavramış olsa idik bu kimseler gerçekte çok güçsüz bir duruma düşeceklerdi.
Çünkü “İtibar ve üstünlük bütünü ile Allah’ın tekelindedir.”
“Bu ilke, İslâm inancının temel gerçeklerinden biridir. Bu gerçek değerleri ve ölçüleri, yargıları ve bakış açılarını, yöntemleri ve davranışları, araçları ve sebepleri değiştirmek için tek başına yeterli bir faktördür. Eğer sadece bu gerçek bir kalbe iyi yerleşirse, o kalbin sahibi tek başına bütün dünyanın karşısında durur; herkese karşı onurla, şerefle, hiç sarsılmadan, sendelemeden, hangi yoldan şerefe ereceğini, alternatifi olmayan bu itibar yolunu bilerek direnir.
Böyle bir kimse hiçbir zorbanın, hiçbir azgın kasırganın, hiçbir çarpıcı olayın, hiçbir rejimin, hiçbir baskı kurumunun, hiçbir çıkarın, hiçbir yeryüzü kaynaklı kaba gücün önünde boyun eğmez. Niye eğsin ki? İtibar ve üstünlük bütünü ile Allah’ın tekelindedir. O’nun rızası olmaksızın hiç kimsenin bu tarakta bezi olamaz.”
(Seyyid Kutub, Fizilal-il Kur’an)
İnşallah Allah bizlere sorumluluklarımızı sahiplenen bir inancı nasip eder. İnşallah Yemen halkının, Filistin halkının imanına sahip oluruz. Allah’ın ayetleri bizlerin yanında metinden okunan sözcükler olarak kalmaz. Kalplerimizde yer bulur, dirilir, yol alır. Çünkü buna çokça ihtiyacımız var.
Selam ve dua ile…













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *