Tekrarsız Seçim

Tekrarsız Seçim

Tekrarsız seçimini sıhhatle yapmış ve bu kararının ardında her ne bahasına olursa olsun durma azim ve kararlılığını gösterenler, her ne kadar bazı durumlarda sistem içi kalma durumuna düşme arızalarıyla karşı karşıya kalmakla beraber, esas duruşu bozmadan, durduğu yeri değiştirmeden, davasını göz ardı etmeden, asla uygun pratiği sürdürme cehdi içinde olmalıdırlar, olacaklardır da!

Mustafa Bozacıoğlu

Bir seçim sath-ı mailine girmiş bulunuyoruz; yine, yeniden… Periyodu dahi kesin olmayan aralıklarla tekrarlanan bu seçimler ne ifade ediyor, neyi değiştiriyor, bilen varsa beri gelsin de doğru oturup doğru söylesin.

Bir illüzyondur devam ediyor. Bir oy’un ve oy’alamacadır sürüyor.  Değişen ne; hiç! Yok, var aslında bir değişim ve değişen de bunların kendileri bile farkında değiller, işin kötüsü bu! Değişime katkı sağladıklarını, değiştiklerini ve değiştirdiklerini zannediyorlar çoğunlukla! 

Bir değişim olduğu da doğru, ama vaziyette ve kendilerinde… Bir başkalaşım… Yola çıkarkenki halleri ile şimdiki halleri arasındaki yüz seksen derecelik izahı mümkün olmayan bir yeni hal! Eleştirilen, şikayet edilen her ne varsa kanıksamak ve iş ve işleyişe mevcut haliyle katkı vermek, kitleyi de bu şekilde manipüle etmek… Dönen çarkların dişlileri arasına sıkışıp kalmak! O çarka benzin, mazot, yağ olmak! Dönen dolapları deşifre edip, tekere çomak sokmak koşullu kalkış, dönme dolabın albenisinde dön baba dönelim şeklinde bir döngüye dönüştü… Bu ne yaman dönüştü! Kurgucular, düzenciler dahi bu kadarını ummazlardı!

Uzayıp kısalan periyotlarıyla tekrarlanan bu seçimler kitleyi bir umuda bağlayıp umut tacirliğini, sömürüsünü sürdürmekten başka ne işe yarıyor söyleyin bir! ‘Bu defa tamam’ denilerek kaçıncı devrandır döndürülen.  Bu hal ve gidişatla son olacağa da benzemiyor. Bu hamur daha çok su kaldıracak anlaşılan! Anlaşılmayan ise ahalinin onca kandırılmışlığa rağmen, tekrarlanan oyunun yinelenip sadece figüranların, işletmecilerin değiştiğini görmeyerek bu oyuna alet olmaya devam etme azmi ve kararlılığıdır. Bu hal değişmeyince de değişecek hiçbir şey yoktur, olmayacaktır, bu böyle biline!

Oysa bizden istenen tekrarsız bir seçimdir! Bir kere seçiminizi yaptıysanız, artık o hal üzere bir yol ve yolculuk sürecine girmişsiniz demektir. Bu seçim tekrarlanamaz! Dönülebilir belki! O da süresiz ve sayısız değil! Bu da işin doğası, imtihanın bir gereğidir! Bu seçimin ‘hak ve batıl’ olarak iki ana ekseni vardır. Arası yoktur; varsa o da en kötü tercih olarak münafıklıktır. Bu seçimdir ki sizin hayat boyu yapacağınız tüm tercih ve seçimlerinizin, karşı duruşlarınızın, retlerinizin de belirleyeni olacaktır. Hayata bu boyanmadan sonraki bakışınız çok farklı olacaktır. Bu boya size sahte boya ve makyajlar hakkında kanaat verecek, feraset, basiret ve furkan vasfı kazandıracaktır. 

Evet, ‘hak ve batıl’ ana eksenlerinin de ne yazık ki farklı tonlama ve vurgulamaları vardır ve olacaktır. İşte bu nitelikli bir bilgi ve bilinç gerektiren bir durumdur. Bir babadan olma ve anadan doğma, bir coğrafyada gözlerini açmış olma gibi öncüller bu duruma etki eden ve fakat neticede işin gelip gidip sizin özgün irade ve tercihinize bağlı olduğu bir başlangıçtır.

İnsanın hayat boyu karşılaştığı ilişkiler, beşeri münasebetler, sosyal dokular, ekonomik, siyasi, hukuki durumlar bu asli tercihin akabinde insana dair ibaha alanları içinde görülebilir ve bunlar tali seçimlere konu olabiliriler. Trafik ışıkları ve aksi durumdaki cezai müeyyideler gibi, bir temsilcilik ve kurumların sevk ve idaresindeki işlevlerin belirlenmesi gibi…

İktidarların ve muhalefetin söylemlerine ve eylemlerine bakıldığında genelde kopyala yapıştır tarzında bir süreç görebiliriz. İktidarda devlet kesesinden (bir zamanlar popülizm yapılmayacak denmişti!), muhalefette bol keseden atışlar devam ediyor. Çoğunlukla ekonomi ve terör/beka sorunu üzerinden yürütülüyor bu tekrarlanan seçimler. Bir de size seçtiğiniz imajı veriliyor, seçtiğinizi sanıyorsunuz. Oysaki seçilenlerden birine, sizin önünüze sürülen listelere onay vermekten başka bir ediminiz yok! Bu hengâmede delinin oyuyla akıllının oyu da fark etmiyor hakikaten; cahilin oyuyla mürekkep yalamışın oyu, alaylıyla mekteplinin oyu, köylüyle şehirlinin oyu, zenginle fakirin oyu… Oyun tekrarlanıp duruyor! Hatırlasanıza, yakın geçmişte tedavüle sürülen ‘tercihli oy sistemini’, ne oldu, oyunu kur(gulay)anlar tarafından, işlerine gelmeyince, arızalar çıkınca, murat hasıl olmayınca derhal tedavülden kaldırıldı. Bu arada, o açıdan bakınca, bu demokrasi oyununun ‘temsili ‘olmasıyla, ‘doğrudan’ olması arasında da bir fark yok, inanın. Bir fark olsa da o, asla dokunmayan, mala davara zararı olmayan, oyunun kurallarını değiştirmeyen, olsa olsa şekilde, kabukta kalacak bir atraksiyon olur. Düzene, düzencilere, düzenbazlara hava aldıracak! Yani bir temsil/tiyatrodur sürüyor!

Düzenin, sistemin ‘tehdit’ algısı tekrarlanan bu her seçimde güncellenir, yenilenir, ısıtılıp yeniden servis edilir, ilgi ve dikkatler ‘parmağa’ çekilir, algı ve dikkatler yönlendirilir, temsil, bazen komik, bazen trajik, ama her zaman trajikomik bir vaziyette sergilenir. 

Böylesi bir durumda bir bakarsınız, yakın geçmişte olduğu gibi ‘şeriat’ ilk tehdit addedilir ve kitleye bu duygu yüklenir. Bir bakarsınız, rengi zaman ve zemine göre değişen ‘terör’ olur. Bir bakarsınız ekonomik özgürlükten dem vurulur, bir bakarsınız ‘dış mihraklar’ öne çıkartılır. Yani kesintisiz ve biteviye tekrarlanan, ama her defasında da işe yarayan bir ‘beka’ sorunu vardır; dillendirilen, dillere pelesenk edinip ama zorunlu, ama gönüllü damarlara zerk edilerek yüreklere yüklenen! Sindirilen/yitiğinin farkında dahi olmayan kitleye rağmen hep kazanan kasa misali!

Bu vasatta vatandaşlık bağı ve gerekleri bir tarafa, müslümanım diyen bir şahsı ferdî ve tüzel kişilikler kim ve ne adına, ne bahasına bu dostlar alış verişte görsün tarzı oyun, oynaş ve oyalamacanın, bırakın tarafı olmayı, nasıl aracı/nesnesi olabilirler?! Bunun bir izahı olabilir mi?

Yok, bu olup bitenler bu dünya hayatımızın bu an ve mekanlarında asla sirayet etmeyen, geçici iş ve işleyişler için geçici tercih ve sınırlı seçimlerdir, kararlardır diyenler ise –ki bunlar aşağıda tahlil edeceğimiz ana kitlenin içine alınabilirler- mevcut ahvali aşmanın kendi eksenleri için bir fark oluşturmayacağı, her halde de elden gelenin, aşırı zorlamalara düşmeden kanıksanmış, eskilerin ‘Hudeybiye anlaşması’ ve belki ‘Habeşistan hicreti’ kıyasları sadedinde ele aldıkları ve kendilerini rahatlattıkları bir bakış olarak görebiliyorlar meseleyi. Dahası bu yaklaşım neticede yine bir zamanların, sistem-rejim ve devlet ayırımını vurgulayarak, ‘Bizden istenen bir oy, verelim, sonra işimize bakalım!’ yaklaşımının tezahürü gibi de okunabilir. Gelgelelim bazı söylemler de ‘şişede durduğu gibi durmuyor’, o söylemlerden bankasıyla kanka olup her kurumuyla özdeşleşmiş, teorisini teorisine, pratiğini pratiğine eklemiş bir yeni türedi ahval de neşet etmiş bulunuyor. İşte bunu da yine kasanın, sistemin kâr hanesine yazmak gerekiyor!

Otobüsün şoförünün değişmesi, otobüsün seyahat amacını ve hedefini değiştirmemektedir, yıllardır tekrarlanan bu yaklaşımda ilkin bunu öğrenmesi gerekirdi müslümanım diyenlerin. Ama heyhat! Ne dönecek son köşe kaldı ne de ısırılmadık taraf!

Cumhuriyete geçişle birlikte, hatta çok daha öncesinden bu otobüsün rotası batıya, mürşit olarak dinden diyanetten koparılmış (dahası başkalaştırılmış formları öne çıkarılarak) şekilde bilime, batıl batılı argümanlara endekslenmiş, tebea, vatandaşa dönüştürülerek, yeniden formatlanmıştır. Bu toprakların bir şekilde rengine sinmiş değerler, ters yüz edilmiş, kültürel olana evrilerek, Anadolu dini/İslamı vurgularıyla eklektik, çok renkli, ne olursan ol, nasıl olursa olsun biraz ondan biraz bundan bir edilgenlik içinde sağcılığa, muhafazakarlığa indirgenmiş, vicdana hapsedilmiş, etliye sütlüye karışmayan, hayattan koparılmış, ezoterik, menkıbevi, batıni, tasavvufi argümanlarla çevrelenmiş, bastırılmış, yeni bir forma döndürülmüş, ‘gelenek!’ namıyla çer çöp her ne varsa sahiplenilerek yol edinilmiş (Abdurrahman Arslan üstad bunu her ne kadar, ‘sünnet’ ile özdeşleştirse de vakıa ve realite farklı!) ne yazık ki! Böyle bir ahval içinde kitle maalesef! Buradan bir hayır çıkar mı, ne zaman, nasıl çıkar bilmiyorum! Üstelik bugün bu ana kitle hala en çok endişeli kesim olarak duruyor, o tedirginlikleri yaşıyor! O tedirginlikler ki, sakal bıyık arası sıkışmışlıktan öte! Dini bir tarafta, devleti, sistem öbür tarafta! Az bir tedirginlik, az bir endişe değil bu! Bir tarafı kaybetmek endişesi yenilir yutulur, unutulur gibi değil! Bu ikirciklik daha çok şeyler kaybettirme, yön ve istikameti bulamama, kimseye yaranamama potansiyellerini de beraberinde taşıyor. Ahireti kaybettirecekse dünyayı kazanmak(!) neye yarar! İkisini birden kaybetme ihtimali ise hepsinden acı ve fakat şimdilerde bunun farkında olan yok! Varsa da çok azlar ve bu sayımda irapta mahalleri yok! İyi ki mi desek, ne yazık ki mi?!

Bunların arasını şeksiz şüphesiz cem edebilenler ise hala üzerlerinde ana vurguların tekrarlandığı, hesap kitabın yapıldığı, parmak/oy sayısının dikkate alındığı kesim olarak sahnede… Ki bunların bu endişeleri asla ve kat’a giderilebilemez! Aksi halde oyun açığa çıkar, bozulur! İllüzyon biter! Maske, peruk düşer, makyajlar akar!

Seküler, laik kesim ise zaten tek dünyalı olarak, kendi felsefelerinin çekiminde, cazibesinde seyr-ü sefere devam ediyorlar, ikirciklik yaşamadan ve fakat başka endişelere düçar olmuş olarak, korkulu rüya görmektense uyanık kalmayı tercih ederek.

Tekrarsız seçimini sıhhatle yapmış ve bu kararının ardında her ne bahasına olursa olsun durma azim ve kararlılığını gösterenler ise her ne kadar bazı durumlarda sistem içi kalma durumuna düşme arızalarıyla karşı karşıya kalmakla beraber, esas duruşu bozmadan, durduğu yeri değiştirmeden, davasını göz ardı etmeden, gardını düşürmeden, teorisiyle pratiğini her zamanki gibi yalnızca dininin aslından alarak (iletilmiş olanla, onun örneklendirilmiş şeklinin ışığı altında) yönelişini, asla uygun pratiği sürdürme cehdi içinde olmalıdırlar, olacaklardır da!

Yukarıda demiştik vaatler kadar, öne sürülen, önceliği değişen farklı tehditler karşısında (ekonomik olanından terör endeksli olanına kadar), bir müslüman kişiyi, kişiliği (özel veya tüzel) ilgilendiren (bu sayılanlar ilgilendirmez onları, demek değildir bu!), dikkatini celbedecek ne tür söylemler ve yaptıkları yapacaklarının teminatı olabilecek ameller sunuluyor, sergileniyor bir bakalım! Var mı elde avuçta kalacak bir şeyler! Varsa, niye hala bu endişeli muhafazakar, mütedeyyin kitleden mevzubahis ediliyor! Bu endişeler neden, niye hala giderilememiş?! Dedik ya ana kitle bu, bunların istim üzere tutulması gerekiyor zira! O endişeler gider(ilir)se mesela, başka endişelere kapılabilirler, sistemmuhafaza!! Eğitimden hukuka, sosyal iş ve işleyişten kurumlara, adaletten liyakata, her türlü emniyetin (5E) ikame ve idamesi, hadlerden yasalara, ibadetlerden muamelata hangi konuda müslüman bireyi ve aklı inşa edecek, ihya edecek, temin edecek söylemler ve eylemler duyup gördünüz?! Olanlar malumunuz; ağza şeker kabilinden! Olanların, olmuş gibi olanların çoğu da zaten ya bir pazarlık, ya bir farklı taviz sonucudur ya da en azından içi boşaltılmış haldedir, eğer görmesini işitmesini bilirsek! Buna en iyi örnek de ‘başörtüsü’ olsa gerek! İzahı gerekmeksizin… Sonra bunlar bir talep ve hak ediş çerçevesinde olduğunda, tavize mebni olmadığında ve yalnızca Allah’ın rızası gözetildiğinde anlamlıdır! Bir ulufe, sistemin iyi niyet göstergesi, bağışı, tersinden zımmi cizyesi karşılığı olarak değil!

Hele bir partinin ‘İHL ve katsayı, Kur’an kursları, başörtüsü’ konusundaki taahhütlerini, söylemlerini, İslamcılığın sözüm ona argümanlarıyla örtüştürüp, eşitleyip o indirgemeci mantıkla kitlenin manipülasyonu nasıl bir muhafazakarlaşma, sağcılaşma; sığlaşmadır! 

Aslında bunlar ciddi sosyal araştırma, tez konusu olacak evsafta bir çeşitliliğe ve içeriğe sahip örneklerdir. Yine şu arifesinde olduğumuz seçimin yeni sistemden kaynaklanan ittifak ve koalisyonlarını da ciddi analiz etmekte yarar var! Çok farklı mahfillerde farklı pazarlıklar; bir araya gelişler ve kamplaşmalar söz konusu. Hiçbir zaman bir araya gelmez, gelemez dediğiniz taraflar, köşeli veya yuvarlak masalarda bir araya gelebilmekteler bu sıralar! Dün öcü ve düşman, ‘öteki’ olanlar, şimdilerde ‘beriki’ olabilmekte, aile fotoğrafına girebilmekteler! Bu da aslında yok birbirlerinden farkları, farkları ‘çıkarları’ dedirtiyor insana! Öyle ya, aynı sistemin onayıyla kurulmuş, tüzükleri çoğunlukla aynı, sistemin kırmızı çizgilerine riayette taahhütkar, sistemin ulufesiyle ayakta durup politika yapan bu sistem araçlarının bir araya gelmesi kadar doğal ne olabilir? Bizdeki şaşkınlığa bakın siz de; şaşacak o kadar şey varken! Şaşılık yol olmuşken!

Bir de ‘‘İyiler’ meydanları boş bırakınca, meydan çıkarcılara, dümencilere, düzenbazlara kalıyor!’ söylemi var ki, ört ki ölem! Tabi önce buradaki ‘iyi’ kavramını analiz edip vuzuha kavuşturmak gerekiyor! Kimin iyisi, kime göre iyi, hangi iyi? Siz sistemin onlarca putuna bir söz edin bakalım, ne iyi kalır, ne iyilik! Bunları hem helvadan da yapmaz hem de yedirmez açlıktan ölseniz bile! Demokrasisinden laikliğine, sekülerizminden batılı değerlerine, kendi istediklerine göre yazıp çizdikleri anayasalarının dokunulmaz maddelerine, baba yasalarının sınırlarına, yavru yasalarının dokunulmaz kıldıklarına, ritüellerinden dayattığı yükümlülüklerine… Mekke cahiliyesinin putperestliği, müşrikliği, küfrü, tağutları ve tağutluğu kıtalar geziyor! Bu süreçte gerçekten müslüman olanın nasıl bir alış verişi, bağı bağlantısı olabilir ki?! İyi ve iyilik, bu noktada ne tarafa düşer?! Mekke’de Hz. Muhammed iyi ve iyilik vasfıyla yer bulabildi mi, önüne sunulan onca tavize, fırsata rağmen! Şimdi bu yargımız ‘bu argüman arkaik kaldı’ diyenler bir tarafa ‘sünnetçilere, birileri O’nun (as) örnek hayatını Kur’an çerçevesinde tashihen ele alalım, sarılalım diyenlere, birkaç hadis kritiğinden dolayı ‘sünnetsiz’ ithamlarıyla kendilerine mevzi tutanlara gelsin!

Rahmetli Ercümend Özkan bu politika arenasını ‘sirke küpüne’ benzetirmiş; içine acur da atsan turşulaştırır, dümdüz salatalığı da atsan turşuya dönüştürür diyerek, te’vile, tarife gerek var mı?!

Bizler yine onun deyimiyle ‘kendi ibadetimizle aynı renk ve dokudan olması zorunlu olan siyasetimizi’ kınayıcıların kınamasına aldırmadan, dilimizin döndüğü, elimizin yettiğince sürdürmek zorundayız. Bu, dünya bir tarafa ahiretimiz için olmazsa olmaz mesabededir. Kendilerine bu dünyaya dair, bu formel politikalar çerçevesinde sürece eklemlenip yapıp ettikleri konusunda maslahat kılıfından mesnet bulan, kendilerinden menkul meşruiyet fetvalarından dolayı çözüm üreten dostlarımıza karşı da uyarı, ikaz, emri bil ma’uf, nehyi anil münker vazifemiz eksilmeden, artarak devam etmektedir. Onların ‘Bizi bırakın, Allah düşmanlarına bakın, biz ne yaptığımızı biliyoruz!’ şeklindeki karşı argümanlarına karşı da işte o yük daha da ağırlaşmakta, önem kazanmaktadır. Keza Kur’an bizi ‘şeytanın sağdan yanaşması ve Allah adına/diyerek kandırması olgusuna karşı uyarmıyor mu?! O sebeple o az ve azınlıkta kalan kesim, karşısındaki kitlenin de çoğunlukta olduğunun farkında olarak, özellikle o çoğunluğun bir kısmının da bu yolun bir şekliyle farkında olanlardan oluştuğunu da bilerek hareket etmek, söylem geliştirmek mecburiyetimiz vardır. Olursa ne ala! Olmazsa da ‘tarafımız belli olarak’ dönmek yok, yola; yol pusulası elde, yol azığı edinilmiş, yol libası giyilmiş, yol refikleriyle el ele, omuz omuza verilmiş olarak (şimdilerde hep temenni gibi kalsa, görünse de!) devam…

(İktibas, Mayıs 2023)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *