Büyük Bilinç Felaketleri ve Varoluşsal Yabancılaşmalar

Büyük Bilinç Felaketleri ve Varoluşsal Yabancılaşmalar

“Akılsız ve düşüncesiz umutlarla yüzyılları sorumsuzca israf eden, harcayan bir zihniyet, bugün, propoganda dindarlığı adına, partizan dindarlıklar adına, camilerde, ulus-devlet kutsallarını, milliyetçilikleri, militarizmleri, ataerkil gelenekleri, bütün batınilikleri fütursuzca tebcil ve takdis ediyor, edebiliyor.”

Atasoy Müftüoğlu

İslam dünyası toplumları, insanlık tarihinin son yüzyıllarını tarihsel konformizmin ve tarihsel konformist din algısının kontrolü/baskısı/otoritesi altında geçirdiler. İslam dünyası toplumları, İslami bütünlük/bağımsızlık bilincini ve ahlakını temsil yeteneğine-iradesine sahip, evrensel zihinler-kadrolar yetiştirerek, adanmış bu kadrolar aracılığıyla, evrensel bir bilinç devrimi gerçekleştiremedikleri takdirde, tarihsel konformizmi ve tarihsel din algısını acımasızca sömürerek, iktidarlarını-tiranlıklarını sürdüren muhteris-taşralı politik kadroların keyfiliklerini hiç kimse engelleyemeyecek. Sözünü ettiğimiz keyfilikler, bugün, toplumlarımızda hiç bir şekilde ahlaki temelde, ilkesel temelde tanımlanamayacak yabancılaştırıcı, bayağılaştırıcı politik bir iklim oluşturuyor. Bu toplumlarda, siyaset ya da iktidar, toplumlarımızı kültürsüzleştirmek, ruhsuzlaştırmak, lümpenleştirmek pahasına, pragmatist ve oportünist bir mühendislik faaliyetine indirgeniyor.

Tarihsel konformizm, aziz İslam’ı, yerli-milli klişelere, ezan-bayrak retoriğine hapsederek, İslami evrensel duruş’a sonsuza kadar gölge düşürüyor. Tarihsel konformizmle ve tarihsel konformist din algısıyla hesaplaşamayan bir toplum ve kültür, ne yeni bir tarih, ne yeni bir çağ-yüzyıl, başlatabilir, ne de İslam’a ontolojik ve epistemolojik bir özgürlük ve bağımsızlık kazandırabilir. Kendisini, kötürümleştirici-köhneleştirici tarihsel konformizmin ve tarihsel konformist din algısının sınırları içerisine hapseden bir zihin dünyası, hiç bir zaman gerçekliğin/hakikatin bütününü kavrayamaz. 

Günümüz İslam toplumlarında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat ve edebiyat hayatı; tarihsel konformizmin İslam toplumlarını epistemolojik emperyalizm karşısında bütünüyle savunmasız bıraktığını görmüyor. İslam dünyası toplumları kimi dönemlerde, Türkiye’de de yaşandığı üzere, seküler putperestliğin, kimi dönemlerde de muhafazakâr putperestliğin otoriter-politik etkisine maruz kalıyor. Toplumlarımızda, ne seküler putperestlik, ne de muhafazakâr putperestlik ontolojik ve epistemolojik emperyalizmle hesaplaşmaya cesaret edemiyor, entelektüel hesaplaşmayı hiç bir şekilde gündeme getiremiyor. Toplumlarımızda, seküler putperestlik Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, sahte-ideolojik evrensellikler temelinde sürdürülürken, muhafazakâr putperestlikler de, akılsız ve düşüncesiz bağlılık ve sadakatleri normalleştiren konformist din algısı temelinde sürdürülüyor.

İslam dünyası toplumlarında büyük ve derin bilinç kırılması, tarihsel konformizmin dokunulmaz kılınmasıyla birlikte başladı ve halen bu derin kırılma devam ediyor. Tarihsel konformizmin dokunulmaz kılınmasıyla birlikte, bağımsız-eleştirel-özgün yeni bir düşünsel-kültürel inşa’nın mümkün olmayacağı düşünülmüyor, akledilemiyor, tefekkür edilemiyor. İslam toplumlarını etkisi altına alan seküler putperestlik de, muhafazakâr putperestlik de, sistematik bir biçimde ötekilikler ve yabancılıklar üretiyor. Bu putperestlikler ötekileştirdikleriyle birlikte yaşamak istemiyor. Bu nedenle de, kendilerini İslam’a nisbet eden toplumlar, İslam’a yabancılaşmak pahasına, İslami bilinç ahlak ve vicdan alanını terk etmek pahasına, birlikte yaşamayı imkânsız kılan karşıtlıklar üretmeye devam edebiliyor. Bu tür toplumlarda hiç bir şekilde, medeniyetten, medeni ilişki biçimlerinden söz edilemeyeceğini utanarak da olsa, belirtmek gerekiyor.

Günümüz İslam toplumlarında, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumda da, bir yanda hamaset dili-söylemi, şanlı tarih dili ve söylemi aynılıklar üretmeye çalışırken, bir diğer yanda da dijital sömürgeci sistem de aynılıklar üretmeye çalışıyor. Aynılaştırma süreçlerine, aynılaştırma terörüne direnen bağımsız-eleştirel-muhalif unsurlar, ‘’katli vacip kâfirler’’, ‘’vatan hainleri’’, ‘’sapıklar’’ vb. gibi alçaltıcı etiketlerle, hunharca etiketleniyor. Patolojik manipülatörler, nitelikleri, bilgelikleri unutturuyor, değersizleştiriyor. Patolojik manipülatörler ‘’dava adamı’’ etiketleriyle ödüllendirilebiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, hamasetin, milliyetçiliklerin, faşizmlerin sınırsız yükselişi, düşünmeyi/tefekkürü, kültürü gereksiz hale getiriyor. Başkalarının varlığına saygı duymayan, başkalarının mevcudiyetine tahammül edemeyen her zihniyet, barbarlığı tahkim ediyor. Seküler ya da muhafazakâr putperestliğe maruz kalan her birey, bütün özgürlüklerden, erdemlerden ve değerlerden feragat etmiş oluyor. Hangi anlamda olursa olsun seküler ya da muhafazakâr narsist benlikler ve bencillikler hiç bir şekilde sınırlarının farkına ve bilincine varamazlar. Sınırlarının farkına ve bilincine varamayan narsist benlikler yanlışlarını, aşırılıklarını, zaaflarını kabul etmez, bunlarla yüzleşmezler. Günümüzde, seküler putperestler de, muhafazakâr putperestler de, kendilerine yapılmasına asla razı olmayacakları kötülükleri, karşıtlarına uygulamakta hiç bir sakınca görmüyor. İslami bilinci ve ahlakı tamamlayarak içselleştiremeyen topluluklar ve kültürler, yanılsamalarla dolu hayatlar yaşamaya mahkûm oluyor. Ahlaki adaletsizliklerin normal karşılanabildiği toplumların, İslam toplumu olarak tanımlanması kadar büyük bir sapma olamaz. Kabile asabiyetlerinin, mezhep asabiyetlerinin, hizip asabiyetlerinin, parti asabiyetlerinin zihinsel kötürümleşmeye engel olamadığını, zihinsel kötürümleşmenin entelektüel haçlı seferleri karşısında hiç bir şekilde tutunamadığını görmek gerekir. Bugün, toplumlarımızda, partizan paranoyanın kitleselleşmesi, korkutulabilen toplumlar oluşturuyor. Korkutulabilen toplumların, hiç bir zaman özgürlüğe istihkak kazanamayacağı düşünülmüyor, tartışılmıyor. Dijital küreselleşmenin etkili olduğu günümüzde herkes bir şekilde dijital sömürü projesinin bir parçası haline geliyor. Dijitalleşen dünyada çok ciddi bir bilgi enflasyonu yaşanıyor, bilgi her geçen gün değer kaybediyor. Sosyal ağların ve yapay zekâ sisteminin sorumsuzca ve ahlaksızca kullanımı, sorumsuz ve keyfi bir dünya oluşturuyor. Tekno-sosyallikler, dijital sosyallikler, insanlık hayatını araçların sınırları içerisine hapsediyor. Yapay zekâ’nın ideolojik kullanımı, ırkçı kullanımı, çıkar amaçlı kullanımı; dilin ve bilgi’nin manipüle edilmesi, ne kadar ahlaksız bir dünya oluşturuyorsa; İslam’ın ırkçı kullanımı, ideolojik kullanımı, politik çıkar amaçlı kullanımı, otoriter-militer baskı aracı olarak kullanımı da, aynı şekilde ahlaksız bir dünya oluşturuyor. İnsan dışı zekâ’nın, insanlık dışı bir dünya oluşturduğunu görmek istemiyoruz.

İslam toplumlarında bugün, eleştirel unsurları, muhalif unsurları etkisiz hale getirmek üzere, İslam’ın araçsallaştırılması, camilerin bu araçsallaştırma faaliyetlerine açılması her geçen gün sıradanlaşıyor. Nitelik ve bilgelik yoksulluğu ile malûl bulunan toplumlar güçperestliğe maruz kalıyor. İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi, İslam tarihi boyunca da, medeni toplumlar çoğulcu bir dünya görüşü ile, çoğulcu bir hayat tarzı ile inşa edildiler. Çoğulcu-kuşatıcı-kapsayıcı bir anlayışı reddederek, kutuplaştırıcı politikaları seçmek, barbarlığı seçmek demektir. Sığınmacı topluluklardan, evrensel misafirperverliği-komşuluğu esirgemek de farklı bir barbarlık ve ırkçılık biçimidir. Kendi varoluşlarıyla, tarzlarıyla, tercihleriyle büyülenen topluluklar, başkalarının düşüncelerini öğrenmek, başkalarını anlamak istemezler. Çıkarlarını, iktidarlarını, ayrıcalıklarını, kaybetmekten korkanlar, korkutarak varolma yolunu seçerler. Çıkarlarını, iktidarlarını ve ayrıcalıklarını mutlaklaştıranlar, bunu, Allah’tan (c.c.) talimat alarak yaptıklarını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışırlar. Aklın kalbini, kalbin aklını kaybedenler, mevcudiyetlerini nefret söylemi ile sürdürürler.

Varoluşsal-tarihsel sorgulamalar, yüzleşmeler, hesaplaşmalar ve özeleştiriler yapmaları gerekirken, bunları yapmayı hiç düşünmeyen, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, aziz İslam’ın, iktidar çıkar ve ayrıcalıkları adına istismar edilmesi/araçsallaştırılması/değersizleştirilmesi/hırpalanması/şeyleştirilmesi karşısında, dünya siyaset tarihinde benzeri az görülen oportünist bir söylemin İslam’ı kullanarak normalleştirilmesi karşısında, eleştirel bir ses yükseltmemeleri, eleştirel bir ses yükseltmek bir yana bu istismar ve araçsallaştırmaları meşrulaştırabilmek için fıkhi hilelere-kirliliklere başvurmaları utanç verici, yüz kızartıcıdır. Günümüz İslam toplumlarında yaşanan akılsız ve düşüncesiz bağlılıkların, kolektif bir bilinçsizliğe, hezeyana ve aptallığa dönüştüğünü görmek gerekir.

Akılsız ve düşüncesiz umutlarla yüzyılları sorumsuzca israf eden, harcayan bir zihniyet, bugün, propoganda dindarlığı adına, partizan dindarlıklar adına, camilerde, ulus-devlet kutsallarını, milliyetçilikleri, militarizmleri, ataerkil gelenekleri, bütün batınilikleri fütursuzca tebcil ve takdis ediyor, edebiliyor. Dünyada hiç bir şey, faşizmin, ataerkil geleneklerin/normların aziz İslam’ı araçsallaştırmaları kadar korkunç olamaz. Kendilerini Müslüman ya da muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler, İslami yorumu, yerli-milli sınırlar-değerler-kutsallar ve ihtiraslarla eşitlemek suretiyle, çok büyük bilinç felaketlerine neden olduklarını farketmiyor. Bu büyük bilinç felaketleri İslami özgünlüğün/bütünlüğün/karakterin/onurun aşınmasına neden olurken, İslami aidiyetin evrensel temsilini de imkânsız kılıyor. Karizmatik din’i ya da politik tek adamların, narsisist ve romantik söylemleriyle-ihtiraslarıyla büyülenen ve kendilerini bu söylemlerin sınırları içerisine hapseden topluluklar için, iyi bir gelecek tasavvur edilemez. Milliyetçiliklerin, yabancı düşmanlığının, kadın düşmanlığının yükselişe geçtiği her yerde, İslami anlamda çok derin bir bilinç kaybı, bilinç bunalımı yaşanıyor. Bugün, politik oportünist popülizm, muhafazakâr-dindar kesimleri, bütün insanlıktan sorumlu olan evrensel bilinçten, medeni bilinçten, kentli bilinçten kopararak; yalnızca kendi kabilelerine, cemaatlerine, partilerine karşı sorumlu olduğuna inanan, taşralı-dar görüşlü-ufuksuz topluluklara dönüştürüyor. Bu topluluklar, varoluşsal meselelere, kültüre, inceliklere, estetiğe bütünüyle yabancılaşıyor. Bu topluluklar, eleştirel bir İslami entelektüel hareket ya da kadro üretemiyor. Sözünü ettiğimiz topluluklar risk alarak gerçeğe uyanmak yerine, tarihsel konformizme katlanarak uyumaya devam ediyor. Teatral dindarlıklar, propoganda ve gösteri dindarlıkları, propoganda ve gösteri iyilikleri/hayırseverlikleri ve hamasetle bütünleşen partizan trol orduları, aparatçikler; ilkeli varoluşların ve ideal ufukların nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Taşralı politik dil-söylem, hurda-köhne-arkaik milliyetçiliklere meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Taşralı politik dil-söylem-irade, epistemolojik emperyalizm karşısında çok açık bir yetersizlik dilsizlik, suskunluk, tükenmişlik ve edilgenlik sergiliyor. Yalnızca taşralı politik dil-söylem ve irade değil; kendilerini İslam’a nisbet eden düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat hayatı da, aynı şekilde epistemik emperyalizm karşısında aynı yetersizliği-aczi-suskunluğu-çapsızlığı-ufuksuzluğu-edilgenliği sergilemeye devam ediyor. Müslüman aydınların, edebiyat adamlarının, taşralı popülist-oportünist propoganda söylemi ve siyaseti doğrultusunda sürüklenmeleri, bu kesimlerin varoluşsal önceliklere, ontolojik önceliklere ne kadar yabancı olduklarını gösterir. Bir toplumun, büyük ahlaki-düşünsel-kültürel-sosyal-entelektüel-ekonomik yıkımlar-tahribat pahasına gerçekleştirilen, politik başarılarla, maddi başarılarla, sayısal başarılarla büyülenmesi, bu toplumların popülist-hamasi bir kirlenme-zehirlenme ile karşı karşıya bulunduğunu gösterir. Popülist politik dilin-söylemin-siyasetin sınırsız yükselişinin, kültürel büyük boşluklarla, entelektüel büyük çöküşle, ahlaki etkisizlikle yakından ilgili olduğunu kaydetmek gerekir. Bu olumsuz şartlar içerisinde, özeleştiri yapmayan, gerçeklerle yüzleşmeyen, eleştirel dersler çıkarmayan, değişime ve yenilenmeye kapalı olan toplum, yok olup gitmeye yüz tutmuş bir toplumdur. Popülist propoganda diliyle-klişeleriyle sloganlarla bağımsız bir düşünce-kültür ve dünya görüşü inşa edilemez. Popülist propoganda klişeleri hiç bir anlam-fikir içermezler.

İdeolojik özgürlüklerin, liberal özgürlüklerin her şeyi bayağılaştırdıkları gibi, politik-popülist propoganda özgürlüğü de her şeyi bayağılaştırıyor. İslami özgürlükler, ahlaki sınırlar, helal sınırlar içerisinde bir anlamlar ve değerler sistemi içerisinde ifadesini bulur. Oportünist politik tercihlerin hiç bir ilke ve ideale sadık oldukları görülmemiş ve duyulmamıştır. Oportünist politik tercihleri normalleştiren bir zihniyet, ilkesizliğin ve onursuzluğun sefaletini biriktirmiş olur. İlkesizliğin sefaletini seçerek, bağımsızlığın sorumluluğunu almaktan, risk almaktan korkan bir yaklaşım, özgür olmaktan da korkar. Sorumluluk almaktan korkan bir zihniyet, kaderciliğe, kehanetçiliğe, komplo teorilerine sığınır, edilgen bir duruşu hayat tarzı haline dönüştürür. Yalnızca tek referans kaynağı olarak kendisini alan bir zihin ve ruh dünyası büyük bir ufuk körlüğü ile malûl olur. Kendisini tek referans kaynağı olarak gören bir kişilik, hiç bir şekilde tercihlerini ve konumunu gözden geçirme ihtiyacı duymaz. İslami bilgi-irfan-bilgelikleri içselleştirerek tecrübe etmeyen toplumlar, popülist sürü davranışı ile bütünleşirler.

İçerisinde yaşadığımız son on yıllar içerisinde/muhafazakâr/dindar/milliyetçi/sağcı siyaset, sosyo ekonomik eşitsizlikleri, politik ve kültürel eşitsizlikleri normalleştirerek, toplumda karşılıklı saygı-anlayış-nezaket ve iletişimi yok ederek, partizan karşıtlıkları mutlaklaştırarak, geniş ufuklu zihniyetin yerine, dar ufuklu bir zihniyeti geçirerek, dar ufuklu zihniyeti kutsallaştırarak, korkuların umutlara galip gelmesini sağlayarak, çıkarcılığın/oportünizmin başarılarını tebcil ederek, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklarla insanlara kendi vicdanlarını nasıl susturacaklarını öğreterek, varoluşsal bir yabancılaşmayı popülist bir sisteme dönüştürdü. Popülist bir sistemde büyük dürüstlüklerin, büyük içtenliklerin, büyük erdemlerin yerini, büyük yalanlar, büyük ikiyüzlülükler alıyor. Popülist politik bir sistemde hayati önemi ve önceliği olan gerçekler/sorunlar sistematik bir biçimde gözardı ediliyor, edilebiliyor. Kültürel-entelektüel-felsefi-hikemi içerik üretme yeteneği olmayan popülist-oportünist siyaset, toplumu propoganda sloganlarının, klişelerinin ve sansasyonel nefret dilinin sınırları içerisine hapsederek varoluşsal yabancılaşmayı sıradanlaştırıyor. Nefret dili-söylemi, hayatın kalbi olan insan sıcaklığını, dostlukları, bilgelikleri yok ediyor. Böyle bir ortamda öncelikle aklın/kalbin/vicdanın sesini birlikte yükseltmek gerekiyor.

İslam dünyası toplumlarında gelenek-görenek, tarihsel konformizm, düşüncesizliği, düşüncesiz bağlılıkları, düşüncesiz sadakatleri tebcil ediyor, takdir ediyor, ödüllendiriyor. Bu gelenek nedeniyledir ki, toplumlarımızda, halen, akılsız, fanatik din’i ya da politik bağlılıklar katıksız düşüncesizlik şeklinde somutlaşıyor. Toplumlarımızda, hamaset-propoganda dili-söylemi aracılığıyla koşullandırılmış düşüncesizlikler, bugün, İslami ya da muhafazakâr çevrelerde açıkça görülebileceği üzere, makyavelist muhafazakârlıkları, makyavelist milliyetçilikleri meşrulaştırarak, İslami anlamda çok büyük bilinç felaketleri yaşanmasına neden oluyor.

Düşüncesizliğin hâkim olduğu toplumlarda, kitleler, ‘’yerli-milli’’, ‘’ezan-bayrak’’, ‘’şanlı tarih’’ vb. gibi klişelerle istenilen doğrultuda seferber edilebiliyor. Varoluşsal meseleler hakkında düşünme/çözümleme/içerik üretme yeteneği olmayan kitleler, hamasi klişeler yoluyla harekete geçirilebiliyor. İslami bilincin unutulduğu-unutturulduğu toplumlarda, öncelikle üzerinde düşünülmesi gereken temel/hayati/tarihi meseleler hakkında düşünme yeteneği olmayan kitleler, popülist propoganda sloganlarıyla mevcudiyetlerini duyuruyor.

Bilinçli düşünceye yabancılaşan çevreler, bilinçli varoluşa da yabancılaşıyor. Bilinçli düşünceye ve bilinçli varoluşa yabancılaşan çevrelerin fanatizmi seçmekten başka yapabilecekleri hiç bir şey kalmıyor. Bilinçli düşünme yetisini ve bilinçli varoluş yetisini kaybeden çevreler, iyi ile kötü arasındaki uçurumları farketmiyor. Her fanatizm bağlılarını gerçeklikten bütünüyle uzaklaştırıyor. Her fanatizm biçimi-tezahürü, zihinsel niteliksizliğe, kalitesizliğe işaret ediyor. Fanatizmi bir duruş olarak seçenler, bir tarz olarak seçenler, bir mücadele aracı olarak seçenler, hiç bir şekilde ahlaki tercihlerde bulunamıyor, ahlaki ilişkiler kuramıyor. Her fanatizm biçimi/tezahürü bilincin ve vicdanın sesini bastırıyor. Her fanatizm biçimi insanları ahlaki varlıklar olmaktan çıkarıyor.

Günümüzde, Müslümanlar olarak aziz İslam’ı soyut koşullarda, düzlemlerde konuşuyor, İslam’ı yaşamamız gerektiği gibi yaşamıyoruz. Kendilerini İslam ülkesi olarak tanımlayan ülkeler, ontolojik bir proje olarak yapılandırılan siyasal Siyonizm ve Yahudi sömürgeciliği karşısında caydırıcı hiç bir siyasal etki ve iradeye sahip değiller. Gerçek anlamda İslami varoluşun, İslam’ı bir bütünlük içerisinde, bütün boyutlarıyla ortaya koyarak, bütün boyutlarıyla algıladığımızda, temsil ve tecrübe ettiğimizde başlayabileceğini bilmiyor, düşünmüyor, konuşmuyoruz. İslam’ı evrensel anlamda, ontolojik anlamda kamusal-siyasal bir dünya görüşüne sahip olarak temsil ve tecrübe etmediğimiz için, Siyonist sömürgecilik karşısında her tür sömürgecilik karşısında utanç verici varoluşsal ötekilikleri tecrübe ederek, varoluşsal edilgenlikleri tecrübe ederek yaşıyoruz, yaşadığımızı sanıyoruz.

Müslümanlar olarak tarihsel konformizmin, statükonun, geleneğin belirlediği çitler içerisinde yaşadığımız için, bütün çitleri aşarak tarihsel-siyasal sorumluluklar üstlenerek bağımsızlık ve özgürlük içerisinde varolmanın yollarını aramıyoruz. Hamaset ve propoganda dili/söylemi/kültürü/siyaseti sorumsuz ve kibirli bir dil oluşturuyor. Kendi tercihlerinde özgür olmayan Müslüman halklar, siyasal iktidarlar tarafında statüko tarafından, olmaya zorlandıkları şeylere dönüşüyor. Hayatın her alanında, her konuda sınır ötesi hareketliliğin-ilişkilerin ve etkileşimin yoğunlaştığı bir dönemde, sığınmacı-mülteci hareketliliği, milliyetçi-ırkçı politikalar adına terörize ediliyor, kriminalize ediliyor. Sığınmacıların-mültecilerin, milliyetçiliklerin-ırkçılıkların fanatizmleri sebebiyle dünyada bir yer edinme hakları yok. İnsan hakları dili-söylemi-siyaseti büyük bir propoganda yalanından ibaret. Bugünün dünyasında kimin insanca yaşayıp yaşayamayacağına ırkçı politikalar karar veriyor. Ötekine karşı, ötekileştirilene karşı sorumsuzluk, barbar-vahşi bir dünya oluşturuyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *