Unutmamamız gerekir ki, kapitalizm bir dünya görüşü ve ekonomi düzeni/düzeneği olarak bankasıyla, borsasıyla vs bir bütündür ve dolayısıyla parçacı yaklaşımlarla değil, bütüncül bir kavrayışla yaklaşılarak ona ve enstrümanlarına karşı doğru/tevhidi bir tavır alınabilir.
Şükrü Hüseyinoğlu
Başlıkta yer verdiğimiz “üç kâğıt” ifadesini doğrudan “kapitalizm” olarak okumakta hiçbir beis yoktur. Zira kapitalizm gerçek anlamda bir “üç kâğıt” ekonomi düzenidir, yağma ve yığma düzeneğidir. İnsanlık, birkaç asırdır “banka, borsa, döviz” şeytan üçgenindeki üç kâğıt ekonomisiyle sömürülmekte, Rabbimizin kulları için bahşettiği zenginlikler tam anlamıyla bir avuç Karun tarafından tekelleştirilip yağma edilmektedir. Dünyadaki zenginliklerin yüzde 95’i, yüzde 2’lik bir ultra zengin takımı (çağdaş Karunlar) tarafından ele geçirilmiş bulunmaktadır.
Necip Fazıl’ın “Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul / Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa / Yaşasın kefenimin kefili karaborsa” diyerek tavsif ettiği üç kâğıtçı kapitalist ekonominin temel enstrümanlarından biri olan Borsa’nın, tıpkı faiz ve döviz gibi son 20 yıllık AKP yönetiminde halk katmanlarında ciddi şekilde yaygınlaştırıldığını görmekteyiz.
Bu durumu iktidar yanlısı Akşam gazetesi 8 Nisan 2021 günkü manşetinde “Dedeyi, Halayı Borsacı Yaptık” başlığıyla dile getirmişti. Hatırlanacağı üzere Ahmet Davutoğlu da başbakan makamında iken, AKP yönetimlerinde banka kredisi kullanan esnafın sayısının rekor düzeye ulaşmış olmasından sitayişle söz etmişti.
İktibas’ın bir önceki sayısında (Eylül 2023), gerek manşet yazısında gerekse Mehmet Durmuş ağabeyin makalesinde mevcut kapitalist ekonomi düzeni ve biz Müslümanların bu sömürü çarkına karşı sorumluluklarımız üzerine durulmaya çalışılmış, derginin sunuş yazısında da borsa konusuna kısa bir değinide bulunulmuştu.
Orada zikredildiği üzere, herhangi bir kimsenin borsada hisse senedini satın alarak ortağı olduğu herhangi bir şirketin faizli muameleleri dahil tüm gayri İslami işlerinden sorumlu olacağı gerçeği önemlidir ve üzerinde pek durulmayan bir husustur. Mevcut kapitalist borsa kurumlarında bu durumdan müstesna olan bir şirket bulunamayacağı gibi, borsanın bizatihi gayri İslami bir işleyiş zeminine sahip olması gerçeği de maalesef ihmal edilmektedir.
Böyle olunca, “Faizle iştigal etmeyen şirketlerin ve ğarar/aldatma söz konusu olmayan hisselerin alınıp-satılmasında beis olmadığı” gibi fetvalar verilebilmektedir. İşte bu tür yaklaşımlar, meseleye bütüncül yaklaşmamanın ve “ideolojik” temelden mahrum bir bakış açısının doğurduğu neticelerdir.
Bu yaklaşım, bir bataklıkta temiz bir alan bulunabileceği ve oraya ulaşanın bataklığın necasetinden hâli olup temiz kalabileceğini söylemekle eşdeğer bir aldanışa tekabül etmektedir.
Borsanın kapitalist düzenek ve işleyiş içindeki önemi sebebiyle hassaten bu konuyu ele alan bir makalenin faydalı olacağı düşüncesiyle konuyu ele almak istedim.
Öncelikle okuyucular takdir ederler ki, borsa derken, reel ekonomi alanlarında kurulan ve reel ekonomi şartlarına göre işleyen “fındık borsası”ndan, “üzüm borsası”ndan, “tahıl borsası”ndan vs söz ediyor değiliz. Bunlar, ürünün piyasa değerini bulması ve pazara ulaşması gayesiyle teşkil edilen meşru enstrümanlardır.
Reel ekonominin değil, “üç kâğıt ekonomisi”nin enstrümanları olarak tıpkı faiz kurumları bankalar gibi servet transferi için teşkil edilmiş enstrümanlar olan kapitalist borsalar ise asla iktisadi bir meşruiyete sahip değildirler.
Bugün borsa denilince akla ilk gelen kelimelerin “spekülasyon”, “spekülatörler”, “manipülasyon”, “keriz silkeleme” gibi aldatma/ğarar ve sahtekârlıkla ilgili ifadeler oluşu da zaten mevcut borsaların mahiyetini anlamaya/anlatmaya yeterlidir.
“Borsa’da oynamak” tabirinin de ifade ettiği üzere, kapitalist borsalar bir “oyun” alanıdır, orada herkes bir oyun oynuyor, kimi parasıyla kumar oynamış oluyor, kimi keriz olarak gördüğü yatırımcılarla oynuyor, kimi tüm işleyişle oynuyor ve günün sonunda birileri elinde avucundaki küçük birikiminden olurken, birileri servetlerine servet katıyor.
Hepimiz çevremizde, çalışıp biriktirdiği kazancını borsada, “dijital para” kumpaslarında batıranların acı hikâyelerini işitmişizdir. Şahsen böyle çok hadise biliyorum.
Kurumsal “Bul Karayı Al Parayı” Düzeneği
80’li, 90’lı yıllarda İstanbul’un Topkapı ve Eminönü gibi semtlerinde sıkça karşılaşılan bir dolandırıcılık biçimi vardı. Birkaç dolandırıcı, insanların yoğun olarak geçtiği kaldırımlar üstüne küçük bir “tezgâh” kurar, yüksek sesle “Bul karayı, al parayı” diye seslenerek kurbanlarını beklerlerdi.
Etraflarına biriken meraklılar içinden av edinebilmek için de, birkaç kendi adamlarına karayı buldurup parayı verir, sonra da bu “tezgâha” gelen etraftaki meraklılar içinden avlarını söğüşlemeye başlarlardı. O yılların İstanbul’unu hatırlayanlar bu “tezgâhları” hatırlayacaklardır. 14-15 yaşlarımda Topkapı’da böyle bir “tezgâh”a tanıklık etmiş, bir kişinin nasıl kıskaca alındığını gözlemlemiştim.
İşte bugün “borsa”, “dijital para” ve benzeri enstrümanlar, sözünü ettiğimiz “bul karayı, al parayı” at hırsızlığının, dolandırıcılığının belli bir sistematiğe oturtulmuş ve kurumsallaştırılmış halinden başka bir şey değildir.
Bunun böyle olduğunun en somut göstergelerinden biri, borsalarda işlem gören para hacmi ile, reel ekonomi rakamları arasındaki uçurum farktır. Kısacası borsada, olmayan değerler alınıp satılmakta, çoğu zaman kâğıt üzerinde şişirilen hisseler el değiştirmekte ve bu düzlemde servet transferleri gerçekleştirilmektedir.
Konuyla ilgili olarak medyaya yansıyan birkaç hadiseden söz etmekte fayda var. Örneğin birkaç yıl önce, borsada işlem gören “Başkent Gaz” adlı şirketin hisseleri ile ilgili yaşananlar Yeni Şafak gazetesinde (17 Kasım 2021) şu şekilde haberleştirilmişti:
“Beş ay önce halka arz edilen Başkent Gaz hisseleri üzerinden borsada büyük bir silkeleme yaşanıyor. İlk işlem gününe 9,67 liradan başlayan Başkent Gaz hisseleri; planlı bir şekilde fiyat şişirme operasyonuyla 38,42 liraya kadar tırmandırıldı. 1 Kasım’da görülen bu zirve fiyatın ardından başlayan hisselerdeki fiyat erimesi, on günde yüzde 55,99’u buldu. Küçük yatırımcının büyük zarara uğratıldığı bu operasyon nedeniyle Başkent Gaz’ın işlem tahtası Borsa İstanbul’da geçen hafta perşembe günü kapatıldı ve gün boyu kapalı kaldı.”
Yine aynı gazetede bir başka haberde, Sasa Polyester adlı şirketin hisse senetlerindeki fiyat hareketlerine ilişkin olarak şirketin bağlı bulunduğu Erdemoğlu Holding’in sahibinin, Borsa İstanbul’a yatırım yapanların sayısının hızla artışına, kırılan rekorlara, bazı şirketlerin hisse fiyatlarındaki artışa anlam veremediğine dair ifadesi ve “Sasa Polyester’in hisse fiyatı 60 liradan 180 liraya neden yükseldi, bilmiyorum. Daha önceki yatırım açıklamalarımıza yenisini eklemedik, hisse fiyatlarımızı yukarı çıkaracak bir açıklama yapmadık” sözlerine yer verilmekteydi.
Bu örnekleri çokça artırmak mümkün, ki medyada sürekli bu tür “borsada spekülasyon” ve “keriz silkeleme” haberleri yer almakta.
Geçtiğimiz ay Gazete Duvar adlı bir internet sitesinde yer alan “Arsadan Borsaya Memleketi Silkeleyip Duruyorlar” başlıklı yazı, kapitalist bir düzenek olarak borsada olup bitenlere dair dikkat çekici bilgiler içermekteydi.
“Nüfusunun yarısından fazlası asgari ücrete mahkum bir ülkede aniden herkes mi borsacı oldu? 5 yıl öncesine kadar 1 milyonu ancak gören ‘yatırımcı’ sayısı 6 milyona dayanmış durumda. Yüksek enflasyonla güdülen emeklisi, öğrencisi, berberi, çırağı, işçisi ve daha niceleri birkaç yılda öbek öbek yığıldı oraya. Haliyle kalabalığın iştahını daha fazla açmak için ne varsa tezgaha sürüyorlar. Neredeyse halka arz edilmeyen bir bakkal dükkanları kaldı geriye” ifadelerine yer verilen yazıda, kapitalist borsa düzeninin/düzeneğinin tarihsel sürecine değiniliyor ve Fransız yazar Emile Zola’nın “Para” adlı romanında Napolyon Bonaparte dönemi Fransası’nda Paris borsasında yaşananlar ile bugünkü borsalarda yaşananların birebir aynı servet transferi işlemlerine denk geldiğine dikkat çekilmekteydi.
“Doğuş Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı”, “Akfen Yenilenebilir Enerji” gibi şirketlerin hisselerinde yaşananlar da borsa düzeneğine örnek olarak aktarıldıktan sonra, yazı son dönemden “çarpıcı” bir örnekle neticelendiriliyordu:
“Kırtasiye malzemeleri satan Adel Kalemcilik ilk altı aylık bilançosunda yüzde 2.407 kâr artışı açıkladı. Hissesi yüzde 500 ile en fazla prim yapanlardan oldu. Eğitim masraflarının tavana vurduğu bir dönemde Tuncay Özilhan’ın Anadolu Grubu’nun yarısından fazla hissesine sahip olduğu Adel Kalemcilik’in borsa değeri 13 milyar liraya kadar çıktı. Dönüp bir de gerçek hayattaki karşılığına bakalım. Türkiye’nin hemen hemen bütünüyle ithalata bağımlı olan kırtasiye pazarının büyüklüğünün enflasyon, zamlar, kur derken 2023’te 7-8 milyar lira olması bekleniyor. Adel’in pazar payının ise yüzde 20 civarına çıkacağı tahmin ediliyor. Şirketin borsa değeri, pazarın tamamından fazla yani. Kağıt üzerinde her şey mükemmel!”
Reel ekonomi ile borsa sistemi arasında her geçen yıl borsa lehine daha da artan değer farkına baktığımızda, ortada olanın gerçek anlamda bir iktisadi faaliyet olmadığını, yukarıda sözünü ettiğimiz üzere “bul karayı, al parayı tezgâhı”nın rektefiye edilmiş, kurumsal bir biçiminden ibaret olduğunu daha net anlamış oluruz.
Ekonominin gerçek anlamda dibe vurduğu mevcut ortamda, “Borsa İstanbul”un sürekli rekor kırmakta olması ve burada işlem gören şirketlerin toplam değerinin, reel değerlerinin çok üstünde olarak 8.5 trilyon TL’ye ulaşmış olması, aradaki farkı ve dolayısıyla borsa ile reel ekonomi arasında gerçek anlamda bir ilginin/ilişkinin olmadığını göstermeye yeterlidir.
Krizin giderek derinleştiği son 1 yılda borsaya 2 milyon 651 bin yeni “yatırımcı”nın girmiş olması da, reel ekonomi-borsa çelişkisinin bir başka göstergesi olarak dikkat çekicidir.
Kapitalist ekonomi düzenini/düzeneğini en veciz şekilde ifade eden, bir batılı yazarın şu nüktesi olsa gerektir: “Küçük hırsızlar banka soyar, büyük hırsızlar ise banka kurar.”
Kapitalist ekonomi düzeni ve onun enstrümanlarına bu bilinçle yaklaşmak gerekir. Bu konulara “dar fıkhi” bir bakış açısıyla değil, “ideolojik” (akidevi) temelli, ontolojik düzlemde, bütüncül fıkhi bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Aksi halde, günümüzde çokça yapıldığı üzere temeli çürük ve çarpık olan binanın boyasıyla, camı-çerçevesiyle ilgilenen bir fıkıhsızlığa duçar olmak kaçınılmaz hale gelir.
Seyyid Kutub’un kavramsallaştırmasıyla ifade edecek olursak, “sahife fıkhı” ile günümüzün bu Karuni sömürü çarklarını kavramak ve bunlara karşı İslami bir tavır ve duruş üretmek mümkün görünmemektedir. Bütüncül bir hayat kılavuzu ve egemenlik öğretisi olan Kur’an ve onun hayata intibak etmiş müşahhas hali olan Rasulullah (a.s.)’ın sünnetini esas alan bütüncül ve güncel bir fıkhi kavrayışla kapitalist düzenek ve onun sömürü çarklarını anlayabilir ve onlara karşı durabiliriz.
Unutmamamız gerekir ki, kapitalizm bir dünya görüşü ve ekonomi düzeni/düzeneği olarak bankasıyla, borsasıyla vs bir bütündür ve dolayısıyla parçacı yaklaşımlarla değil, bütüncül bir kavrayışla yaklaşılarak ona ve enstrümanlarına karşı doğru/tevhidi bir tavır alınabilir.
Parçacı, eklektik yaklaşımlarla mevcut cahiliye düzen ve düzeneklerinin bırakalım ortadan kaldırılması, çözümlenmesi bile mümkün değildir. İslam’a yönelmenin ve İslami bir inşanın temeli cahiliyeden teberri olduğuna göre, cahiliyeyi tüm güncel boyutlarıyla doğru değerlendirmek ve doğru konumlandırmak öncelikli bir mükellefiyettir.
Günümüzde borsa gibi enstrümanlar kapitalist cahiliyenin önemli enstrümanları olduğuna göre, bu ve benzeri işleyişleri tevhidi bakış açısıyla değerlendirmek ve tevhidi bir duruşla onların karşısına çıkmak icap etmektedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *