Seyahatten Ziyarete…

Seyahatten Ziyarete…

“Esasen hem deprem bölgesine farklı içeriklerle hem de ‘taziye’ amaçlı ziyaret kararımız daha öncesinde planlamış ve fakat farklı sebeplerle ertelemek durumunda kalmıştık. O karar ki daha geniş bir zaman dilimini ve sathı kapsıyordu.”

Mustafa Bozacıoğlu

Bilenler bilecek, okuyanlar hatırlayacaklardır, bir dönem mutad olarak, sonraları da fasılalarla yazdığımız ‘Seyahat Notları’ yazılarımızı… Bunlardan sonuncusu (https://iktibasdergisi.com/2022/11/02/seyahat-notlari-3/) geçtiğimiz eylül ayında doğu, güneydoğu bölgelerimize yönelik gerçekleştirdiğimiz seyahatimizin akabinde dergimizde yayımlanmış ve sitemizde bulabileceğiniz yazımızdır. 

Rabbimize bir kere daha hamd-ü senamızı sunuyoruz ki aradan zaman olarak çok geçmemesine rağmen gelişen olay ve gündemler neticesinde bu seyahatlerimizin bir benzerini öne çıkan ‘ziyaret’ içerik, amaç ve odaklı olarak haziran ayı içerisinde gerçekleştirme fırsatı bulduk. O sebepler ki yaşadığımız bir bölgesel deprem olgusu ve özel bir ‘taziye’ ziyareti amacına dayanıyordu. Seyahatle ziyaret arasında ne fark derseniz; ziyaret daha özel amaçları olan, süreçleri planlı bir eylemdir malumunuz.

Esasen hem deprem bölgesine farklı içeriklerle hem de ‘taziye’ amaçlı ziyaret kararımız daha öncesinde planlamış ve fakat farklı sebeplerle ertelemek durumunda kalmıştık. O karar ki daha geniş bir zaman dilimini ve sathı kapsıyordu. Lakin yine farklı cereyan eden gelişmeler neticesinde hem zaman olarak hem de düşünülen coğrafi kapsamda bir güncelleme yapma zaruretimiz doğdu. Bu ziyaret kararımızı neticede üç günlük olarak ‘Kayseri, Kahramanmaraş, Urfa ve Adıyaman’ merkezli olarak gerçekleştirme imkânı bulduk. Önceki seyahatimizin kadrosuna İstanbul’dan bir dostumuzun da iştirakiyle bu ziyaretimizi İktibas camiası adına beş kişilik bir kadro ile gerçekleştirmiş bulunuyoruz ve bunun için de Rabbimize tekraren şükranlarımızı, hamdimizi sunuyoruz. Bu ziyaretleşmelerin karşılıklı tekrarı için de Rabbimizin yardımlarını niyaz ediyoruz. Elbette öncesinde sahih niyetlilik ve ameli salihatlar için de O’na sığınıyor (cc), O’ndan istianede bulunuyoruz.

Depremin bize yüklediği gerekler ve taziye amaçlı bu son ziyaretimizin içeriğine sohbetler, istişareler, fikir teatileri de eklenince murat hâsıl oldu diyebiliriz. Gönül bunun mutad halde ve karşılıklı sürdürülmesini, tekrarlanmasını o kadar istiyor ki anlatamam. Hani ‘anlatılmaz, yaşanır!’ denir ya işte o kabilden olarak bu ihtiyaç, gündemli gündemsiz, sebepli sebepsiz ne kadar yinelenir ve pratik hale getirilirse o kadar lehimize olacak ve yapıp edilenler, teori ve düşünceler o kadar güncellenmiş, hayatla buluşmuş ve beklenen sıhhatli toplum/cemaat oluşumuna o kadar katkı sağlanmış olacaktır.

Farklı şehirlerden hareketle başlayan ziyaret sürecimiz Ankara’daki ilk buluşma ile Kayseri istikametine dönük olarak sürmüş ve ilk istişare, fikir teatisi, gündem değerlendirmeleri orada ‘Venhar-Kur’an evi’ çatısı altında değerli dost ve kardeşlerimizle gerçekleştirilmiştir. İnanın ‘gündem değerlendirmeleri’ derken yakın zamanda gerçekleşen seçim gündemi asla ve kat’a gündemimizi işgal etmemiş, vaktimizi almamıştır. Elbette oradan alınacak dersler ve o gündeme dair fikriyatımız, düşüncelerimiz ‘bilenler bilir’ kabilinden saklı-gizli değildir, aleni ve ilan edilmiştir. (Bir önceki dergimizin sayısı o gündemi mündemiçtir, kayıt altındadır, deklare edilmiştir.) Daha ziyade İktibas dergisinin vizyonu, misyonu, gelecek projeksiyonu, stratejiler ve süreçle ilgili birlikte neler yapılabileceği tartışıldı, fikir teatileri gerçekleştirildi. Omuzlarımızdaki yükün nitel ve nicel boyutları bir daha anlaşılmış oldu. Oradaki dostlarımızın eleştirileri, önerileri, teklif ve tavsiyeleri alınmış; karşılıklı olarak varlığı anlaşılmış, perçinlenmiş olan ‘birlik beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma kararlılığı, düşünce ve davranışlarda, teori ve pratikteki çok yüksek oranlı ayniyet yüreklerimize sürur, ileriye dönük planlamalarımıza da ivme vermiştir. Kardeşlerimize ev sahiplikleri kadar, açık yüreklilik ve sarahaten dile getirdikleri fikriyatları üzerine ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah sa’ylerini meşkûr, niyetlerini halis, amellerini salih ve kabul eylesin daim…

Demek ki ‘oluyormuş’ isteyince, gereğince hareket edince… Rabbimizin yolunda cehd edenlere yollarını açması, feraset, basiret ve furkan vermesi ne yüce bir lütuf ve nimettir. O hak ediş çerçevesinde bilgi, birikim, samimiyet, ihlâs ve fedakârlık, farkındalık ne hoştur.

Ertesi gün Maraş’taki depremzede bir dostu ziyaretten, kısa bir muhabbetten –ki meselelere aynı farkındalık içinde bakabilen kardeşlerimizin farklı olgular karşısındaki fikriyatları, duygu ve düşünceleri ayriyeten önemlidir, değerlidir- sonra ziyaret serencamımız Urfa istikametine yöneldi. Daha öncesinde planlanan bu ziyaret, önce, dergimizde de yazıları olan, ‘Kitap Vakfı’ndan’ değerli kardeşimiz, muhterem ağabeyimiz Osman Dindarzade’nin vefatı vesilesiyle aileye yaptığımız taziye ziyaretimizle başladı. Merhum ağabeyimize merhameti bol Rabbimizden rahmetler temenni ediyor, bizler, onun müslümanca yaşamına, tam manasıyla muvahhidliğine (Ki bu kavram, musallada her müteveffa için dile getirilen, sıradanlaşmış, kimsenin ayırdında olmadığı bir ifade haline gelmiştir maalesef!) mü’minliğine şahadet ediyoruz. Metanetlerine şahit olduğumuz aile efradına, bizler de dâhil kendisiyle hemhal olmuş seven sayanlarına, dava kardeşlerine, Urfalı müslümanlara da sabırlar temenni ediyoruz. ‘Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler…’ misali önemli olan yaratılışımızın sebebi hikmeti olan ‘kulluk’ vazifemizin gereklerini tahakkuk ettirip ‘Hoş bir seda bırakarak’ emaneti teslim etmektir. Kovid sürecini ağır atlatan ağabeyimizin, süreçte yaşadığı kalp krizleri (Bunların sebep sonuç ilişkileri, aşı ve yan etkileri tekraren ciddi olarak tartışılmalı, kör ve karanlık noktalar aydınlatılmalı ve benzeri durumlarda DSÖ terörüne, baskı ve zulmüne kobay kılınmayacağımız bir süreç yönetimini talep edip tahakkuk ettirmek için de bir farkındalık gerekiyor.) neticesinde arkada bıraktığı hoş seda ile, mü’min ve müslim olarak aramızdan ayrıldığını, emanetini teslim ettiğini bilmek bizler için de bir teselli olmuştur. Rabbim emanetini mü’min, muvahhid ve müslim olarak teslim etmeyi hepimize nasip eylesin.

Taziye ziyaretimizden sonra ağabeyimizin de müntesibi bulunduğu vakfa geçerek orada, hem onlardan hem de Urfalı, daha önceki seyahatimizde de görüştüğümüz müslüman kardeşlerimizin katılımlarıyla yine bir istişare, fikir teatisi, içinde bulunulan hal ve gidişata dair değerlendirmelerin yapıldığı bir görüşme gerçekleştirdik. Ez ve öz cümleyle oldukça verimli geçen bu görüşmemiz bizlere umut taşıyan, özellikle mevcut çözülme, ayakların kolay kaydığı, başkalaşımın yol olduğu, değerlerin ederlere tahvil edildiği şu son zamane zamanlarda, hal ve gidişata bakılarak handiyse ümitlerin karardığı süreçlerde, dejenerasyonun arttığı vasatlarda yüreklere bir nebze inşirah vermiş, enerji takviyesi taşımış ve gönüllerimize sürur katmıştır. Elbette eksiklerimiz var, ihmallerimiz olabilmekte, haydi çuvaldızı kendimize batırarak söyleyelim ihlallerimiz dahi söz konusu edilebilmektedir. Lakin bu teatiler neticesinde anlaşılan odur ki İktibas camiası olarak bize karşı, ‘durduğu yerde durmak’ olarak, genellikle olumsuz manada yapılan eleştirinin yukarıda bahsedilen ortamlarda, ilkelere sahip çıkmak, başkalaşıma ayak diremek, zemherisinden pastırma sıcaklarına, sopasından havucuna farklı mühendislik ameliyelerine, tahrif ve tahriplere direnmek adına hiç de küçümsenmeyecek bir duruş ve düşünüş, farkındalık, nitelik izharı olsa gerektir. Bu azımsanmayacak, azim işlerdendir, maal kusur! Bahsedilen kardeşlerimizin de bu noktalardaki duruş ve düşünüşleri de her türlü takdiri ve meth-ü senayı hak etmektedir. Rabbimizden ecirlerini vermesini, ayaklarını/ayaklarımızı sabit kılmasını temenni ediyorum.

Bakınız hiç yedik içtiklerimizden bahsetmiyoruz; zira bilenler bilir ki doğu-güneydoğu bölgemizin kadim kültürü, örf ve adetleri bu konuda her türlü sitayişin üstündedir, üstüne üstlük bu avantajlar bir de İslam, müslümanlık düsturlarıyla, hassasiyetleriyle buluştuğunda ‘nurun ala nur’ evsafında ekstra bir değer kazanmakta, başka bir güzelliğe bürünmektedir. Bu tam manasıyla ‘anlatılmaz, yaşanır’ bir durumdur.

Özellikle benim ilk defa gittiğim Adıyaman’da ve orada faklı referanslarla ilk kez tanıştığımız farklı kişi(lik)lerden, İktibas dergisi ve rahmetli Ercümend Özkan’la ilgili aldığımız sitayiş içeren, anlam vurgulu, özlemkar ifadeler ve buna istinaden gösterilen teveccühün altını önemle çizerek paylaşmam gerek. Lakin o faklı kişilerden depremin akabinde yaşanan olumsuzluklar (bunların çoğu yerleşik halka dair) ve alınmayan dersler, yaşanan, şahitlik edilen onca can ve mal yitimine rağmen törpülenemeyip aksine cereyan eden ‘hırs’ ve ‘tamahkârlık’ ile ilgili aynı vurguları taşıyan ifadeler bizleri üzen, duymamayı tercih edeceğimiz bir olumsuzluktu. Gel gör ki, işin içine insan unsuru girince ve ‘imtihan’ olgusu hatırlanınca işin doğası daha iyi anlaşılmış oluyor. Lakin hissettiğimiz genel metanet havası, yeniden toparlanma çabası ve bize bizzat aktarılan ve şahit olduğumuz güzellikler bu durumun arızi olduğunu ve emsal teşkil etmeyeceği gerçeğini bizlere hatırlatıyor. Onlardan ikisini anmam gerekirse; biri, mekan ihtiyacının ayyuka çıktığı ve fiyatlamaların tavan üstü tavan yaptığı bir ortamda kendisi ile aynı işi yapıp rekabet doğurabilecek bir ihtimal içerse de dükkanının birini bila bedel bir esnafa verebilen bir basiret ve feraset örnekliği, diğeri ise metinli meal dağıtımında bulunduğumuz bir konteynır kentte oluşan talepler (kitaplar tükenmesine rağmen peşimizden birçok kişinin yanımıza kadar gelerek taleplerini ilettiler) ve bunlardan bir depremzedenin ‘Buyurun size çay yapayım, isterseniz soğuk bir şeyler ikram edeyim.’ şeklindeki bizleri duygulandıran, gözlerimizi yaşartan, insanımızdaki kadirşinaslığı ifade edip ümitlerimizi yeşerten bir örnek(lik)tir. 

Bu tür ziyaret ve seyahatlere bölge insanının ihtiyacının olduğu kadar, belki de daha fazlasıyla bizlerin ihtiyacı olduğu kesin. Yolculuk ilk adımla başlıyor ve gerisi bir şekilde geliyor. Öncesinde kararları zorlayan şartlar, imkânlar, farklı mazeretler inanın yola düştüğünüzde anlamsızlaşıyor ve yolunuz açılıp yolculuğunuz kolaylaşıyor. ‘Aynı kutuplar birbirini iter’ denir ya işte o şekilde bölgedeki sıcaklığın üst seviyelerde olması, ziyaret ettiğimiz kardeşlerimizin sıcaklıklarıyla karşılaşınca nötrleşiyor, ortam güllük gülistanlık oluyor, adeta çölde vahaya dönüşüyor.

Ziyaretimiz esnasında görüp yaşadık ki bölgede, ülke sath-ı mailinde de görülebileceği üzere nicellikleri farklı ama nitelikleri vaki birçok farklı çaba, endişe, farklı formlarda birliktelikler mevcut. Bizim dikkatimizi ekstra çeken ise bu birlikteliklerin hemen tamamının rahmetli Ercümend Özkan’la olan tanışıklıklarıydı. Rahmetliden, İktibas dergisinden ve fikriyatından bir şeklide haberdar olmuşlardı. Bunun çok farklı değerlendirmeleri yapılabilir elbette. Lakin şimdilerde farklı yönelimler görülebilse de ana hatlarda bir bilgi ve katkı sağladığı açıkça görülebilmektedir bu tanışıklıkların, irtibatların. İşte şimdilerde bize, omuzlarımıza yüklenen yükün ağırlığı bir kez daha anlaşılır olmaktadır. Bu elbette karşılıklı ‘arz-talep’ ilişkisi içinde, çift yönlü etkileşimle, yardımlaşma ve dayanışma içinde kotarılabilecek bir durumdur. Zaten istişarelerimizde, diyaloglarımızda, fikir teatilerinde görünen odur ki fikri farklılıklar zaman içindeki etkileşimlere bırakılarak, ortak ayniyet içinde, ilkesel müşterekler çerçevesinde birlikte hareket etmek, ifsad ve inkâra, sosyal dejenerasyona, ahlaki çöküntüye, siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi ve içtimai meselelere yardımlaşma ve dayanışma içinde direnip karşı durarak birlikte çözüm üretmek durumundayız. 

Eksikliği hissedilen ana konunun ciddi bir organizasyon eksikliği olduğu anlaşılıyor. Zira tüm bölgelerimizde mevcudiyetinden bahsedilen bu tarz akım ve birliktelikleri, sağda solda bir başına akan su öbeklerine/gözelerine benzetirsek, takdir edersiniz ki bu ufak su akışları; ya güneşin (pastırma sıcakları!) etkisi ile buharlaşma, ya durağanlıkla yer altına emilme (etkisizlik), ya da farklı etmen ve etkilerle kirletilme (ilgi, algı ve fikriyattaki başkalaşım) ya da yine birilerince bazen iyi niyetlerle(!) ve fakat çoğunlukla da kötü emellerle, mühendislik ameliyeleri ile farklı kanallara kanalize edilmesi, önüne bentler çekilerek akışının engellenmesi, sağa ya da sola çark ettirilmesi, başkalarının değirmenine taşınmaları pekâlâ mümkündür. Şimdilerde genellikle yaşanan, görülüp duyulanlar bu minvaldedir. Toplumun içinde bulunduğu hal-i zûl melal bunu ispat etmiyor mu zaten. İşte bu saiklerle daha bir pür dikkat gerekiyor. Ayıkmak, kendimize gelmek, çeldiricilere ve şeytani iğvalara kapılmamak, bünyeyi farklı bağ ve bağımlılıklardan/uyuşturuculardan kurtararak yalnız ve ancak, izzetin ve şerefin bizatihi kaynağından, egemenliğin ve hükmün tek sahibinden, yegâne ilah ve rab olan Yaratıcımızın bizlere uzattığı kopmaz ipe, kopmaz kulpa sımsıkı ve üstelik topyekûn yapışmak zorundayız. Başka ne bir çare var ne de bir çözüm… Organizasyon derken de kastımız kısmen bu; su gözelerini, derelere, dereleri çaylara, çayları ırmaklara ve nihayetinde de bunları sağaltıcı, yaşatıcı ve yeşertici olarak (insanlığın selameti için) göl ve denizlere akıtmak. İşte bu bilgi ve birikimi kanalize edecek organizasyondan bahsediyoruz, tüm zorluklarına ve geçmişte yaşanan yanlış tecrübelerine rağmen…

Hâsılı bu ertelemeli yolculuk kararımızı gerçekleştirmenin ne kadar isabetli olduğunu görmüş olduk, bunun için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Yine bu yolculukta yol refiklerime ve bölgede ziyaret edip görüştüğümüz tüm değerli, aziz dost ve kardeşlerimize tekraren teşekkür ediyor, Rabbimizden kalplerimizi te’lif edip ayaklarımızı sırat-ı müstakim üzere sabit kılmasını niyaz ediyorum. Keza merhum Osman Dindarzade ağabeyimize de rahmet-i rahmanı diliyor, kederli ailesine sabrı cemil niyaz ediyorum.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *