Dünyanın dört bir yanında İslam beldelerini korumak için hayatlarını feda eden mücahitlere şükran borçluyuz. Fedakâr anne ve babalarının ellerinden öpüyoruz. Allah direnişlerini, şehadetlerini kabul buyursun. Bizlere de gerçek imanı bahşetsin ki bizler de onların yollarını sürdürmeye cesaret edebilelim.
Hikmet Ertürk
Bakın Tevrat’ta Yahudilerin Rabbi ne diyor:
“…Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın.”
(Muharref Tevrat, Tensiye bölümü, ayet 10-17)
“…Onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme. Erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.”
(Muharref Tevrat, 1. Samuel bölümü, ayet 3)
Rableri böyle emrediyor, erkekten kadına, çocuktan emzikli olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldürün diyor. Size vaat edilen topraklarda yaşayan hiçbir canlıyı sağ bırakmayın.
Bu şu demek oluyor: Gazze’de öldürülecek herhangi bir canlı kalmadığı takdirde vaat edilen topraklarda yaşayan Müslümanlar varsa onların da öldürülme zamanları gelecektir.
Hatırlayın, sözde İsrail’in eski Cumhurbaşkanı İzak Rabin’in vaat edilen bu topraklar ile ilgili “Tevrat tapu kadastro metni değil’’ dediği için kendi halkından olan Yigal Amir tarafından öldürüldüğü günü.
İzhak Rabin’in öldürüldüğü gün Ürdün Kralı Hüseyin çılgına dönüyor. Kardeşim dediği İzhak Rabin için bakın neler söylüyor:
“Kardeşimin, dostumun ve arkadaşımın yokluğuna kederleniyorum. Onun bize, bizim de ona saygı duyduğumuz bir askerdir o. Rabin, barış için bir asker gibi yaşadı ve barış için bir asker gibi öldü. Allah seni kutlu kılsın. Bizler ne utanıyoruz, ne korkuyoruz, ne de arkadaşımın aynen dedem gibi uğruna feda olduğu mirası sonuçlandırmak için bu kadar çok kararlıyız. O, cesaretin ve vizyonun adamı idi ve kendisine bir adamın sahip olabileceği en büyük meziyetler bağışlanmıştı. Cesurdu, ileri görüşlüydü ve kendini barışa adamıştı. Sizin huzurunuzda, halkımın önünde ve dünyanın önünde söz veriyorum ki aynı mirasa bizlerin de sahip olabilmesi için azami gayreti göstereceğim.”
Bu adamın babası ise Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’dir. Hani şu İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlı askerlerini arkadan vuran kişi. İşte bu yardımlarından dolayı İngilizlerin, oğullarından birine bağışladığı, halkı Müslüman ülkelerden birisidir Ürdün.
Kral Hüseyin (şimdi oğlu Abdullah o makamda) ya da Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es Sisi, Suudi Amerika ya da diğer çoğu İslam ülkeleri(!)nin liderleri… Bunlar sözde İsrail devletiyle kirli ilişkileri, sıkı dostlukları olan işbirlikçiler. O yüzden Müslümanların bu ve benzeri ülke yönetimlerine aldanmamaları gerekir. Bu ülkelerin yöneticilerinin Müslüman kardeşleri için yardımda bulunacağını düşünmek de çok safça bir temennidir.
Mısır hükümeti Gazze’deki Müslümanlar için tek çıkış kapısı olan Refah’taki sınır kapısından geçişlere geçmişte olduğu gibi şimdi de izin vermiyor. O günlerde açıkça söylenmese de bugünlerde Mısır hükümeti açıkça, kapının açılmasının Amerika’nın iznine bağlı olduğunu söyleyebiliyor. Bu hafif söylemler şu anda dünya üzerindeki tüm Müslüman ülkelerin bir şekilde güçsüzlüğünden, yönetimlerinin halklarından habersiz bir şekilde düşmanlarına olan gizli bağlılıklarındandır. Bunu anlamanın en güzel yolu olarak bu liderlerin söylediklerine, yaptıkları duygusal konuşmalarına değil de fiili olarak bulundukları ilişkilere bakmak yeterlidir.
Burada Yemen’in önderlerine ve halkına ayrı bir parantez açmak lazım. Kızıldeniz’i kapattıklarında ABD Yemen’i vurmak için bir koalisyon kurup Yemen’i bombalamakla tehdit edince Muhammed el-Buheyti’nin, “ABD’nin yaptırımlarından korkmuyoruz. Gazze’yi desteklemezsek Allah’ın bizi cezalandırmasından korkuyoruz.” sözleri tüm Müslüman ülkelerinin idarecilerinin ikiyüzlülüklerine söylenmiş en güzel sözdür.
İşgalci eski İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Gazze’de yapılan katliamlar karşısında “Dünyadaki imajımızın ya da kimin ne söylediğinin hiçbir önemi yok’’ demişti. Gerçekten de öyle. Kimin ne söylediğinin hiçbir önemi yok çünkü büyük oranda dünya yönetimleri onların dostları durumundadır. Buna Müslüman ülkelerin yönetimleri de dâhildir. İş bugünlerde diplomasi yerine açıktan kaba kuvvete dönmüştür.
Geçenlerde Netanyahu da Arap liderlerine “İktidarınızı korumak istiyorsanız sesinizi kesin” dedi, gerçekten de seslerini kestiler.
Bu yüzden bu ikiyüzlü sistem yöneticilerinden istekte bulunmayı bir kenara bırakıp, Kur’an’ı yol gösterici olarak kabul etmemiz en doğru ve tek yoldur. Kur’an’ın haberinden anlıyoruz ki bu ölümlerde hepimizin suçu var.
Kur’an diyor ki,
“Bütün bunlarla birlikte, [unutmayın ki] hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler; siz de (birbirinizle) öyle olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.” (Enfal, 73)
Güçlü olmanın yolu/sırrı birlik olmaktır. Yani halkların birliği…
Fakat ne acıdır ki şu an, inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler/birliktirler. Hatta buna Müslüman ülkelerin yöneticileri de dâhildir. Ama bizler birbirilerimizle müttefik değiliz. Ve bu ne yazık ki Kur’an’da Allah’ın sözlerine rağmen böyledir.
Meydanları doldurmak, uzak yerlere sloganlar atmak çok da çözüm üretmiyor. Eylemler tümden etkisiz değil fakat ileriye dönük çözüm üretmekten uzaktır. İslami ya da insani sivil topluluk/örgüt ve derneklerin bu eylemleri yöneticilerinin ellerindeki daha büyük imkânlarla daha büyük gayret içerisinde olmasını hedeflemektedir. Fakat görünen o ki bu uyarılar fayda vermiyor. Sistem yöneticileri bu tarz sivil eylemleri kendilerine tehdit gibi algılıyorlar. Kendileri de ellerindeki gücü İsrail’e kullanmak yerine miting yapıp kendi halklarına İsrail’i şikâyet ediyorlar. Ya da eylemcileri tutukluyorlar.
Allah günleri mutlaka değiştirecektir. Herkes de kendi yaptığı/yapmadığı amellerden sorumlu tutulacaktır. En çok da ellerindeki imkânları kullanmayanlar öteki dünyada ağır hesaba çekilecekler. O yüzden sadece Allah’a güvenelim sadece O’ndan korkalım. Kimin ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur.
Kur’an’da, “O inananlar ki başka insanlar tarafından, ‘Bakın size karşı bir ordu toplanmış, onlardan kendinizi koruyun!’ şeklinde uyarılmışlardı ama bu onların sadece imanını arttırdı ve ‘Allah bize kâfidir; O ne mükemmel bir koruyucudur!’ diye cevap verdiler.’’ (Al-i İmran, 173)
Bu ayetin şahitliğini yapan, İslam’a olan bağlılıklarını sürdüren milyonlarca canımız var. Gerçekten inanmış bir topluluğu ölümlerle korkutamazsınız.
Ayrıca son dönemlerde oluşan resim bize gösterdi ki dünya üzerinde vicdan sahibi olan her kesimden güzel insanlar da var. İnşallah Filistin davasına çok büyük güç katacaklar. Bu güzel insanlarla tanışmak, iyilik adına birliktelikler kurmak gerekiyor. Bu gelişmeler filizlenen yeni umutlardır.
Bu dünya hayatımız bir sınav vesilesi. Yüce Allah da bu sınav sebebi ile dönemleri sürekli birbiriyle çevirmektedir. Gazze’de yürekleri dağlatan büyük acıların çaresizliğini gördük. Bir şeyler yapamamanın verdiği acıyı anladık. Bu acıları unutmayalım.
Gevşeklik göstermeyelim, üzüntüye kapılmayalım. Eğer inanmışsak üstün gelecek olan bizleriz. Eğer biz (Uhud’da) bir acıya uğradıysak, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri Allah insanlar arasında döndürür durur (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip eder.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarır ve aramızdan şahitler edinir. Allah zalimleri sevmez. Bir de (böylece) Allah, iman eden bizleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helak etmek ister. (Al-i İmran, 139-141)
Evet, gevşeklik göstermeyelim. Kur’an bize her şeyi güzelce anlatıyor. Birbirilerimizle çekişmeyi, küslükleri bir an öce bırakalım. İhtiraslarımızı bir kenara bırakarak birbirilerimizle birliktelikler, samimi kardeşlikler kuralım. Allah’ın vaat ettiği o değişim günü mutlaka gelecektir. O gün için azık toplamalı, o güne hazırlanmalıyız. Filistin’de yaşananların şahitleri olarak bu acıları unutamayız. Bu acılar bizleri daha da birbirilerimize yakınlaştırmalı. Farklılıklarımıza da tahammül etmeyi öğretmelidir.
Hz. Peygamber (sav) bu konuda bakın ne söylüyor: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslümanın ayıbını örtenin Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Talut ve askerleri, Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında ne demişlerdi?
“Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle’ dediler.” (Bakara, 250)
“…Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak al canımızı.” (A’raf, 126)
Bu dünyada Müslüman olarak ölmekten daha büyük kazanç yoktur. Ayaklarımızı sabit tutalım, görev yerlerimizi terk etmeyelim, zafer için çaba gösterelim, dua edelim.
İnşallah bu çabalarımız Filistinli şehitlerin geride bıraktıkları ailelerinin acılarını da hafifletir.
Dünyanın dört bir yanında İslam beldelerini korumak için hayatlarını feda eden mücahitlere şükran borçluyuz. Fedakâr anne ve babalarının ellerinden öpüyoruz. Allah direnişlerini, şehadetlerini kabul buyursun. Bizlere de gerçek imanı bahşetsin ki bizler de onların yollarını sürdürmeye cesaret edebilelim. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *