Ali Tacar sadece konu edindiğimiz bu şiirinde değil, görebildiğim kadarıyla diğer metinlerinde de “evcilleştirilme”ye karşı net duruşu olan bir şair. Her türden kuşatılmışlık anlamında ve özellikle devrin (“Kör vaktinde dehrin”) tüm yok sayıcı, hiçleyici, mahvedici mekanizmalarına karşı duruş anlamında dikkate alıyorum.
KÖR LEŞ – MEDİK LERİ MİZDEN MİSİNİZ
Ali Tacar
Sen konuşursan aşka vuslat tebarüz etmeyebilir
Diyalektik olarak bu
Sayın yargıç şapkası, ve birbirlerine kitaplar okuyan kızlar
Bir vapur onun için salt gerçektir
Suskunluğu kırmızı düşürür
Pencereden topluma bakılır
Yargıçlar bıyıklı ve yasalara gitmek isterler
Kocaman kocaman açarlar gözlerini
Oturdukları yerde yasaklar
Soyut bir mayıstı, 0 45 aldım kendime
Tükenmiyordu İstanbul, tükenmiyordu Laleli
Beyoğlu tükenmiyordu
10’a dair konuştum, her şeyi anlattım
0 45 İspanyol mavzeridir
Aldım kendime
Bundan 5 dakka mukaddemdir şiir yazıyorum
Usul usul, modern modern
Kendimi yanılmazdan işliyorum, hangi beyin oğlu kuş uçuyor
Göğü kim gürlüyor?
Soruyorum kendi hizamda buradayım
Marifet ilk önce okuldan dönerken
Yağmura hep abla derdi
7. Nisan günü 10’a “merhaba kızım” dendi
Yanımda 0 45 vardı, aldım ya
Çok İspanyol şarabın önünde, Lorca taklitten muaftı, beynelmilel vardım
Durup konuşup susup söyledim
2022 kere muntazaman mayıstı
Sabah olunca herkes birbirini anlamış gibi yapıyordu
Üstte kaldım, intihar etmedim
Yasaklar da vardı.
***
Cevat Akkanat
Ali Tacar (İstanbul-?) şiirleri henüz bir kitabın iki kapağı arasında toplanmamış bir şair. Bununla birlikte onun şiir ve diğer çalışmalarını Varlık, Dergâh, Hece, Mahalle Mektebi, AKalemler, Ayarsız, Kirpi, Mahal, Ze, Aydos, Edebistan, Erik Ağacı, Sinada, Efruz, Sis, Bûtimar, Mavi Yeşil, Alarga, Şiar gibi dergilerden okuyarak sanat anlayışı hakkında bir fikir edinmek mümkün.
Alman Dili ve Edebiyatı öğrenimi gören Tacar, Almanca ve İngilizce’den yaptığı edebî ve felsefî çevirilerle de dikkat çeken bir isim. Bu yönünü bir kitapla taçlandırdığını, Masahiro Morioka’nın 2003’te Japonya’da yayımlanan Mutsu Bunmei Ron adlı eserinin ilk bölümünü, yazarının İngilizce için yaptığı tercihe bağlı kalarak, Acısız Medeniyet adıyla Türkçe’ye çevirdiğini belirtelim. Ali Tacar şiirine dair çıkarımlarda bulunabilmek umuduyla bu eseri de okuyup inceledik.
İsterseniz bahsi geçmişken Morioka’nın “acısız medeniyet” teorisine kısaca temas edelim: İnsanlığın ideali “acı ve zorluk çekmeden” yaşanacak bir medeniyettir. Bunun için insanlık “kendi kendini evcilleştirmek”, adeta “bir yoğun bakım ünitesindeki” hasta yahut “evcil hayvan fabrikasındaki evcil bir hayvan” gibi olmak zorundadır. Aslında “modern medeniyetin yaratmaya çalıştığı insan varoluş biçimi” tam da bu olup insanlık sekiz yolla sistemli bir şekilde evcilleştirilmektedir: Yapay bir ortama yerleştirilerek, yiyecekleri otomatik olarak sağlanarak, doğal tehditlerden uzaklaştırılarak, üremeleri kontrol altına alınarak, itaatleştirilerek (köpekleştirilerek), fizikî dönüşüme tabi tutularak (bu süreç içinde kendiliğinden oluşur), ölümleri kontrol altında tutularak, köleleşerek veya yazarın ifadesiyle gönüllü bağlılık yoluyla… Bunlardan ilk altısı Hideo Obara tarafından ortaya konulmuştur. Son ikisi Masahiro Morioka’nın ilavesi. Biz bunlara bir soru cümlesi ekleyeceğiz: “Gassal elindeki meyyit”ten ne farkı var bu evcil hayvanın?
Bu özetten sonra şiire dönebiliriz: “Kör leş – medik leri mizden misiniz” şiiri, biçimsel kurgu bakımından dört birimlik bir şiir. Birimler sırasıyla 6, 3, 6 ve 15 dizeden oluşuyor. Bu dizilişin özel bir tercihe bağlı kalınarak oluşturulduğunu sanmıyoruz. Fakat bu biçime anlam veren içerik çerçevesinde her bir söylem unsurunun hassas bir bilinç ile kullanıldığı muhakkak. Kanaatimizce bu bilinç şiirin başlığından başlıyor. Başlığın, gördüğümüz gibi hecelere ve daha büyük parçalara bölünmüş olarak yazılması bunun yansımasıdır. Metin içinde ise dizeler (cümleler) seviyesinde tezahür eden benzeri bir bağlaşıklık tercihi, başta söyleyici özne (şair) olmak üzere, genel olarak insan dünyasında meydana gelen yabancılaşma ve parçalanmaya dikkat çekmektedir. Böylesi hallere maruz kalan bireyin iç direnişine yönelik bir gönderme de diyebiliriz buna. Morioka’nın “acısız medeniyete” intikal için ileri sürdüğü “evcilleşme” (kendi kendini evcilleştirme) teorisine bağlayarak okuyacak olursak şöyle de diyebiliriz: İnsaniliğe yabancılaşmak istemeyen, evcilleşmeye itiraz eden bireyin karşı koyuşu. Bu anlamda “körleşmek” evcilleşmek, olumsuzu ise buna razı olmamak, tepki göstermektir. Şu halde diyebiliriz ki şiir, başlığından başlayarak “meyyit”liğe rıza göstermeyen, böylece muteriz duruşlar sergileyen “birey”in duyuş ve düşünüşünün tepkisel yansımasıdır.
Metnin içindeki bağlaşığın yapısı başlıktaki ile tıpatıp aynı veya benzer değildir. Başlıkta, başlığı oluşturan ses öbekleri gelişigüzel bir parçalamaya tabi tutulurken, metinde daha büyük birimler olan dil ve anlam birlikleri birbirleriyle ilişiksizmiş gibidir. Böylece metin boyunca, konu birliği içeren birimler yerine, farklı ruh tellerine sahip farklı benliklerden terennüm edilmiş havası taşıyan söz yığıntıları birbirini takip ediverir. Bununla birlikte birimlerde anlam birliği görünüş itibariyle sağlanmaz, bağdaşıklık alışılmamış düzeyde seyreder. Bu manzarayı ilk bent üzerinde şöyle izah edebiliriz: Şiire ikinci tekil şahsa yönelik “aşk” ve “vuslat” terennümüyle girilir fakat hemen ardından “yargıç şapkası”na ve “kitaplar okuyan kızlar”a atıflar yapılır. Bunlarla da iktifa edilmez, “vapur”un (kim için?) “salt gerçek”lik olduğu vurgusu yapılır. Son iki dizenin bağlandığı özne veya mefhum da tümden belirsizdir: “Suskunluğu kırmızı düşürür/Pencereden topluma bakılır”! Benzer durumlar sonraki bentlerde de devam ettirilir.
Parçalanmanın dilsel oyunlarla, alışılmışın dışındaki bağlaşıklık ve bağdaşıklıklarla deklare edilişi şiirde bir bütünlüğün olmadığı anlamına gelmemeli. Tersine, bu tercihle nitelikli bir yapı oluşturulmakta, iddialı bir duruşa imza atılmaktadır. Bu arada her ne kadar birimler içinde unsurlar arası bir birlik sağlanmazken birimler arasında linkler atılmakta, halkalar oluşturulmaktadır. Sözgelimi altı birimlik ilk bentteki “yargıç şapkası” üç dizelik ikinci bendin tamamıyla anlamsal bağ kurmaktadır:
“Yargıçlar bıyıklı ve yasalara gitmek isterler
Kocaman kocaman açarlar gözlerini
Oturdukları yerde yasaklar”
Dikkat edilirse bu üçlüğün son dizesi ile şiirin son dizesi arasında da söylem ve içerik bakımından bir uyum vardır. Fakat şiirin üç sözcükten oluşan bahsettiğimiz son dizesi yine dilin yaygın kullanımın dışında tek parça halinde yazılmış. Gerek şiirin son dizesi olması gerekse anlamsal olarak hüküm ifade etmesi şiirin öne sürdüğümüz öğretisini zedelemez, tersine pekiştirir:
“Yasaklardavardı.”
Birimler arası link atımı başka söz birimleri ile de yapılır. Sözgelimi altı dizelik üçüncü bentteki “Soyut bir mayıstı” cümlesinin “mayıs”ı son bendin 12. dizesindeki “2022 kere muntazaman mayıstı” dizesinde de yer alır. Yine “0 45 aldım kendime” ifadesi metnin farklı yerlerinde “0 45 İspanyol mavzeridir/Aldım kendime” ve “Yanımda 0 45 vardı, aldım ya” şeklinde tekrarlanır. Tekrarlar arasında “İspanyol”un “Çok İspanyol şarabın önünde,” derkenki tekrarlanışı; yanı sıra “Tükenmiyordu İstanbul, tükenmiyordu Laleli/Beyoğlu tükenmiyordu”, “Usul usul, modern modern” gibi tekrarlar da sayılmalı. Fakat bütün bunlar şiiri müzikal bir form haline getirmek için değil. Esasen şairin böyle bir kaygısı yok. Dahası oluşabilecek şiirselliği bozmak ve şairaneliğe prim vermemek için bilinçli bir teşebbüse girişir. Üstelik bunu poetik bir ilke olarak başka bir şiirinde, “Ben nasılsam öyle, bu şairanelik canı cehenneme” diye başlayan “Ali’nin Durumları” adlı metninde özel olarak belirtir. Bu noktada, sadece ele aldığımız şiirinde değil, başka şiirlerinde de karşımıza çıkan uzun ve birbiriyle uzlaşmaz söz dizilerini kullanması, tahkiyeli anlatıma sarılması makul kabul edilmelidir:
“Bundan 5 dakka mukaddemdir şiir yazıyorum”
“Kendimi yanılmazdan işliyorum, hangi beyin oğlu kuş uçuruyor”
“Çok İspanyol şarabın önünde, Lorca taklitten muaftı, beynelmilel vardım”
“Sabah olunca herkes birbirini anlamış gibi yapıyordu”.
Bu makul tutumu başka şiirlerinde de görelim:
“Ne ki o dediğin her şeyde, göğe uzanan bir dilemma, sürükleyen kuytuyu” (Boşluk)
“Sorgularken hayatı, kibar bir çelişki, alnımda tutunan tahterevalli” (İsimsiz)
“Eski Rus melankolisi, Raskolnikov şapkası, kabına sığmamak var” (Ali’nin Durumları)
Görünüşte gelişigüzel fakat kanaatimizce oldukça ustalıklı bir şekilde yapılmış muhteva atlamaları (konudan konuya, unsurdan unsura geçiş) kimi sürprizler sunmuyor değil. Hiç beklenmediği, umulmadığı bir anda söylenen şu dizeler duygusal yoğunluğu da yükselterek oldukça çarpıcı oluveriyor mesela:
“Marifet ilk önce okuldan dönerken
Yağmura hep abla derdi”
Yine, şiirde herhangi bir şekilde anılan bir mefhum, şair öznede başka çağrışımlar da doğurarak metni daha ilginç ve çekici bir hale getiriyor. Mesela “İspanyol mavzeri” ve “İspanyol şarabı”ndan sonra bir yerde “Lorca”nın anılması oldukça manidar. Lorca’ya yapılan bu atıf, şair öznenin nevi şahsına münhasır duyuş, düşünüş ve duruşu açısından da ipuçları veriyor. Bu arada Ali Tacar başka şiirlerinde başka şairleri de benzeri şekilde metinlerine misafir etmiyor değil. Örneğin “Haziran” şiirinde olduğu gibi: “Boşluk dolu Rimbaud sesi bir varlık-/Var diyor, bölünemez nasıl bir bütündür?”
Söz şairin bu ve başka şiirlerinde yaptığı benzerlikler üzerine yoğunlaşmışken, onun sayılarla kurduğu ünsiyete de değinelim. Mesela bu şiirde: “Soyut bir mayıstı, 0 45 aldım kendime”, “10’a dair konuştum, her şeyi anlattım”, “Bundan 5 dakka mukaddemdir şiir yazıyorum”, “7. Nisan günü 10’a ‘merhaba kızım’ dendi”, “2022 kere muntazaman mayıstı” gibi dizelerde farklı kategoriler şeklinde kullanılır sayılar, sayı sıfatları, sayı grupları. Gelelim bir diğer şiiri, “02:52” başlıklı metne. Şöyle diyor mesela: “Eylül 2021/Vakti tökezletmiyor hiçbir düşünce/Trenlerin kalkış saatleri, güneş gececi/Sırtımda yüküyle bir medeniyetin/02:52 şiiri, burası bir şiir”.
Sadede gelip işbu yazıyı bitirelim: Ali Tacar sadece konu edindiğimiz bu şiirinde değil, görebildiğim kadarıyla diğer metinlerinde de “evcilleştirilme”ye karşı net duruşu olan bir şair. Kelimeyi burada Egon Von Eickstedt, Konrad Lorenz, Hideo Obara veya Masahiro Morioka’ya uyup terim olarak kullanmıyorum, her türden kuşatılmışlık anlamında ve özellikle devrin (“Kör vaktinde dehrin”) tüm yok sayıcı, hiçleyici, mahvedici mekanizmalarına karşı duruş anlamında dikkate alıyorum. Şair sözgelimi “İzninle Ben Mühletime Ad Koyacağım” şiirinde “Kimmiş yenildiği yerden dönen/Orduları harbe çağıran bir ben var burcumda” veya “Kurulu Askerler”de “Teslim olmadı, ne bir anne ne bir çocuk” derken, bu şiirinde aynen bunlar gibi, yargıçların (ve onlara yordam verenlerin) hayatı yasaklarla ördüğü bir zihniyet ortamına da göndermeler yaparak, “Üstte kaldım, intihar etmedim” demekte ve diri kalmışlığının muştusunu vermektedir.
KAYNAKÇA:
A. Sanatlar dergisi, S. 39 (Mayıs – Haziran, 2022), s. 10.
https://edebistan.com/siirler/izninle-ben-muhletime-ad-koyacagim
https://edebistan.com/yazarlar/ali-tacar.
https://erikagacioyku.com/2021/09/04/kurulu-askerler/.
https://mahaledebiyat.com/haziran/.
https://www.kirpiedebiyatdergisi.com/alinin-durumlari-ali-tacar/
https://www.kirpiedebiyatdergisi.com/bosluk-ali-tacar/
https://www.kirpiedebiyatdergisi.com/butun-zamanlarin-ali-tacar/
https://www.kirpiedebiyatdergisi.com/isimsiz-ali-tacar/
https://www.sisdergi.com/2021/09/0252-siiri/
Masahiro Morioka, Acısız Medeniyet (Çev. Ali Tacar), Loras Yay., Konya, 2022.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *