Mukallip İnsan

Mukallip İnsan

Salt bir akılla hareket etmek nasıl ki insanı mekanik/robotik bir hale dönüştürüyorsa, salt bir kalp ile hareket etmek de insanı ruhsal bir uçuruma sürükler. O nedenle akıl ile kalp birbirine bağlı ve dengede olmaklığıyla insanı olması gerektiği kıvamda tutar…

Mehmet Akif Coşkun

“Siz ey imana erişenler! Her ne zaman sizi, size hayat verecek bir işe çağırırsa, Allahın ve (dolayısıyla) Elçinin bu çağrısına icabet edin; ve bilin ki, Allah insanla kalbinin (meyilleri) arasına müdahale etmektedir; ve sonunda Onun katında bir araya getirileceksiniz.”
(
Enfal Suresi 24)

Kalpten kalbe bir yol vardır
Gözünen görünmez sırdır
(Neşet Ertaş)

İnsanı mekanik bir yaratık haline dönüştürmenin türlü yollarını icad edenlerin gösterdiği gayret kadar, insanın selim bir kalbe sahip olması için gayret gösterildiğinden ne kadar eminiz? Türlü kölelik tecrübelerinden geçmiş insanoğlu hiç bu çağdaki kadar bile isteye köleliye perestiş etmemişti. Kalp ile akıl arasındaki terazinin akamete uğramasıyla insanın tabiatı da o denli bozulabilmektedir. Bu muazzam dengeyi Allah bir şarta mebni kılmış sanki; bir kalbe sahip olma şartına. Hepimiz akıllı olduğumuzu iddia ederiz. Akıl sahibi olduğumuz iddiası kadar bir kalbe sahip olduğumuzu iddia edebiliyor muyuz? Sahip olduğumuz aklımızın da aslında bir kalbe ihtiyacı olduğunu ve ancak onunla bir dengeye oturduğuna vakıf mıyız? İman etmenin, aklın kalp ile yolunu bulmasıyla mümkün olduğunu düşünüyorum. Bir dağa baktığımızda ne hissederiz? Belli başlı kıtaların kayması sonucu yan basınçlara uğrayarak yumuşak tabakaların kıvrılarak yükselmesiyle dağların oluştuğu şeklindeki bir açıklama bilgimizi artırmaktan öteye gitmez. Bir dağa baktığımızda bundan daha fazlasını isteriz. Bilgiden daha ötesini isteriz. Dağa baktığımızda eğer içimizde türlü duygular harekete geçiyorsa, bu bilgiden değil, sahip olduğumuz bilincin, gözümüzü ve gönlümüzü tetiklemesinden dolayı oluşur. Bilgi akıl ile, bilinç ise aklın kalp ile yoğrulmasından neşet eder. Bilinç bilgiyi de ihtiva eder. Fakat salt bilgi, bilinçten yoksundur.

Akıl ölçer, tartar, ayırır, parçalarına böler, parçaları birleştirir, hesap eder, belli bir mantık çerçevesinde çözümlemeye kalkar. Kalp ise, aklın yapıp eylediklerinden uzaktır. O karşılaştığı her olguya duygusal yaklaşır. Duygusal hareket eder ve duygusal karar verir. Salt bir akılla hareket etmek nasıl ki insanı mekanik/robotik(1) bir hale dönüştürüyorsa, salt bir kalp ile hareket etmek de insanı ruhsal bir uçuruma sürükler. O nedenle akıl ile kalp birbirine bağlı ve dengede olmaklığıyla insanı olması gerektiği kıvamda tutar. Düşüncelerimizde, kararlarımızda ve çevremizle olan ilişkilerimizde sadece akıl ile hareket etmek insanı donuklaştırmaktadır. Muhatabı olduğumuz şeyle/kimseyle ünsiyet kurabilmek için bir kalbe ihtiyacımız var. Akıl, bize muhatabı olduğumuz şey yahut kimse hakkında sadece zahiri bir bilgi aktarır, mantığımızda yoğurmamızı ister. Hangi çevrenin ve toplumun kabulleri ile donatılmış iseniz onun doğruları ile hüküm vermenizi ister. Muhatabınızın iç dünyasına ulaşmaya, onunla ünsiyet kurabilmenize olanak tanımaz. Mutedil bir yaklaşım ancak akıl ve kalbin birlikte hareket etmesiyle mümkün olur.

O nedenle akıl ile sahip olunan bilginin, muhatabının durumu göz önünde tutularak, o bilgiyi sağlıklı bir dil, uslup, ahlak ve merhamet gibi bir duruş ile muhatabına aktarılması ancak kalp sayesinde mümkün olur. Akıl anlarsa, kalp de anlayış gösterir. Anlamak kadar anlayış göstermek, ve hatta anlamasak yahut anlayamıyor olsak da anlayış göstermek de sorumluluğumuzun bir parçasıdır.

Aklımızı bilgi ile donatırken aynı zamanda kalbimizle de yoğurmalıyız. Aklımızın ihtiyacı olduğu kalpten yoksun olmak bizi mekanikleştirir. İstedikleri de budur zaten. Ne kadar çok kalpten uzak, mekanik bir hal alırsak onların tuzağına düşmemiz de o kadar olasıdır. Allah ancak kalp sahibi bir kimseye müdahil olmaktadır. Kalbimiz yanar döner, nereye konacağını bilmez, şaşkın, duygusal, alıngan, aldanmaya müsait, inanmaya mütehassırdır. İnsanın harmonik yapısı bundan daha güzel nasıl tarif edilebilirdi ki. Olsun, yeter ki bu kalp akıldan uzak tutmasın kendini.

Kalp kelimesi köken itibariyle arapçada, bir şeyi başlangıcına doğru evirip çevirmek, döndürmek, anlamına gelmektedir.(2) Kurandaki kalp ifadesi ise; ruh, şuur, vicdan, duygu, düşünce ve akıl merkezi anlamında tümünü birden ifade için kullanılır.(3) Farklı ayetlerde, geriye dönen, çevrilen, ters çevrilen, düşen, devrilen(inkılap) ve akibet anlamlarında kullanılmıştır.(4) (Dilimizde kalp kelimesine karşılık gelen yürek kelimesi de köken itibariyle uygurcadan türemiş olup eski Türkçedeki yır (ses vermek, ötmek, şarkı söylemek) köküyle ilişkili olduğu söylenir.(5))

Böylesine sürekli bir devinim halinde olan, sürekli evrilen, devrilen, ters çevrilen, türlü akibetlere maruz kalan kalp neyle uslanacaktı?  Akledip iman üzere bir çabayla sorumluluğunun bilincinde olan kimseye Allah müdahil olmaz mı? Müdahil olduğunu nasıl anlarız peki? Gören gözümüzde, işiten kulağımızda velhasılı tüm hassalarımızda kalbimizin atışları yoksa bu kalbin meyilleri ile bizim aramızda müdahil olan bir Allah da yoktur. Önce bir kalbe ihtiyacımız var. Anlayabilmemiz için ağlayabilmemiz önemlidir.(6)

Bu konu ne vakit gündeme gelse aklıma Musa peygamberin annesi gelir. Hani o, daha kundaktaki bebek Musa’yı firavunun zulmünden korumak için kaçarken  bir nehire ulaşmış ve telaş içinde ne yapacağını bilmez bir halde Allah’a yakarmıştı.(7) Ardında firavunun askerleri, önünde ise kaçmasına engel olan bir nehir ve tüm bu olanak ve imkansızlıkların ortasında kucağında oğlu musa ile çaresiz bir anne. Akıl, anneye şunu fısıldıyordu; çocuğu nehire bırakmazsan az sonra gelecek olan askerler öldürecek. Yok, nehire bırakırsan bu sefer nehirde boğularak ölecek. Musa’nın annesi aklının ve mantığının pompaladığı bu koşullar üzerinde ne kadar hesap kitap etse de boştu. Akıl durmadan bir imkansızlığı telkin ediyordu. Musa’nın annesi aklının ermediği bu çaresiz halini Allah’ına arz etti de Allah onun kalbine, cocuğu nehire bırakmasını ve Allah’a güvenmesini ilham etti. Her ne kadar aklı almasa da Musa’nın annesi çocuğunu Allah’a emanet bırakıp nehire salıverdi. Hikayenin devamı ise hepimizin malumudur.  Bu kıssa, bize sadece tarihi bir olayı anlatmaz. Akıl ve kalp arasındaki ilahi sırra da bir pencere açar. Firavunun zulmünden haberdar olmuş ve onu, başına gelecek felaketten kurtarmak için bir çözüm arayışına sevk eden ve nehirin kıyısına kadar getiren şey onun sahip olduğu akıldı. O akıl sayesinde nehire kadar ulaştı. Akıl onu ancak nehirin kıyısına kadar getirebildi. Fakat aklının da bir sınırı olduğunu nehrin sınırına ulaştığında anladı. Aklının ermediği yerde Allah’ına sığındı. Kalbinin meyilleri(evladını kaybetme acısı) ile kendisi arasında(aklı) çaresiz kalan o anne kalbine gelen ilhamla bıraktı onu nehire. Aklı almasa da kalbi ona yol göstermişti.

Özellikle bu çağın bizlerinde gördüğümüz başlıca sorun gittikçe büyüyen bir ümitsizliğin hakim olduğudur. Öyle ki bizlerdeki bu hastalık, eski kuşakları da etkisi altına almaktadır. Durmadan büyüyen bu ümitsizlik kalp yoksunluğundan başka bir şey değildir. Aklın durmadan bir imkansızlığı telkin etmesi ve sığınacak bir Allah bilincini aşılayan bir kalbin yoksunluğu, insanı ümitsizliğin mahkumu etmektedir.   

Oysa Allah’ın istediği bellidir,

“Allah katında insanların mallarının ve dünyalıklarının hiçbir değeri yoktur. O insanlardan ‘selim bir kalp’ istemektedir.” (Şuara 84)

ve yaşanılan bu temel sorunun reçetesi de bellidir;

“Müminlerin kalpleri ancak Allah’ı anarak (zikrederek) doyar, onların kalpleri Allah’ı hatırlayarak gıda alırlar.” (Rad 18)

Bu gıda sayesindedir ki; “Allah adı anıldığı zaman müminlerin kalbi ürperir.” (Enfal 2)

“Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez; ve (bilin ki) Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” (Enfal 53)

Ey Rabbimiz, bizi henüz bedenimize can pompalayan kalbimizden yoksun bırakma.

Ey Rabbimiz, biz biliyoruz ki sana karşı sorumluluk bilincinde olursak ancak, bize hakkı batıldan ayıracak bir ölçü bahşedersin, sana olan sorumluluğumuz ile ancak kötü işlerimizi silip örtersin. Ey bağış ve cömertliğinde sınırsız Rabbim, bizi bağışla.(8)

Ey Rabbimiz, kalplerimizi bağdaştır, kaynaştır bizi birbirimize kenetle. Zira hakkı inkara şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler. Biz de öyle olmadıkça (o kutsal ittifak kurulmadıkça) yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.(9) 

Dipnotlar

(1) Fransızca ve İngilizce robot “mekanik insan” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Çekçe robot “mekanik işçi” sözcüğünden alıntıdır. (İlk kullanımı: 1920 Karel Çapek, Çek romancı.) Bu sözcük Çekçe robota “mecburi hizmet, angarya, köle emeği” sözcüğünden türetilmiştir. Çekçe sözcük Eski Slavca aynı anlama gelen rabota sözcüğünden alıntıdır. Slavca sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan orbh biçiminden evrilmiştir. (Etimoloji Türkçe)

(2) Arapça g-l-b fiili, döndermek, çevirmek, devrilmek anlamlarına gelmektedir. İsfahani, Müfredatında kalp kelimesine şu şekilde bir açıklık getirmektedir; bir şeyin kalbi, onun bir şekilden başka bir şekle çevrilmesi, döndürülmesidir. Bu insanın kendi yolundan alıkonması/çevrilmesi anlamına gelir. İnsanın kalbine gelince, deniyor ki çokca değiştiğinden/aşırı değişkenliğinden bu adı almıştır. Yüce Allah’ın kalpleri ve basiretleri çevirmesi, onları bir görüşten bir başkasına döndürmesi demektir. (Enam 110)‭ ‬قليب‭ ‬: Suyu hiçbir zaman tükenmeyen kuyuya kaliibun adı verilir. (İsfahani – El Müfredat Kalb kelimesi)

(3) R. İhsan Eliaçık – Yaşayan Kur’an, s. 750

(4) Bakara 143, Bakara 144, Ali İmran 127, Araf 119, Tevbe 48, Şuara 26, Kehf 36

(5) Etimoloji Türkçe

(6) Reis Bey, Necip Fazıl Kısakürek

(7) Kasas 7

(8) Enfal 29

(9) Enfal 63,73

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *