Siyasî Travmaların Dildeki Sapmalara Etkileri

Siyasî Travmaların Dildeki Sapmalara Etkileri

Bence egemen güçlerin neler yaptığı çok da önemli değil, çünkü onlar üzerlerine düşen görevi yerine getirmekle yükümlü bireylerden oluşmaktadır. Burada önemli olan özgür ve muhalif bir ruha sahip, toplumun öncüsü rolüne bürünen şair ve yazarların nasıl bir duruş sergiledikleridir…

İbrahim Eryiğit

Bilindiği üzere, travma, canlı üzerinde ruh ve beden açısından önemli ve etkili hırpalanma belirtileri bırakan yaşanmışlık olarak tanımlanmaktadır. Bireyin gerektiği gibi bir tepki gösteremediği, üzerinde durduğu halde çözüme kavuşturamadığı, dolayısıyla bilincin altına veya dışına ittiği yaşanmışlık olarak ele alınır. Bilinçdışından kişinin ruhsal yapısı üzerindeki etkisini sürekli hissettirir, kişi sanki hep söz konusu yaşanmışlıkla yüz yüze geliyormuş gibi bir duygunun içinde bulunur. Travma, örneğin savaş sürecinde olduğu gibi tamamen dış nedenlerle bağlantılı da olabilir. Ruhsal travma kapsamına, fiziksel ve duygusal tacizler (dövülme, gasp olayları, çocukluk çağından beri süregelen sevgisiz ortam, sağlık, eğitim, barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanamaması gibi), cinsel tacizler, doğal afetler (deprem, sel, fırtına, gibi), yangınlar, trafik kazaları, savaşlar ve çatışmalardan etkilenmek gibi olgular girmektedir.

Siyasî travma konusuna gelince… İnsanlık tarihi boyunca gücü elinde bulunduran iktidar sahipleri, yönettikleri toplumlar üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürmeleri için kurgulanmış travmalara her zaman ihtiyaç duymuşlardır ve duyacaklardır da. Basit anlamda, toplumların organize olmuş biçimine devlet denildiğinden hareketle, devlet mi insan içindir, insan mı devlet içindir paradoksundan her durumda devletin öne çıktığı bilinen ve zorla da olsa kabul edilen/ettirilen bir gerçektir. Bu durumdan bir adım sonrası devletin bekasını her fırsatta ve her koşulda dile getirmekten ibaret olacaktır doğal olarak. Kurulu düzenin çok öncelerden belirlenen rotası, tren rayları metaforuyla açıklanabilir sadece. Zaman zaman makas değiştirme gibi görülen hamleler sonucunda tren, onu dışarıdan izleyenlere, her ne kadar üzerinde seyrettiği raydan çıkıyor/çıkmış görüntüsü veriyor olsa da aslında rotasını sağlamlaştırıyor demektir. Devletin egemen güçlerince, kurulu düzenin esenliği bağlamında yapılması gerekenler yapılırken, yönettikleri toplumun ruh ve akıl sağlığı açısından ne denli travmalar yarattıkları umurlarında bile değildir. Hâkim güçlerce yapılan/yaptırılan darbelerin yol açtığı sosyal ve siyasal yaraların toplumu oluşturan bireyler üzerindeki olumsuz etkileri yıllar geçse de hafızalardan asla silinmeyecek ve kara bir leke olarak tarihte hacim kaplamaya devam edecektir.

Bence egemen güçlerin neler yaptığı çok da önemli değil, çünkü onlar üzerlerine düşen görevi yerine getirmekle yükümlü bireylerden oluşmaktadır. Burada önemli olan özgür ve muhalif bir ruha sahip, toplumun öncüsü rolüne bürünen şair ve yazarların nasıl bir duruş sergiledikleridir. İnsanlık tarihi boyunca devletleşme süreci sonunda belirlenen sınırlar içinde yaşayan duyarlı insanların, kurulu düzenin toplum üzerindeki olumsuz kararlarını her koşulda eleştirdiklerini, yapılan eleştiriler sonucunda her hangi bir düzelme olmadığı takdirde kurulu düzenlere başkaldırıda bulunduklarını biliyoruz. Örneğin, Hz. Muhammed dini ritüeller anlamında yeni bir şey getirmemiştir. Salat, oruç, hac, kurban,… gibi ritüellerin Hazreti İbrahim’in döneminde bile olduğu bilinmektedir. O dönemdeki Mekke egemenleri bu ritüellere asla karşı çıkmamışlar, Hz. Muhammed’in, o dönemki sömürücü ve tefeci düzenini yok etmeye yönelik niyetlerini görünce karşı çıkmışlardır. Lat, Uzza ve Menat putlarının simgelediği düzenin kodlarını çözen Hz. Muhammed, insanları köleleştiren, sömüren, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan işleyişi yerle bir etmiştir. Bilindiği üzere, Lat, siyasî iktidarı; Uzza, azizleri, din adamlarını, ruhban sınıfı ve Menat da kan emici zenginleri, burjuvaziyi simgeler. Aslında Hz. İbrahim başta olmak üzere, tüm peygamberlerin yaptıkları da aynıdır. Bu yüzdendir ki peygamberlerin büyük çoğunluğu, söz konusu güç odaklarınca her türlü işkenceye, karalanmaya, yok sayılmaya, öldürülmeye tabi tutulmuşlardır. Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife bile, mevcut yönetimin uygulamalarına karşı çıktığı için yıllarca zindanlarda yatmıştır. Kuran’da ve sahih hadislerde, topluma ve güç sahiplerine yapılan uyarılar önemli bir yer tutmaktadır.

Günümüze gelindiğinde de dünyanın her yerinde görülen manzara hemen hemen aynıdır. Kuzey Kore, Türkmenistan… vs gibi birkaç devlet kendi insanını sömürmeyi, köleleştirmeyi açıktan yaparken, demokrasi ve barış havarisi kesilen başta ABD olmak üzere, çoğu Avrupa devleti hâlâ Afrika ve Güney Amerika’daki fakir toplumları sömürmeyi ve köleleştirmeyi olanca hızıyla sürdürmektedirler. Zaten son dört yüz yıllık zenginliklerinin ana kaynağını da sömürgecilik oluşturmaktadır.

Şair ve yazarlara gelince, çoğu yaşadıkları toplumlardaki kan emici kurulu düzenlere olanca desteklerini ve bağlılıklarını sunarken, her dönemde azınlıkta da olsa birkaç şair ve yazar hayatları pahasına toplum aleyhindeki yanlış uygulamalara karşı çıkmayı zorunlu bir sorumluluk olarak görmeye ve yaşamaya devam etmektedirler. İktidar sahiplerinin kendi toplumlarıyla ayrışma süreci başladığında, orantısız güç kullanılması,  şiddete başvurulması, hapishane sayısının okul sayısını geçmesi, halkı doğrudan ilgilendiren kararların geceleri alınması, enflasyon rakamlarının gerçeğinin ancak %20’si kadarı olarak açıklanması, devletin beka sorununun sürekli gündemde tutulması, toplumda ezana ve bayrağa karşı herhangi olumsuz bir söylem yokken her fırsatta ezanlar susmayacak, bayraklar inmeyecek gibi sloganlar atılması, daha önce yüzlerce kez söylenmiş cümleler her defasında sanki ilk kez söyleniyormuş gibi bir algı yaratılması, bu zaman diliminde yaşayan bir şair ve yazar olarak beni son derece rahatsız ediyor. Bu tür serzenişlerimi bazı mekânlarda dile getirdiğimde, İslamcı-muhafazakâr söylemin ulusalcı bir dile savrularak, hemen ötekileştirici, ayrıştırıcı ve karalayıcı ithamlara muhatap olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *