“Konformist gelenekçi/örf’çü din ve siyaset algısı sebebiyle, İslam toplumları Siyonist sömürgecilikle, Siyonist vahşetle hesaplaşamıyor, bu sömürgeciliğe ve vahşete katlanıyor, bu sömürgecilik ve vahşetle uzlaşıyor. Bu suretle de, İslam toplumlarına vaziyet eden siyasal iktidarlar, çok büyük ve çok derin bir zilleti normalleştiriyor.”
Atasoy Müftüoğlu
İslam dünyası toplumları ve kültürleri, İslami zihinsel-entelektüel hayat, yüzyıllardır, radikal yabancılaşmaları, sapmaları, bozulma ve parçalanmaları bir hayat tarzına, yanlış yaşanan bir hayat tarzına dönüştürmüş bulunuyor. Halen, yoğun bir biçimde yaşanan bu yanlış hayat tarzı; örf’ün, statüko’nun, geleneğin, İslam’ın yerine ikame edilmeye başladığı günden bu yana devam ediyor. Bu konuda, aziz İslam’ın ve aziz Kur’an’ın geleneğin bir referans kaynağı olarak alınmasına izin vermediği her nasılsa hiç hatırlanmıyor.
Örf’ün, gelenek ve konformizmin İslam’ın yerine ikame edilmesiyle birlikte, İslam, evrensel ufkunu/misyonunu/vizyonunu/içeriğini kaybederek, yerli-milli alanlarla, yerli-milli bir gündem/ilgi ve yorumla sınırlandırıldı. Aziz İslam’ın, gelenek tarafından, yerli-milli yorumlar tarafından engellenmesiyle birlikte, İslam’ın evi bir bilinç ve özgürlük evi olmaktan çıkarılarak, yerli-milli din’i parçalarla, konformist bir yorumun insafına terkedildi. Konformist din algısı, entelektüel/kültürel özgürlüğü ve özgünlüğü imkânsız kıldı.
Yerli-milli dindarlıkların hâkim olduğu toplumlarda hiç bir zaman eleştirel bir toplumsal kültür oluşturulamıyor. Konformist din algısının oluşturduğu sıradanlıklar ve tekdüzelikler aşılamadığı için, konformist din algısının oluşturduğu sıradanlıkları ve tekdüzeliği aşma ihtiyacı duyulmadığı için, düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, örf’ün, geleneğin, konformizmin belirlediği kavramlar, alanlar, sınırlar dışına çıkarak, yeni bir dil-gerçeklik ve yorum oluşturamıyor. Eleştirel bir toplumsal kültür oluşmadığı için, İslam toplumlarında, Türkiye’de de, bütün cemaatler-vakıflar-dernekler, devlet-parti iktidarlarının çıkarlarına, beklentilerine, taleplerine göre belirlenen resmi sınırlar, resmi kutsallar içerisinde kendilerini konumlandırıyor. Bu cemaatlerin/vakıfların ve derneklerin bugün de görülebileceği üzere, hiç bir şekilde dönüştürücü bir vizyonları ve stratejileri bulunmuyor. Bu cemaatler-vakıflar-dernekler, devletler-iktidarlar tarafından, devlet-iktidar çıkarları doğrultusunda dönüştürülüyor. Devletler-iktidarlar tarafından kontrol edildikleri, çıkar ilişkileri içerisine girdikleri ve bu doğrultuda yönlendirildikleri için de, sözü geçen vakıflar-dernekler-cemaatler özgürleştirici bir yorumu ve değişimi gündemlerine almadılar, alamadılar. Bugün de, bu vakıflar-cemaatler-dernekler hiç bir şekilde topluma, siyasete eleştirel anlamda müdahalede bulunamıyor. Devletin-iktidarların belirlediği resmi sınırlar içerisinde kalmaya özen gösteren düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatı, evrensel niteliği ve yankısı olabilecek derinlikli-eleştirel içerik üretemiyor. Bağımsız-özgün-eleştirel bir konuma-pozisyona sahip olmayan devlet ve iktidar çıkarları/kutsalları adına hareket eden cemaatler/vakıflar, bu konumları sebebiyle temel İslami ilke ve tercihlerden feragat edebiliyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, Türkiye’de de, bütün boyutlarıyla müşahede edilebileceği üzere, aziz İslam, popülist/oportünist/otoriter/yerli-milli/politik propoganda dili-söylemi ve kültürünün belirlediği, bütünüyle pragmatik bir çerçeve içerisine hapsedilmiş bulunuyor. Popülist-oportünist yerli-milli propoganda dili, güncel-yerel bir dünya ile sınırlı olduğu için, ebedi ve evrensel hakikatlere bütünüyle yabancıdır. Popülist-oportünist propoganda dili ve söylemi, Türkiye’yi de kültürsüz bir ülkeye, entelektüel hayatı olmayan bir ülkeye dönüştürüyor. Değişime, eleştiriye, yeniliğe, yenilenmeye karşı olan konformist/muhafazakâr kültürlerde hiç bir şekilde radikal-devrimci değişim ve çözümlemeler yapılamıyor, gerçekleştirilemiyor.
İçeriden, yüzyıllardır, duygusal sömürgeciliğe, hamaset/örf/gelenek/şanlı tarih sömürgeciliğine maruz kalan İslam toplumları-kültürleri, içerisinde bulunduğumuz dönemde, bu defa, dışarıdan çok şiddetli ve çok yoğun bir biçimde dijital sömürgeciliğe maruz kalıyor. Modern dünya sistemi bugün büyük bir kırılma süreci içerisine girmiş bulunuyor. Bugünün dünyası, stratejik üstünlük rekabeti dışında, varoluşsal/insani meselelerle ilgilenmiyor. Teknolojik büyüme kontrol edilmesi mümkün olmayan bir noktaya geldiği için, bugün, bilimkurgu, bilimsel gerçeğe dönüştürülüyor. Ahlaki bir çöl haline gelen bugünün nihilist dünyasında, modern teknolojinin ve bilimin gündeminde yapay/sentetik/makine hayatlar ve zihinler yer alıyor. Fıtri, doğal biyolojik-ruhsal varoluşun sınırlarını aşan, bu sınırları tartışan, sentetik varoluşu gündeme kazandırmaya çalışan teknolojik-bilimsel tartışmalar, tahripkâr bir modernlik, tahripkâr bir teknoloji ve bilim yaklaşımı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Soğuk, makineleştirilmiş ve bürokratikleştirilmiş bir dünyada, hayatı bütünüyle çölleştiren sorunlar gereği kadar konuşulmuyor, tartışılmıyor. Modern-seküler bütün kavramsal çerçevelerle, uygulamalar arasında çok derin çelişkiler ve uçurumlar var. İslam toplumlarında, hamaset diliyle sömürgeleştirilen kitleler, propoganda gösterilerine dönüştürülen muhafazakâr romantik siyaset yaklaşımı sebebiyle, bugünün tehditkâr gerçekliğine yabancılaşıyor, eleştirel yeniden tahayyül tasavvur ve inşa yeteneğini kaybediyor. Jeopolitik sistemin değiştiği, liberalizmin bütün insani-ahlaki değerlerin içini bütünüyle boşalttığı, küreselleşmenin geri çekildiği, milliyetçiliklerin ve faşizmin yükselişe geçtiği, bütün demokrasilerin yapısal bir kriz içerisinde bulunduğu bir dönemde, evrensel çözümlemeler üretmesi gereken aziz İslam’ın, iktidarlar tarafından basit bir çıkar malzemesi olarak tüketiliyor olması çok derin bir bayağılaşma ile kuşatıldığımızı gösterir.
Evrensel İslami ufkun, işlevin, içeriğin, vizyonun, misyonun, dayanışmanın; resmi sınırlar, resmi yorumlar, resmi çıkarlar içerisine hapsedilerek oportünist propoganda dili ve söylemiyle eşitlenmesi, İslami varoluşa ve bütünlüğe yönelik keyfi ve kirli bir saldırıdır. Popülist/oportünist politik propoganda dili ve söyleminin her hangi bir topluma, değerli/anlamlı bir şey kazandırdığı görülmemiş ve duyulmamıştır. Günümüzde İslam toplumları, kendilerini her durumda haklı gören patolojik politik figürler tarafından yönetiliyor. Her durumda haklı olmak demek, başkaları hep haksızdır demekten farksızdır. Her zaman, her durumda tek aklın, tek yorumun, tek kişinin haklı olduğuna, bu tek kişinin her şeyi bildiğine inanmak, her tür müşavere-müzakere-muhasebe ve muhakemeye kapalı olmak, ortak yorum, ortak çözümleme iradesini yok saymak demektir. Kibir ve bağnazlık, başkalarının, muhalif unsurların fikirleri, önerileri olabileceğini kabul etmez. Bilgimiz, bilincimiz, bilgeliğimiz, ahlakımız ve merhametimiz azaldıkça, bağnazlıklarımız, karşıtlıklarımız, bencilliklerimiz ve fanatizmlerimiz çoğalıyor.
Günümüzde, İslam toplumlarında, kitleler, duygusal-hamasi popülist politik propoganda dili ve söylemiyle dönüştürülebiliyor, sömürgeleştirilebiliyor, mutlak itaate ve sadakate ikna edilebiliyor. Toplumlarımızda bilgi yoksulluğu, bilinç ve bilgelik yoksulluğu; etnik karşıtlıkları, mezhepçi karşıtlıkları, hizip karşıtlıklarını, biz ve onlar söylemini, ikili karşıtlık kültürünü derinleştiriyor, uzlaşmaz karşıtlıklar oluşturuyor, birarada yaşama kültürünü yok ediyor. Kendilerini ikili karşıtlıklara hapseden taraflar birbirlerini anlama ve dinleme ihtiyacı duymuyor. Kendilerini anlamadığımız, dinlemediğimiz, tanımadığımız kesimleri olumsuz klişelerle etiketleyerek benzeri görülmemiş barbarlıklar sergileyebiliyoruz. Konformist kültür ve konformist din algısı, geleneksel/duygusal kültür, örf kültürü; bütün popülist gösterileri, pragmatik gösterileri, hamaset ve ucuz kahramanlık gösterilerini ölçüsüz bir biçimde tebcil edebiliyor, meşrulaştırabiliyor. Gelenek ve geçmişi dokunulmaz kılan, tek düşünce ve tek kültürü dokunulmaz kılan konformist kültür ve din algısı, eleştirel düşünceye hayat hakkı tanımıyor. ‘‘Şanlı tarih’’ söylemi gerçek tarihe nüfuz etmeyi, tarih bilincine sahip olmayı engelliyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, akılsızlığı, edilgenliği ve tekdüzeliği kutsallaştırıyor. Konformist, edilgen ve tekdüze kültürler, maruz kaldıkları yapısal sorunlarla yüzleşemiyor, hesaplaşamıyor. Menkıbeler zemininde bir tarih yaklaşımı oluşturmak, toplumları gerçek tarihten uzaklaştırıyor. Duygusallıklar da bir edilgenlik durumunu, sıradanlık durumunu yansıtıyor. Bugün, İslam toplumları ve kültürleri, tarihi bir yol ayrımı ile karşı karşıya bulunuyor. Bu toplumlar, ya ötedenberi sürdüregeldikleri konformist-popülist-taşralı, hamaset ve menkıbe kültürü ile bütünleşerek, edilgenlik ve tekdüzeliği bir hayat tarzına dönüştürecek; ya da, evrensel İslami bilince, ufka, vizyona açılarak yeniden tarihin öznesi olma imkânına sahip olacaklar. İslam toplumları, bugünün tarihi karşısında sergiledikleri edilgenlik ve tekdüzeliği hayat tarzı haline getirdikleri için, varoluşlarını, ancak, kültürel/siyasal/ekonomik tavizler vermek suretiyle sürdürebiliyor. Her tür tavizi içselleştiren bir bünyenin, her tür teslimiyetçiliği ve bağımlılığı da içselleştirebileceği unutulmamalıdır. Günümüzde bütün popülist/otoriter/yerli-milli iktidarlara, konformist kültür ve konformist din algısı hayat veriyor, can veriyor. Bu nedenledir ki, bu iktidarlar, entelektüel çölleşme pahasına, kültürel çölleşme pahasına konformist kültürü tahkim etmek üzere olağanüstü çabalar harcıyor. Bugün, İslami bütünü/bütünlüğü ve İslami hareketi temsil-tecrübe irade ve yeteneğine sahip kadrolar olmadığı için; İslami hareketlerin yerini, muhafazakâr/gelenekçi/görenekçi/popülist/oportünist cemaatler/vakıflar/topluluklar alıyor. İslam Konferansı gibi örgütlerin siyasal ve diplomatik alanda hiç bir etkileri yok. İslam’ın uluslararası ilişkilerde tayin edici, belirleyici hiç bir rolü bulunmuyor. İslam dünyasında siyasal iktidarlar yerli ve milli bencillikler ve rekabetler sebebiyle, ümmet olmak istemedikleri halde, utanmazca ümmeti istismar etmeye devam edebiliyor. Popülist propoganda dili ve söylemiyle, hiç bir şekilde hakikatin ifadesi olunamayacağı düşünülmüyor.
Bizler, Müslümanlar olarak, dünyada görmek istediğimiz İslami değişimin somut ifadesi/örneği olmayı başaramadığımız için, çok büyük yenilgiler almaya devam ediyoruz, çok büyük yabancılaşmalarla sınanıyoruz. Bugün, karşı karşıya bulunduğumuz varoluşsal/tarihsel sorunlar ve gerçeğin acımasızlığı ile yüzleşmek yerine, konformist kültüre ve konformist din algısına sığınıyor oluşumuz bu yenilgileri ve yabancılaşmaları normalleştiriyor. Bu nedenledir ki bugün, ancak, her şeyin daha kötüye gitmemesini umut ediyoruz. Bütün toplumlarda ‘‘dış tehdit’’ söylemi, içerisinde yaşadığımız çok ağır ahlaki/sosyal/toplumsal/ekonomik sorunları örtbas etmeye yarıyor.
İslami düşünce-kültür-edebiyat/ilahiyat hayatının modern, seküler, liberal dünya görüşünün, hayat tarzının ideolojik mutlakçılığı ve ideolojik evrenselciliği ile yüzleşememek, hesaplaşamamak, bu mutlakçılığın ve evrenselciliğin otorite ve meşruiyetini sorgulayamamak gibi çok derin bir yetersizliği ve iradesizliği var. Bu yetersizlik ve iradesizlik, yüzyıllardır bağımsız-özgün İslami içerik-yorum üretemeyen, kendisini sürekli olarak tekrar eden zihinsel konformizmden, gerçek dünya ve tarih karşısında romantizme tutunmaktan başka hiç bir şey yapamayan bir zihniyetten kaynaklanıyor. Bu zihniyet, propoganda dindarlıklarını-muhafazakârlıklarını, popülist dindarlıkları-muhafazakârlıkları, araçsal dindarlıkları ve araçsal muhafazakârlıkları tahkim ederek, aziz İslam evini bilinç ve bilgelikten boşaltmış, yerli-milli dindarlıklar icat ederek, Müslümanları İslami bütünlük ve ümmet ufkuna bütünüyle yabancılaştırmıştır. Bu yabancılaşma sebebiyle bugün, İslami düşünce/kültür/edebiyat hayatı, hep gri alanlarda içerik üretiyor. İslam dünyası toplumları ve kültürleri, edilgenliği ve tekdüzeliği, bilincin düşmanı konformist kültür aracılığıyla kutsallaştırdıkları için özeleştiri yapamıyor, kendisiyle yüzleşemiyor. Konformist kültür ve din algısıyla birlikte, gelenekler ve statüko, ölümcül yoksulluklar tarihsel gecikmeler pahasına ısrarla sürdürülüyor. Bu nedenle de, İslam toplumları/ülkeleri/kültürleri, evrensel kötülüğün, evrensel terör ve cinayetkârlığın siyasal ifadesi olan İsrail sömürgeciliği karşısında, bu sömürgeciliğin Filistin’de, sistematik olarak, hemen her gün küstahça gerçekleştirdiği eşsiz kötülükler ve zulümler karşısında caydırıcı hiç bir irade ortaya koyamıyor. İslam toplumları/ülkeleri/kültürleri, konformist kültür ve konformist din algısıyla hesaplaşarak, İslami bilinç alanına çıkarak, Siyonist zulümler/kötülükler karşısında caydırıcı bir irade ortaya koymadıkları takdirde bağımsız bir İslami gelecekten söz edemezler. İslam toplumları için evrensel kötülüğün ifadesi olan Siyonist İsrail hangi ölçüde büyük bir tehdit ise; Müslüman halkların maruz kaldıkları duygusal sömürgecilikler ve akılsız-düşüncesiz umutlar aracılığıyla Müslüman kitleleri edilgenleştiren-itaatkâr sürülere dönüştüren konformist/gelenekçi-muhafazakâr din algısı da aynı ölçüde büyük bir tehdittir. Bugün, bu konformist gelenekçi/örf’çü din ve siyaset algısı sebebiyle, İslam toplumları Siyonist sömürgecilikle, Siyonist vahşetle hesaplaşamıyor, bu sömürgeciliğe ve vahşete katlanıyor, bu sömürgecilik ve vahşetle uzlaşıyor. Bu suretle de, İslam toplumlarına vaziyet eden siyasal iktidarlar, çok büyük ve çok derin bir zilleti normalleştiriyor. Hafızamızın, bilincimizin, onurumuzun, ufkumuzun, sorumluluklarımızın kalbinin Filistin direnişi olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız.
Özgün bir varoluş sistemi temelinde kendilerini tanımlayamayan, bağımsız bir temelde gerçekleştiremeyen her toplum, her dönemde bir dış düşman icat ederek, varlığına bu dış düşmanlar aracılığıyla anlam kazandırmaya çalışır. İslami anlamda ontolojik ve epistemolojik bir özgürlüğe sahip olmayan toplumlar ve kültürler, bağımsız bir siyasal mücadele ve siyasal hareket, yeni bir çağ, yeni bir medeniyet başlatamazlar. Edilgenlik ve tekdüzelikle malûl bir kültür kendisini yenileyemez, yeniden üretemez. Konformist bir kültür/siyaset ve din algısını içselleştiren toplumlar ve kültürler, özgürlük mücadelesinden vazgeçmiş olurlar. Özgürlük mücadelesinden vazgeçmek, entelektüel/kültürel/siyasal tahakküme açık olmak, demektir. Maduniyete, edilgenliğe, ötekiliğe katlanmak, özgürlüğe ihtiyaç duymamakla ilgilidir. Burada sözünü ettiğimiz özgürlük her şey mubah özgürlüğü, bayağılık özgürlüğü değildir. Her şey mubah özgürlüğü, ahlakın, faziletin, hikmetin otoritesini ve sınırlarını reddeder. Bugün, toplumlarımızda her şey mubah liberalizmine dayalı bayağılık özgürlüğü ile; otoriter/milliyetçi/popülist/muhafazakâr keyfi dayatmalar/baskılar/uygulamalar arasında bir çatışma yaşanıyor. İslam toplumlarında, iktidarlar, her zaman, her durumda, konformist/gelenekçi/statükocu/yerli-milli din algısından çıkar ve iktidar sağlayabiliyor. Günümüzde, otoriter/baskıcı/popülist/oportünist iktidarlar, iktidarlarını, konformist din algısının yardımıyla sürdürebiliyor. Konformist din algısı, iktidarlar karşısında teslimiyetçiliği/iradesizliği dayatıyor.
Ontolojik ve epistemolojik bir özgürlük/varoluş mücadelesi için, İslami varoluş temelinde, aklın/kalbin/bilincin ve iradenin özgürleştirilmesi gerekir. Özgürleşme yeteneğinin, eleştirel tavır alma yeteneğinin İslami bilinçle kazanılabilecek bir yetenek olduğunu kaydetmek gerekir. Geleneğin göreneğin, popülizmin, hamasetin belirleyici olduğu toplumlarda hiç bir zaman ve hiç bir şekilde bir özneleşme süreci yaşanamaz. Eleştirel bilince, kendilik bilincine, onuruna ve erdemine sahip olmayan bireyler büyük sürü’nün, küçük ve işlevsiz bir parçası haline getirilirler. Bugün, toplumlarımızda, Türkiye’de de, popülist ve oportünist politik dil-kültür, hayatın düşünsel/kültürel/entelektüel/ahlaki anlamda zenginleştirilmesine katkıda bulunmak bir yana; toplumu her alanda çok derin bir yoksulluğa ve yoksunluğa sürüklüyor. Toplumların ufku’nun tek politik, ya da tek din’i figürün ufkuna eşitlenmesi, ilgili toplumları niteliksizliğe ve kültürsüzlüğe mahkûm eder. Eleştirel düşünceye, kültüre hayat hakkı tanımayan toplumlar, teslimiyetçiliği bir hayat tarzı haline getirirler. Bir özgürleşme mücadelesi, konformist kültürün ve konformist din algısının belirlediği dar ve katı sınırları aşarak, farklı-özgün-bağımsız düşünme ve yorumlama yeteneğinin somutlaşmasıyla başlatılabilir. Konformist kültüre konformist bir din algısına maruz kalan toplumlarda, kitleler, propoganda yoluyla yönlendirilmeye açık oldukları için, doğru ile yanlış arasındaki farkı anlayamıyor, ahlaki bir sorumluluk üstlenemiyor, bu nedenle de, toplumsal bir akıldışılıkla bütünleşiyor. Yakın geçmişte, Türkiye’de aşırı imtiyazlara sahip olan seküler kesimler, ideolojik sömürgecilik yoluyla otorite ve meşruiyet kazanırken; muhafazakâr/dindar kesimleri aşağılayarak adaletsizliğe mahkûm ettiler. İçerisinde bulunduğumuz dönemde de, benzer şekilde, aşırı imtiyazlara sahip olan muhafazakâr/dindar kesimler, bu defa, duygusal sömürgecilik yoluyla otorite ve meşruiyet kazanarak, seküler kesimleri aşağılıyor ve adaletsizliğe mahkûm ediyor. Her iki kesim de, ellerine fırsat geçtiğinde, birbirlerinin temsil ettiği değerleri değersizleştirmek için büyük çabalar harcıyor. Bu çabalar, aynı toplumun mensupları oldukları halde, tarafların birbirlerini anlamalarına, dinlemelerine, birbirleriyle konuşmalarına izin vermiyor. Bugün, Türkiye’de, popülist/sağcı/muhafazakâr/milliyetçi otoriterliğin ‘‘siyasal İslamcılık’’ olarak tanımlanmasının, İslam adına çok büyük bir talihsizlik olduğunu bilmek/anlamak gerekir. Günümüzde, İslam toplumlarında ne yazık ki, İslami değerlerin yerini etnik değerler, İslami meşruiyetin yerini de, ulus-devlet meşruiyeti alıyor. Konformist toplumlarda entelektüel bağımsızlık söz konusu olmadığı için, ideolojik sömürgecilik de, duygusal sömürgecilik de, hiç bir şekilde ahlaki bir kültürü, siyasal bir kültürü temsil etmiyor. Popülizmlere ve oportünizmlere kültürsüzlükler ve niteliksizlikler cesaret veriyor. Popülist-sağ-muhafazakâr-otoriter propoganda dili ve söyleminin Türkiye’de de tecrübe edildiği üzere, hiç bir toplumda toplumun entelektüel/ahlaki/manevi/estetik/kültürel iyiliğine hiç bir şekilde, hiç bir katkısı olmamıştır. Günümüzde, ahlaki ve siyasi kültürün yerini, karşıtlık/düşmanlık ve nefret kültürü alıyor. İdeolojik sömürgecilik de, duygusal sömürgecilik de toplumlarımızı, Müslüman kitleleri tek akla, tek kültüre mahkûm ediyor. Hangi yönden, hangi kesimden gelirse gelsin, başkalarının temsil ettiği, tecrübe ettiği bütün değerleri, ideolojik ya da duygusal nedenlerle değersizleştirmeye çalışmak bir kötülük biçimidir. Nefret kültürü, bu kültürü temsil eden kesimlerin yakıcı sorunlarla, patolojilerle karşı karşıya olduklarını gösterir.
Tek akla, tek yoruma kapatılan toplumlarda, bu akıl ve yorum, kimin aklı ve yorumu olursa olsun, ilgili toplumları, entelektüel anlamda büyük bir yoksulluğa ve kuraklığa mahkûm eder. Tek aklın ve tek yorumun hâkim olduğu toplumlarda, eleştirel aydınlara, düşünürlere ve âlimlere hayat hakkı tanınmaz. Günümüz İslam toplumlarında İslam, ne yazık ki, yerli-milli, mezhepçi-kabileci yorumların sınırları içerisine hapsedilmiş bulunuyor. Bu toplumlarda, maalesef, aziz İslam bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Evrensel anlamda nesnellik ve esneklik içeren yorumların marjinalleştirilmesi, ümmet bilincinin çöküşüne işaret eder. İslam, İslam toplumlarında kabileci klişelere kapatılırken, modern dünyada da ideolojik klişelere ve tarihsel önyargılara kapatılıyor. Bugün, evrensel İslami bilincin onurunu temsil eden düşünürlere ve filozoflara sahip bulunmuyoruz. İslam toplumlarında, iktidar sahiplerinin, siyasi ve ahlaki otoritenin bütünlüğünü bozdukları günden bu yana çok derin bir yozlaşma yaşanıyor.
İslam toplumlarında, düşünsel-zihinsel tembelliğin gelenek ve konformist kültür tarafından tahkim edildiği zamanlarda, bilgi’nin ölümü gerçekleşti. Bilgi’nin ve bilincin geri çekildiği toplumlarda, bugün ya romantik bir muhafazakârlık, ya da Makyavelist bir muhafazakârlık belirleyici hale geldi. Makyavelist muhafazakârlığın belirleyici hale geldiği bir toplumda, bir iyilik-adalet ve erdem mücadelesi verilemez. Bugün, toplumlarımızda ‘‘hak’’ ve ‘‘adalet’’ kavramları iktidar yapıları tarafından bütünüyle araçsallaştırılmış bulunuyor. Bu nedenledir ki, bugün, toplumlarımızda kapsayıcı değerler sisteminin yerini, dışlayıcı değerler sistemi alıyor. Bu anormal durum, ilgili toplumların toplumsal sağlığını yitirdiğini gösterir.
İslami bilinç evinde yaşayanlar ve dünyaya İslami ufuktan bakmaya çalışanlar için, ne doğu vardır, ne de batı. Taşralılık ve bağnazlıkla malûl bir kültürle, evrensel akla ve evrensel yoruma ulaşılamaz. Politik çıkarlar adına, kitleleri seferber etmek üzere araçsallaştırılan konformist/taşralı din algısıyla, din dili ve söylemiyle ne insanlığa hitap edilebilir, ne de geleceğe hazırlanılabilir. Bu algı, dil ve söylemle, İslami bütünlük gerçekleştirilemeyeceği gibi, İslami yeniden yapılanma da gerçekleştirilemez.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *