Kur’an ve Roman

Kur’an ve Roman

Romanımızın adı, Kur’an’la Konuşan Şair… İbrahim Eryiğit’in kaleme aldığı bir eser… Kayıtsız Sevdalar ve Eylülde Su adlı iki şiir kitabından sonra, bir romanla okur karşısına çıktı Eryiğit. 

Cuma Kelebek

Hayır, teori üzerinden gitmeyeceğiz. Elimizde somut bir örnek var, onu takdim edip değerlendireceğiz.

İlginç bir roman Kur’an’la Konuşan Şair. Hatta birkaç yönüyle ilginç. Sözgelimi, yazılış ve yayınlanış süreci bakımından… Bu süreç hayli aşamalı oldu. Daha önce, geniş aralıklarla, bir nevi tefrika diyebiliriz biz buna, İktibas dergisinde bölüm bölüm yayınlandı. Bu doğrultuda eserin okurla ilk karşılaşmasının İktibas dergisinin 1996 yılı Aralık sayısı olduğunu belirtelim. Bundan sonra beş yıl kadar bir süre, deyim yerindeyse, demleniyor. Sonra, Ağustos 2001’den başlayarak aynı dergide neşre devam ediliyor. Fakat dikkat edin, eser nihayet 2008 Ekim ayında tamamlanıyor…

Bütün bunlardan sonra, şunu söylememe gerek var mı bilmem: Bu kitabı, belki parça parça, ama daha İktibas’ta yayınlanmaktayken okudu, benim gibi, pek çok okur. 

Kur’an’la Konuşan Şair’in bir başka ilginç yönü, kadim bir geleneği çağımıza taşıması. Bu, eserin tertibiyle ilgili bir husustur. İbrahim Eryiğit, İslâm anlatı geleneğinde çok önemli bir yeri olan ve günümüze Abdullah İbn-i Mübarek’e yapılan atıflarla intikal eden “Kur’an’la Konuşan Kadın” başlıklı kısa bir muhavereyi, eserinin temeline yerleştiriyor. Bu, bizim tespitimiz değil, yazarımıza sorarsanız, eminim teyit edecektir. Söz konusu temel metinde, ağzından Allah’ın gazabını çekecek bir laf çıkar korkusuyla kırk yıl boyunca sadece Kur’an’la konuşan kadını İbn-i Mübarek, farklı bir bağlamla yorumlar: Kur’an hayatın tamamına dairdir…

Kahraman anlatıcının bakış açısı ile sunulan Kur’an’la Konuşan Şair’in olay örgüsü oldukça sadedir. Kendisini dünyanın bitmez tükenmez işleri arasında tüketip duran, bu bağlamda sıradan yahut tekdüze diyebileceğimiz bir hayatı yaşayıp gitmekte olan anlatıcımız, karlı, tipili bir gecede, nasıl olduysa girilmemesi gereken bir yola girer. Çağın alâmet-i farikalarından olan cep telefonu, araba radyosu gibi teknik nimetler de iflas etmiştir. Baş ağrısı, arabanın bitmekte olan benzini, sol yandaki uçurum derken, kahramanımız gözlerini ahşap bir kulübenin içindeki yatakta açar…

Bu sahneden hemen sonra, romanın ikinci kişisini takdim eder anlatıcı. Dünya kelamı etmeyen bu kahramanımız, pek tabii olarak idealize bir kişiliktir, bir tiptir. Duruşuyla, oturuş kalkışıyla, sesi ve bakışıyla, velhasıl hemen her bir hal ve hareketiyle sağaltıcı bir kimliktir. Öyle ki, bu sağaltıcılık, zaman içinde ve kimi tehlikeler karşısında, hayat kurtarıcılık şeklinde tezahür etmektedir. Ağzından, o da kendisine sorulan sorularla bağlantılı olarak, Kur’an ayetleri dışında bir söz çıkmayan (ki adını telaffuz ederken bile değişmez bu: “Yasin!.”) bir roman kahramanının, başka hangi kimlikte olmasını bekleyebilirdik ki?

Bu çerçevede, romanın zaman ve mekân gibi unsurları da kendinden menkul bir takım özellikler taşır. Şöyle ki, romanda ele alınan zaman dilimi, bahsettiğimiz uçuruma yuvarlanma sahnesinin vuku bulduğu gece yarısı ile, anlatıcı kahramanımızın iyileşip tekrar hayatın içine girebilmek için yaptığı otostop anıyla sınırlıdır.  Bunun gibi, Kur’an’la Konuşan Şair’in ana mekânı da sosyal hayatın çok çok dışında, adeta arındırılmış bir orman bölgesindeki kulübe ve çevresidir. 

Kuşkusuz bütün bunlar, eseri, o dört başı mamur klasik roman tarzlarından ayrı bir sınıfa sokar. Esasen, farklı edebî türlerle oluşturulmuş romanlar yazmayı denemiştir romancılar, biliyoruz. Mesela mektup, gezi yazısı, günlük, hatıra gibi türlerle evlilik yapmış romanlardan haberdarız. İbrahim Eryiğit’in bu eseri ise, az süslü olmakla birlikte edebî türlerden istifade anlamında, çok sosludur. Fakat bütün bunlarla birlikte, teknik bakımdan bir sadelik söz konusudur. Birileri bu sadeliği teknik bakımdan “zayıflık” olarak algılayabilir. Lakin onlara söylenecek bir çift laf arasında şu da vardır: Kur’an’la Konuşan Şair, adı üstünde, didaktik bir mesaj metnidir. Fakat başka metinlerden farkı, çok yönlü bir okumaya fırsat tanımasıdır. İster roman olarak oku bu kitabı, ister söyleşi, ister bir günlük, ister pastoral hayata kazara yapılmış bir yolculuğun anlatımı, isterse kendisine sorular sorulan bir üstadın vahye müstenit hitabetleri…

Bizim kanaatimiz, İbrahim Eryiğit en çok sonuncusunu önemsedi bu kitabı yazarken. Bu tespiti dile getirdikten sonra, Kur’an’la Konuşan Şair’in teşrihini yapmak, bu doğrultuda adlandırmalarda bulunmak, yazarının başarılı yahut başarısız yönlerini sorgulamak ve dahi araştırmacılık veya eleştirmenlik fiyakasına mahsus bir takım çalışmalara girip çıkmak, lüzumsuzdur deriz. 

Kur’an’la Konuşan Şair, varoluşunun merkezine Kur’an’ı alan bir yazarın esaslı bir davetidir. Bizde, esaslı davetlere icabet esastır.

(Kur’anla Konuşan Şair, İbrahim Eryiğit, Pınar Yay., İst., 2011, 88 s.)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *