Erdoğan’ın 2004-2024 Yirmi Yıllık ABD-İsrail ve AB Politikası

Erdoğan’ın 2004-2024 Yirmi Yıllık ABD-İsrail ve AB Politikası

2004’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da ne konuşmuş, neler söylemişti? Erdoğan’ın konuşması, 30 Ocak 2004’te Harvard Kennedy Okulunda düzenlenen John F. Kennedy Forumunda gerçekleşir. 29 Ocak 2004’te de yani bir gün önce de Amerikan İşletme Enstitüsü’nde bir konuşma yapmıştır.

Yakup Döğer

İnsanların, yaşadıkları dönemi daha iyi anlamaları için, bazen uzak tarihlere bazen de yakın tarihe müracaat etmek gerektiği kanaatine sahibiz. Ülkemizde yirmi iki yıldır iktidarda olan muhafazakâr demokratların, iç ve dış siyasette izledikleri politikayı da anlamak için, iktidarlarının ilk yıllarına, ilk yıllarda söylediklerine bakmamız gerekmektedir.

7 Ekim sonrası işgalci siyonistler Gazze’de insanlık dışı katliamlar ve soykırımlar yapmaya başladı. Lakin kırmızı çizgisi “Kudüs” olan muhafazakâr iktidarın, işgalci siyonistlere karşı laftan öte bir yaptırımı olmadı. Ticari ve siyasi ilişkiler her zamanki gibi devam ediyor. Erdoğan yüksek perdeden İsrail’e karşı sesini yükseltse de bu ses yükseltmenin içeriye dönük olduğu çok net anlaşılıyor.

İşgalci siyoniste sınırsız düzeyde silah ve para desteği veren, işgalcilerin katliamlarını görmezden gelen Amerika ile hiçbir şekilde ilişkilere zarar gelmedi. Amerika, Suriye’nin kuzeyinde YPG/PKK örgütüne mali ve silah yönünden akıl almaz imkânlar sağlıyor. Çeşitli saldırılarda gencecik ana kuzuları hayatlarını kaybediyor ve saldırıların arkasında ABD-İsrail parmağı olduğu devlet ricali tarafından ifade ediliyor. Lakin buna rağmen Amerika ile ilişkilerde hiçbir problem, bozulma, aksaklık yaşanmıyor. Olmadığı gibi Amerika bütün üs ve askeri tesisleriyle ülkemizde istediği gibi davranabiliyor.

Diğer bir mesele Avrupa Birliği’ne girme meselesi. Erdoğan’ın ifadesiyle kırk yıldır kapısında bekleten Avrupa’nın, Türkiye’yi birliğe almayacağı bilindiği halde, girmek için sürekli çaba sarf edilmesi. Hem de bu çaba için, memleket aleyhine yüzlerce yasanın çıkarılması.

Erdoğan iktidarının yirmi iki yıldır ABD, İsrail ve AB ile sürdürdüğü politikadaki sürekliliğin kodları, iktidarının ilk yıllarında Başbakan Erdoğan’ın Amerika’da yaptığı bir konuşmasında görmek mümkün. Ocak 2004 ve Ocak 2024 arasında geçen yirmi yıllık süreçte, AKP ve Erdoğan’ın ilk yıllarda söylediklerinden hiçbir sapma yapmadan siyaset güttüğü görülmektedir.

Peki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ocak 2004’te Amerika’da ne konuşmuş, neler söylemişti? Erdoğan’ın konuşması, 30 Ocak 2004 yılında, Harvard Kennedy Okulunda düzenlenen John F. Kennedy Forumunda gerçekleşir. Yanında dönemin popüler simalarından Egemen Bağış da vardır ve Erdoğan’ın konuşmasını İngilizceye çevirir.(1) Erdoğan 29 Ocak 2004 tarihinde yani bir gün önce de Amerikan İşletme Enstitüsü’nde bir konuşma yapar.(2)

Amerika Birleşik Devletlerinin 51. eyaleti

Forumda Harvard Kennedy Okulu Dekanı, Erdoğan’a hitaben söze başlar ve seçkinci bir dil kullanır. Forumun en seçkin konuğu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan’dır. Amerika Başkanı George W. Bush, Orta Doğu’da demokrasinin gelişmesini desteklemek için elinden gelen her şeyi yapacağını açıklamıştı. Bu projede hiçbir ülke Türkiye’den daha önemli değildir. Dekan, Erdoğan’ın, Türkiye’nin AB’ye katılımını ulusal öncelik haline getirdiğini ifade eder ve ilginç bir öneride de bulunur. Eğer AB Türkiye’yi kabul etmezse, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’nin 51. eyaleti olma olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır. Başbakan Erdoğan, Müslüman dünyası ile Batı arasında gerçekten çok önemli bir muhataptır. Okulun dekanı daha sonra sözü Erdoğan’a verir.

Başbakan sözlerine Harvard Üniversitesi hakkında konuşmakla başlar. Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan da Harvard Üniversitesi’nde ‘‘Kamu Yönetimi ve Politika’’ alanında mastır yapmaktadır.

İslam Kültürü ile Demokrasi Kültürü

Erdoğan, başkan Bush ve ekibi ile bir dizi görüşmesini şöyle ifade eder:

“Başkan Bush ve ekibi ile fevkalade olumlu bir dizi görüşme gerçekleştirmiş bulunuyorum. Orta Doğu’yu yakından tanıyan birçok uzmanın üzerinde birleştikleri bir nokta, bu bölge ülkelerinin demokratikleşemeyeceği şeklindedir. Bu görüşü taşıyanlar demokrasinin batı kültürünün bir ürünü olduğunu ve farklı bir kültüre dinsel sosyolojik ve tarihsel deneyime sahip olan Orta Doğuya uygulanamayacağını dile getirmektedirler.

Aynı şekilde İslam Kültürü ile demokrasi kültürünün uyuşamayacağı da ileri sürülebilmektedir. Esas itibarıyla Orda Doğu’ya bakıştaki geleneksel görüş de bu minvalde. Orta Doğu’da demokrasinin mümkün hatta arzulanır olmadığını savunmaktadırlar.”

Erdoğan, Orta Doğu’da demokrasinin mümkün olmadığı tezine itiraz etmektedir. Amerika ve Batıda oluşan haklı kanaati, ne hikmetse Erdoğan anlamak istemez. Nitekim Orta Doğu’ya demokrasi getirildiğinde (!) elde edilen sonuç çok acı bir şekilde tecrübe edilmiştir. İslam Kültürü ile Demokrasi kültürünün asla uyuşamayacağı da görülmüştür. Demokrasinin, geldiği köken itibarıyla Orta Doğu ve İslam ülkelerinde sömürüye alet olmaktan başka işlevi olmamıştır.

İnancı birey düzeyinde, siyaseti de dinin dışında gören politikacı

Fakat Erdoğan, İslam kültürü ile demokrasi kültürünün birbiriyle uyuşmadığı tezine itiraz eder. Kendince değerlendirmesine göre, Türkiye örneği bu tip paradigmanın geçersizliğini göstermiştir.

“Orta Doğu istisnacılığı olarak da adlandırılan bu görüşün ayrıntılı bir eleştirisine girmeyi gereksiz buluyorum. Her şeyden önce kesinlik iddiasını taşıyan her türlü yargıdan kaçınılması gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan Türkiye örneğinin esas itibarıyla bu tip bir paradigmanın geçersizliğine işaret ettiği de ortadadır. Hele İslam kültürünün demokrasi kültürü ile bağdaşmadığı görüşüne katiyetle itibar etmiyorum. Dinsel inancı birey düzeyinde yaşayan, siyaseti ise dinin dışında algılayan bir politikacı olarak bu görüşün ciddi bir yanılgı olduğuna inanıyorum.“

Başbakan Erdoğan köken itibarıyla Orta Doğu’ya ait olsa da tam bir Amerikalı, Batılı, oralara ait bir insan gibi konuşmaktadır. Erdoğan için esas soru Orta Doğu’da demokrasinin nasıl hayata geçirileceğidir. Zira esas konu, Orta Doğu’da demokratikleşme ulaşılması gereken bir sonuçtur. Yani Orta Doğu’da demokratikleşmenin mutlaka gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Erdoğan’a göre bölgede ve İslam dünyasında demokrasiye göz ardı edilemeyecek bir talep vardır.

“Orta Doğu demokratikleşmelidir derken, sadece kendi arzumu dile getirmediğimi söylemem gerekmektedir. Orta Doğu’da ve genelde İslam dünyasında, göz ardı edilemeyecek bir talep mevcuttur.”

Kan içici emperyalistlerden demokrasi talebi

Peki, bu göz ardı edilemeyecek talep kimler tarafından, nasıl karşılanacaktır? Erdoğan çözümü de bulmuştur. Kendi evini düzenlemek için yabancı birilerini evine davet eden ev sahibi gibi konuşur.

“Bölgedeki demokrasi talebinin bir siyasi iradeye ve somut bir dönüşüm sürecine dönüşmesine Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin yardımcı olması gerekmektedir.”

Oysa Erdoğan’ın davet ettikleri emperyalistler, yeryüzünü kana bulamış, yüz yıldır İslam dünyasını kan deryasına çevirmiştir. Erdoğan’ın konuştuğu tarihlerde Amerika, Irak’a demokrasi (!) getirmek için gerekli olan katliamları yapmaktaydı.  Erdoğan’ın deyimiyle, Amerika ve Avrupa, Orta Doğu’daki dönüşüme yardımcı olmaktaydı. Başbakan Erdoğan, Orta Doğu’da ve İslam ülkelerinde başta Amerika’ya ve batı dünyasının amaçlarına ilişkin şüpheler bulunduğunu da ifade eder. Bu durum tehlikelidir ve bir direnç yaratma riski vardır.

“Burada bir hususu açıkça görmek gerekmektedir. Orta Doğu’da ve İslam dünyasında başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batının amaçlarına ilişkin şüpheler, gerek devletler gerekse daha önemli olarak toplumlar ve bireyler düzeyinde mevcuttur. Bunun bölgede bir direnç yaratması ve radikal unsurları, din istismarını beslemesi söz konusudur. Bugün dünyamızda mevcut huzursuzluk ciddiye alınmalı, gelir geçer olduğu düşünülmemelidir. Adımlar dikkatle düşünülmeli ve atılmalıdır.”

Erdoğan’dan Amerika ve Batıya akıl

Erdoğan, Amerika ve Batı’ya Orta Doğu’da ve İslam ülkelerine karşı nasıl davranacaklarına dair akıl vermektedir. Bu hususa dikkat edilmeli, demokratikleşme yolunda kararlı ve tutarlı ama tedrici süreçler izlenmelidir. Samimi, kararlı çeşitli politika araçlarıyla desteklenen ve akil şekilde icra edilen bir strateji çerçevesinde, Orta Doğu’da demokratik dönüşümün temelleri atılmalı, hükümetlerin de bunun gerekliliğini anlamaları sağlanmalı ve teşvik edilmelidir.

Erdoğan konuşmasını, demokrasinin mucidi gibi sürdürür. Öyle ki, kendi özel terminolojisinde bir demokrasi tanımı bile yapmıştır. “Derin demokrasi.”

“Keza demokrasiyi çokça atıfta bulunulan ve demokratik dünyanın uzun süreçler sonunda vardığı nokta itibari ile erişilmez görülen bir kavram olmaktan çıkarmak gerekmektedir. Demokrasi belirli kurum ve kurallar temelinde inşa edilebilecektir. Demokrasi sadece parlamentolar ve seçimlerin var olması şeklinde tanımlanamaz. Esasen demokratikleşmeyi mekanik bir anlayış ile tasvir etmek yanıltıcı da olabilir. Amaçlanması gereken mekanik bir demokrasi değil, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığını gözeten katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi anlayışıdır. Ben buna kendi özel terminolojimde derin demokrasi diyorum.”

‘Demokratikleşmeden herkes kazançlı çıkacak’

İlginç olan, çok kısa bir süre önce gerek Amerika’yı gerekse batı dünyasını, İslam dünyasına yabancı görenlerin nasıl olup da iktidara gelir gelmez Amerikancı, Batıcı olmalarıdır! Erdoğan’a göre Orta Doğu ve İslam dünyasının demokrasiye entegrasyonu zorlu olacaktır. Avrupa da bugün bulunduğu noktalara bir günde gelmemiştir.

“Orta Doğu’da da demokrasi adım adım inşa edilecektir. Ancak samimi, kararlı ve tedrici süreçler ileri doğru kat edilen her aşama itibari ile Orta Doğu halklarının çıkarına olacak, bundan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa dahil herkes kazançlı çıkabilecektir.”

Amerika Birleşik Devletleri, Irak üzerinden Orta Doğu’ya girmiştir. Ve yapmaya başladığı katliamlarla Orta Doğu’da demokrasiyi adım adım inşa etmektedir. Bu yeni inşa süreç Amerika ve Avrupa’nın kazancına olurken Orta Doğu halkalarına ise ölüm, katliam, sürgün, tecavüzler, işkencelerden başka bir felaket getirmemiştir.

‘İsrail devletinin yaşama hakkının tehdit edilmesine Türkiye razı olmayacaktır’

Tabii Orta Doğu denilince aslında ilk akla gelen sorunların başında Arap-İsrail uyuşmazlığı gelmektedir. Bölgede güven sorununun aşılması için Arap-İsrail uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Başbakan Erdoğan kendi iktidarı döneminde iki tarafa nasıl yaklaşılacağına ve bu sorunun nasıl ele alınacağına açıklık getirir.

“İsrail devletinin yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacaktır. Aynı şekilde Filistin devletinin de tanınmış ve güvenli sınırlar içerisinde İsrail devleti ile yan yana yaşaması ve bir Filistin devleti olarak halkının güvenlik ve refahı noktasında da Türkiye aynı hassasiyeti gösterecektir.”

Erdoğan’ın yirmi yıl önce ifade ettiği İsrail ve Filistin’e yaklaşımının benzeri, bilindiği gibi kısa bir süre önce Dışişleri Bakanı tarafından da aynı şekilde dile getirilmişti. Dışişleri Bakanı, “İsrail ile olan ilişkilerimiz, Filistin davasına zarar vermemektedir” demişti. Belki de iktidarda kalmanın zaruri şartı, İsrail ile iyi geçinmekten geçmekteydi.

‘Amerika Birleşik Devletleri yegâne güçtür’

Ne Türkiye’nin ne de bölge ülkelerinin bu sorunu çözebilecek gücü yoktur. Peki bölgede çözümü kim sağlayacaktır? Erdoğan bu soruya da cevap verir:

“Amerika Birleşik Devletleri bu çerçevede etki yapabilecek yegane güçtür. Bu soruna kalıcı bir çözüm sağlanması başta Filistin ve İsrail halkı olmak üzere tüm bölge ve uluslararası camia üzerinde fevkalade olumlu bir etkide bulunacak, herkesin çıkarına olacaktır. Sorunun çözümüne kararlılıkla katkıda bulunmuş bir Amerika Birleşik Devletleri, dünya medeniyetini zehirleyen, terörü besleyen odakları çaresiz bırakacaktır. Evrensel ve çağdaş değerleri yaymada güçlü bir aktör olma konumunu pekiştirecektir.”

Erdoğan yirmi yıl önce Amerika’nın bu sorunu çözeceğine gerçekten inanıyor muydu? Yoksa iktidarda kalabilmek için ettiği bir laf mı idi? Yirmi yıl önce çözüm odağı olarak gördüğü Amerika’nın şimdi Türkiye’nin başına ne çoraplar örmek istediğini o vakitler anlayabilseydi aynı lafları eder miydi? 57 İslam ülkesini bir kenara bırakarak Amerika’yı meseleyi çözecek “yegâne güç” olarak görmesi nasıl yorumlanmalıdır?

‘Türkiye Amerika’nın Irak’ta başarılı olmasını samimiyetle arzu etmekte, çok yönlü destek de olmaktadır’

Tabii o dönemde sadece İsrail değildir sorun. Erdoğan’ın Orta Doğu için talep ettiği demokrasiyi inşa (!) etmek için, Amerika Irak’ı işgale başlamıştır. Erdoğan, Amerika’nın Irak’a müdahalesini de değinir, Amerika’nın Irak’ta başarılı olmasını samimiyetle arzu eder.

“Bir diğer kritik konu da tabiatıyla Irak’tır. Irak’ta ülkenin toprak bütünlüğü ve ulusal birliği korunmuş bir zeminde, toplumsal uzlaşıya dayanan bir demokrasinin inşası gerekmektedir. Türkiye Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ta başarılı olmasını samimiyetle arzu etmektedir. Çok yönlü destek de olmaktadır. Komşumuz Irak’a ilişkin olarak yürüttüğümüz politika, Irak’ın toprak bütünlüğü ve ulusal birliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Irak’ın kendisi ile ve çevresi ile barışık bir demokrasiye kavuşması hedefine ancak bu şekilde ulaşılacağına inanmaktayım. Türkiye önümüzdeki dönemde de tüm kesimleri ile Irak halkını kucaklayacak ve ilkeli tutumunu sürdürecektir.”

Amerika Birleşik Devletleri, Irak’ta demokrasiyi uzlaşıya dayalı değil, katliamlara, işkencelere, tecavüze, barbarlığa dayalı olarak inşa etmektedir. Amerika Irak’a, Erdoğan’ın Orta Doğu için istediği demokrasiyi inşa ederken, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, ambargo sebebiyle 500 bin çocuk ölmüştür. Ve halen Irak siyasi, iktisadi ve içtimai açıdan büyük bir kaos içinde kıvranmaktadır. Erdoğan’ın yegâne gücü Amerika, dünyanın her yerinde pervasız katliamlarını sürdürmektedir. Amerika’nın ve Avrupa’nın katkılarıyla zulüm, katliam, gözyaşı, işkenceler, kitlesel göçler yaşanmaktadır. Bütün bunlara rağmen muhafazakâr iktidar Amerika’yı ve Avrupa’yı en yakın dost, en yakın stratejik ortak olarak görmeye devam etmektedir.

‘Orta Doğu ülkeleri yapılan telkinleri kötü niyetli müdahale olarak görmemeli’

Başbakan Erdoğan konuşmasında, Orta Doğu ülkelerine de ilginç ve akıl almaz nasihatlerde bulunur. Orta Doğu’da yaşayan bir devlet başkanı olmasına rağmen bir Amerikalı, bir Avrupalı, Orta Doğu’ya yabancı biri gibi konuşmaktadır.

“Orta Doğu ülkelerinin demokratikleşme telkinlerini ve bölgesel süreçlere yapılacak vurguyu kötü niyetli bir dış müdahale olarak görmemeleri gerekir. Bugünün bazı ileri demokrasilerinin gelişiminde üçüncü ülkelerin ve uluslararası kurumların vazgeçilmez katkıları olmuştur. Esas itibarıyla demokratik camia sürekli biçimde birbirini denetleme işlevini de yerine getirmektedir. Küreselleşmenin olumlu yönlerinden biri de demokratik camianın demokrasi idealine sahip çıkması olmuştur”.

Erdoğan bu konuşmasını yaparken, Amerika Mart 2003 tarihinde İngiltere ve koalisyon güçleri ile birlikte Irak’ı işgale başlamış, katliamlar yapmakta, ülkenin her bölgesini bombalamaktadır. Irak’ta ve Orta Doğu’da bunlar yaşanırken, Erdoğan bölge ülkelerine dış müdahaleleri kötü niyetli görmemelerini tavsiye etmektedir. Zira uluslararası kurumlar Orta Doğu’da demokrasinin inşası için büyük katkılar sunmaktadır.

‘Türkiye Orta Doğu’nun demokratikleşmesinde kendi payına düşeni yapacaktır’

Emperyalistlerin, işgalcilerin, sömürgecilerin Orta Doğu’yu kan gözyaşı ve katliamlarla süren demokratikleşme çabalarında, Erdoğan da kendi paylarına düşeni yapmaya ve tarihi dönüşüme katkı sağlamaya hazır olduklarını ifade eder.

“Türkiye Orta Doğuda demokratikleşmenin teşvik edilmesi konusunda kendi payına düşeni yapmaya ve tarihi dönüşümü kolaylaştırmaya hazırdır. Türkiye bu sürece değerli katkılarda bulunabilecektir. Her şeyden önce Türk demokrasisi Avrupa ile Orta Doğu’nun kesiştiği noktada rüştünü ispat etmiş bir demokrasi örneğidir. Gelişmesinde Avrupa ve Avrupa Atlantik süreçlerinden olumlu şekilde güç almıştır. Halen çevresinde bir işbirliği kuşağı oluşturmak yönünde tarihi adımlar atmaktadır. Bu adımlar bölgemizi işbirliğine ve karşılıklı bağımlılığa ve güvene dayanan yeni bir olumlu ilişki kültürünün doğuşuna da vesile olmaktadır. Türkiye Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak, derin dostluk bağları ve stratejik bakış uyumuna dayalı değerli bir ortaklığa sahiptir.”

Erdoğan, konuştuğu tarihlerde yaşanmakta olan akıl almaz zulümleri görmezden gelmektedir. Irak, sivil ya da asker ayrımı yapılmadan Mart 2003’ten beri uçaklarla bombalanmakta, mazlumlar, çocuklar öldürülmekte, ambargo da uygulanan Irak’ta insanlık sefalet içindedir.  Amerika, İngiltere ve koalisyon güçleri İslam coğrafyasını bombalarken, Erdoğan Amerika’da Harvard’da çok rahat konuşmaktadır.

Başbakan Erdoğan, medeniyetler çatışması tezine de karşı çıkmakta, lakin yaşanan katliamların, işgallerin bir medeniyetler çatışması olduğunu görmemekte ya da görmek istememektedir. Yirmi yıl sonra işgalci siyonistin Gazze’yi hedef gözetmeksizin bombaladığı günlerde ise bunun bir “Haçlı-Hilal” savaşı olduğunu söylemektedir. Haçlı-Hilal savaşı, tam manasıyla bir medeniyetler çatışması değil de nedir?

‘Türkiye demokratik değerlerde artan bir cazibe yaratmaktadır’

Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesinin ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracağına da değinir. Türkiye medeniyetlerin çatışmasını değil medeniyetlerin buluşmasını, medeniyetlerin uzlaşmasını sağlamak istemektedir. Avrupa Birliği ise bunun adresi olmalıdır. Bu da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımının sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Halkının yüzde doksan sekizi Müslüman olan ve yüzünü batıya dönmüş olan Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin içerisinde yer alması şarttır. Sonuçta Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübü de değildir.

“Türkiye Avrupa Birliği yolunda ilerledikçe, temsil ettiği çağdaş demokratik değerler de, Orta Doğu’da artan bir cazibe yaratmaktadır. Bu cazibe Avrupa Atlantik camiasının çevresiyle barışık ve çevresiyle yapıcı bir etkileşim halinde oluşum ve bu oluşumun yanında olumlu değişimlere katalizör olmasını da sağlayacaktır.”

‘İslam Dünyasına çağrı’

Erdoğan sözlerini bir dizi çağrı ile sonlandırmak ister. İlk çağrısı İslam dünyasına ve Orta Doğu ülkelerinedir. Çağrısının esasını demokrasi ve demokratikleşme oluşturur. İslam dünyası, içinde bulundukları zorluklardan dolayı, dış dünyayı suçlamak yerine içeride gerekli adımları atmalıdır. Her ülke, üçüncü ülkelerle uluslararası örgütlerin tavsiyelerine uymalıdır.

“Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ve Amerika Birleşik Devletleri’yle ortaklığı, medeniyetler arasındaki ayrımın gerçek fay hattını, demokratik dünya ile barışık ve küreselleşme olgusuna ayak uyduranlarla, çağdaş yönetişimden kopanlar arasında geçtiğini de kanıtlayacaktır.”

Erdoğan’a göre Türkiye’nin böyle de bir iddiası vardır. Yirmi yıl sonra gelinen eşikte acaba Erdoğan bugün de buları söyleyebilir mi? Kanaatimizce söyler. Zira Türkiye’ye karşı kurulan ve başrolünde Amerika ve Avrupa’nın olduğu bütün kumpaslara, aleyhte propagandalara rağmen derin stratejik ortaklık ve ilişkiler -arada bir limoni olsa da- esastan hiçbir zaman sekteye uğramamıştır.

‘Batı dünyasına çağrı’

Erdoğan’ın ikinci çağrısı Batı dünyasınadır. Batı, İslam dünyasının sesine açık kalplilikle ve dikkatle kulak vermelidir. Acele ve yanlış adımlar atmamalıdır.

“Çağdaş değerleri temsil eden toplumların en büyük gücü, yarattıkları cazibedir. Terörle mücadelenin kesin başarısı da sonuçta buna bağlıdır. Batı dünyasının gelişmişlik düzeyi, daha adil bir küresel düzenin kurulması ve medeniyetler arasında uyum aranması noktasında, bu ülkelere özel bir sorumluluk yüklemektedir.”

Erdoğan Batı medeniyetinden ve Batının çağdaş (!) değerlerinden sıklıkla ve yüceltici bir üslupla söz etmektedir. İki yüzyıla yakın zamandır genelde bütün dünya insanlığına, özelde ise İslam dünyasına kan kusturan, katliamlar yapan, kitleleri topluca sürgün eden, sömüren, nesillerimizi ve servetimizi heba eden Batı, Müslümanlara karşı nasıl bir özel sorumluluk yüklenecektir?

Sonuç yerine:

AKP ve Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarına baktığımızda, 2004 Ocağında Amerika Birleşik Devletleri’nde ne konuşmuş ise 2024 Ocağına kadar Amerika’da söylediklerine paralel politikasını hiç taviz vermeden sürdürdüğü görülmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Avrupa Birliği ile siyasi, askeri ve hukuki yönden tam bir uyum içinde olmaya dikkat etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye aleyhine çalışan örgütlere her türlü desteği vermesine, yaptığı anlaşmalara Türkiye aleyhine uymamasına, uçak satışlarını durdurmasına, Fetullah Gülen’i iade etmemesine ve daha birçok olumsuzluğa rağmen, derin dostluk ve stratejik ortaklığa bir halel gelmemiştir.

Avrupa Birliği, Türkiye aleyhine faaliyet gösteren örgütlere, örgüt mensuplarına, birliğe girmek için yapılan bütün başvuruları ciddiye almamalarına rağmen, ilişkiler hiçbir zaman sekteye uğramamıştır.

İşgalci İsrail’in, genelde Filistin’de özelde ise Gazze’de yapmakta olduğu katliamlara, soykırıma, cinayetlere rağmen, Erdoğan iktidarı İsrail ile olan ilişkilerini hiçbir zaman esastan bozmamıştır. Hatta Mavi Marmara meselesinde hukuken köşeye sıkışan ve çırpınan işgalci siyonistleri, hukukun pençesinden kurtarmıştır. Daha da garip olanı, 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara hadisesinin henüz acısı yeni iken ve davanın mahkemelerce görülmeye başladığı tarihlerde Erdoğan iktidarının İsrail’e NATO’nun faaliyetlerine katılabilmesi için onay vermesidir. Bugün gerek Amerika, gerek İsrail ve gerekse Avrupa Birliği’nin, Türkiye aleyhine türlü faaliyette bulunduğu yetkililer tarafından ifade ediliyor. Buna rağmen adı geçen ülkelere ve birliğe karşı Erdoğan’ın iç kamuoyuna yönelik ses yükseltmekten başka ciddi bir icraatta bulunmadığı görülmektedir.

Özetle, Erdoğan 2004 yılında ne konuşmuş ise yirmi yıldır o konuşmaya paralel politikalarına devam etmektedir.

(1) https://iop.harvard.edu/events/democracy-middle-east-pluralism-europe, erişim tarihi 20.01.2024

(2) https://www.c-span.org/video/?180311-1/democracy-turkey, erişim tarihi 20.01.2024

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *