Yazarlar da akademisyenler de yanılabilir. Bundan dolayı eleştirilmesi kadar doğal bir şey de yok. Eleştiri bunların farkına varmamız sağlayan ve kendimizle yüzleşmemize yol açan bir yöntemdir. Ak Parti ve Cemaat kitabımda yanıldığım konular elbette var. Ancak bu kitaptan cımbızla yapılan alıntılar metnin bağlamından koparılmaktadır…
Ergün Yıldırım
FETÖ üzerinden bana karşı karalama kampanyası niteliğinde bir metnin İktibas Dergisinde çıkmasına çok şaşırdım. Yeni farkına vardım, yazı 2020 yılında çıkmış. Çünkü İktibas dergisi Elaziz İmam Hatip yıllarımdan itibaren okuduğum bir dergi. Bu camiadan çok samimi dostluklarım oldu ve halen de bazıları ile devam ediyor. Böyle bir durum olmasaydı böyle bir metne cevap yazmazdım.
Mehmet Durmuş adlı yazarın bazı eleştiri ve ithamlarını maddeler halinde alıntılayarak cevaplamaya çalışacağım. Onun iddialarını tırnak içinde vereceğim. Bu bir savunma değildir. İktibas camiasından gelen dostlarıma verdiğim önemin ve saygının bir gereğidir.
1- “Durup dururken, “Bir akademisyen olarak ne istihbaratla ne de devletin örtük yönleriyle işim oldu” diye bir söz sarf etmesine de anlam veremedim”.
Bu soru işareti neden üretiliyor? Konuşmalarımı yaptığım bağlamdan çıkarılarak nasıl bir anlama taşınıyor bilmek zor. Bu açıklamanın mutlaka bir bağlamı vardır ve orada anlam taşır.
“Yıldırım gazete yazısında “Gülen yapısı devletin de desteği ile önce cemaat olarak yapılanıyor ve daha sonra teröre dönüyor” diyor. Diyor da, bu demesi şu sorunu çözmeye yetmiyor: Bu cümleyi 15 Temmuz 2016’dan sonra, mektep-medrese görmemiş 90’lık bir nine dahi kuruyor. Acaba E. Yıldırım Fetö hakkında, 15 Ocak 2020’de yaptığı bu tespiti, kitabı yazdığı 2011 gibi -Fetö’yü çözme işinde- geç bir tarihte neden yapmamıştır? Yapmamasının kabul edilebilir izahı olabilir ama bizi neden şimdilerde Fethullah’a Hocaefendi bile demeyecek kadar bu yapıya mesafeli olduğuna inandırmaya çalışmaktadır”
Yazdığım kitap 2011 tarihinde yayınlandı ve o dönemin şartlarında Gülenci yapı, devlet ve toplum nezdinde legaldi. Görünen boyutlarıyla yazmaya çalıştım. Ancak 2013 tarihinden itibaren Yeni Şafak gazetesinde yazdığım makalelere bakılsa, yapının ortaya çıkan mahrem yüzünü( ki mahrem tanımlamasını da bu yazılarımda ilk defa ben yaptım, Salih Tuna da buna şahittir) gördüğüm andan itibaren eleştirilerimi yazdım. İzahı budur.
2- “Önce şu hususu netleştirelim: Ergün Yıldırım Ak Parti ve Cemaat isimli kitabında Fetö’yü, iddia ettiği gibi “toplum içinde taşıdığı anlam” açısından değil, kendisi için taşıdığı anlam açısından yazmış”.
Yazar bilimsel yöntemden anlamadığı belli. FETÖ, toplum açısından anlam taşımasaydı yüzbinlerce kişi katılır mıydı, milyarlarca para desteği olur muydu, sohbetlerine bu kadar katılım olur muydu? “Toplum için taşıdığı anlamı olması”, o yapının beslendiği sosyolojiye işaret eder. Bunu tasvip edip etmediğimi değil.
“Fetö’nün fikir babası Said Nursi’ye olan takdirlerini hiç esirgememekte,…. Bir akademisyen olarak Ergün Yıldırım, paralel bir din oluşturma projesinde Fetö ile Said Nursi arasındaki halef-selef ilişkisinden bahsedebilir; aydınlanması bir mağarada başlayan Said Nursi’den ilk etkileri alan Gülen üzerinde risalelerin yaptığı tahribata eğilebilirdi. Hiç değilse ‘Bedîüzzaman’ ismindeki şatahata olsun dikkat çekebilirdi. Nursi’nin Hristiyan batıya olan tabasbusundan, zehirli diyalog söylemlerinden, Fethullah’ın mistik hezeyanlarının hemen tamamının önce Nursi’nin, o, ismi bile aydınlanma olan risalelerinden devşirildiğini”.
Saidi Nursi, bu ülkenin önemli din âlimlerinden biridir. Çağdaş Müslüman sorunlarına çözüm getiren yeni bir kelam inşa etmiştir. Tarikatların yasaklandığı ve din eğitiminin olmadığı zamanlarda dini ihtiyaca cevap vermiştir. Gülenin fikir babası olduğu tartışılır. Ama önce Nurcular ortamında doğması ve daha sonrada buradan tamamen ayrılması da bir gerçek. Nitekim Öznenin Ölümü kitabımda bu konuyu daha geniş ele aldım.
3. “Devleti kurmak ve devleti ele geçirmek amacından öte devleti değiştirmek çabası içinde olduğu söylenebilir. Devletteki yanlış uygulamalardan dolayı devlete meydan okunmaz, bunun yerine yanlış kadrolar ve ideolojilerle mücadele edilir. [Demek ki Fetö 15 Temmuz’da iş bu ‘yanlış kadrolarla’ mücadele etmiş!] Bu yaklaşım Gülen Cemaatinin de içinde bulunduğu ve varlığını üzerinde kurduğu Ehli Sünnet Müslümanlık tecrübesinden gelmektedir”.
Türkiye’de bütün muhalefet yapıları üzerine yaptığım bu tespitte yanlış olan nedir, anlayamadım. Bilimde realiteye ayna tutmak, onu savunmak manası gelmez.
4- “Ancak Türkiye, toplumu aydınlatacak, sorunlarına çözüm getirecek ve belli etik değerlerle topluma örnek olacak elit arayışını sürdürdü. Gülen Hareketi bu arayışa cevap veren bir olgu olarak yükseldi.”
Yazarın bu eleştirisini haklı buluyorum. Bu kitabımda Gülenci yapıyı sivil toplum diye tanımladığım için de yanıldım. Çünkü sadece zahiri tarafına bakarak bu yargıya ulaştım. Ancak 2013 tarihinden sonra başka yüzlerini gördükçe sivil toplum olmayacağını da yazılarımla ele aldım.
5-“Işık evleri, altın neslin yetiştiği sivil mekanlardır. Çünkü bütün formel biçimlerden uzak, cemaatçi ortamın sıcak kardeşlik ağları olarak var olmaktadırlar. Burada zaman, okuma, ibadet, fedakârlık ve paylaşma gibi faaliyet ve değerler birlikte yaşanılır. Yaşanarak öğrenilir.” (Bu ve sonraki üç paragrafı yazar F. Gülen’in Sızıntı’daki yazısından iktibas etmiş olup, kendisi hiçbir karşıt görüş belirtmemiş yani takrir etmiştir)”.
Bu yazıları aynen aktarmakla onları takdir etmek anlamı çıkmaz. Karşıt görüş belirtmemenin onu onaylayacağı anlamına geleceği sonucu çıkmaz.
Yazar, aşağıda verdiği paragrafı da yıllar önce Soner Yalçın bana aitmiş gibi iftira attığı paragraf. Bari bu yazar, tırnak içine alarak bana ait olmadığını unutmamış!
“Işık evler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erlerinin halvethane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifetle açıp-kapayan kudsîlerin vâridat iklimleridir. Tadını, havasını, rengini, rayihasını ötelerden alan ışık evler, dünyada, ukbâ yamaçlarına kurulmuş ve fizik-ötesi alemlerin rasathaneleri gibidirler.”
Fakat bu paragrafı tırnak içinde verdiği halde karşı görüş belirtmedim diye savunuyormuşum düşüncesine kapılarak yine bana ait olmayan sonuçlara varıyor. Bir kelimeyi veya terkibi (Yeni Nesili büyük harfle yazmışım) büyük harflerle yazmışım diye onu olumladığım iddia ediliyor. Bilimsel çalışmalarda dikkat çekmek, sembolik yönünü ve ağırlığını vurgulamak için bu tür yollara başvurulur.
6- “Köşe yazısındaki beyanına göre Ergün Yıldırım’ın en büyük kaygısı bakın neymiş: Eğer Fetö ile mücadele ederken bütün geçmişi Fetö diye okursak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları, bakanları ve müsteşarları da yargılamak durumunda kalabilirmişiz!… Ergün Yıldırım köşe yazısında neden kendini bu kadar aklama gereği duymaktadır?”
FETÖ üzerine okumalar yaparken ne sol ne de ulusalcı gözlükle bakma zorunluluğumuz yok. 2013 öncesini de terör diye tanımlarsak (ki Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2014 tarihinde Paralel Yapı der), o zaman bu dönemde bu yapı ile çalışan, medyasında yazan, program yapan, dershanelerinde çalışan, gazetelerine abone olan herkes iltisaklı hale gelir. Bu da nerede ise muhafazakâr, milliyetçi ve dindar kesimin büyük kısmının suçlu olması demektir. Kendimi neden aklayayım? Bu yapının düzenli medyasında program yapmadım, gazetelerinde yazmadım, kurumlarında çalışmadım.
7- “Yıldırım’ın Gülen yapısını ‘hareket’ olarak isimlendirmesi bile yapıyı olumlamaktır”.
Sosyolojik olarak hareket nötr kavramdır. Bütün şiddet ve barış gruplarına topluca hareket denir. Yazar, hareket kavramını kullanmamı, bu yapıyı olumladığım anlamını çıkararak beni suçlu göstermeye çalışıyor.
O zaman elimize liste verilsin, hangi kelimeleri neler için kullanacağımızı da söylesinler! Böyle bir listeyi, 28 Şubat yıllarında ziyaret ettiğim Marmara Üniversitesi İlahiyat fakültesinde bir hoca bana göstermişti!
Son
Yazarlar da akademisyenler de yanılabilir. Bundan dolayı eleştirilmesi kadar doğal bir şey de yok. Eleştiri bunların farkına varmamız sağlayan ve kendimizle yüzleşmemize yol açan bir yöntemdir. Ak Parti ve Cemaat kitabımda yanıldığım konular elbette var. Ancak bu kitaptan cımbızla yapılan alıntılar metnin bağlamından koparılmakta, bazen alıntılar doğrudan ben söylemişim gibi verilmekte ve yukarıda görüldüğü gibi çoğunlukla da ön yargılarla yapılan keyfi, niyetli ve ötekileştirici yorumlarla hiç söylemediğim anlamlar çıkarılmaktadır. Hatta icat edilmektedir.
Bu metinlere eleştiri denmez; yargılama ve mahkum etme denebilir ancak. İktibas gibi bilgiyi, kanıtı ve aklı önemseyen bir dergide böyle aşırı, keyfi ve ötekileştirici yorumlarla “kötülük icadı” yapılmasına üzüldüm.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *