NATO VE TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL

NATO VE TÜRKİYE’YE BİÇİLEN ROL

Öyle görünüyor ki Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinin sorgulanmasını içinden geçiren ‘Türkiyeci’ çevreler için belki acı bir haber olacak ama bu özlemlerinin üzerine bir bardak soğuk su içip, Türkiye’nin NATO’nun bekçiliği rolünü hazmetmeleri gerekecektir.

NATO VE BIDEN ZİRVESİ

Şeytanların da tıpkı insanlar gibi okulları olsaydı, ilk, orta ve lise düzeyinden sonra yüksek tahsiller yapan şeytanlar nasıl bir kariyer elde ederlerdi acaba? Farzı muhal, şeytanların ülkeleri olsaydı, en ‘saygın’ şeytanlar hangi ülkelere çökerlerdi? Her neyse, biz bu kurgusal analizi bırakıp, gerçeklere dönelim. 1949 yılında kurulmuş olan Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (North Atlantic Treaty Organization) baş harfleri bir araya getirilince elbette bir şeytan ismi değil, sadece NATO kelimesi ortaya çıkmaktadır. Adı Kuzey Atlantik olsa da NATO’ya Avrupa’nın Batısındaki devletler ve Avrupa ile ilgisi olmayan ABD vaziyet etmektedir.

“Türkiye gibi bir ülkenin Kuzey Atlantik Antlaşması örgütünde ne işi olabilir?” sorusunu soramıyoruz bile çünkü Türkiye’de sizi, bu yanaşmanın çağın en büyük gereklerinden olduğuna ikna edecek(!) yığınlarca uzman hazır kıta beklemektedir. Türkiye 1952 yılında, Türkiye’yi Küçük Amerika yapma söylemiyle maruf sağcı/muhafazakâr Adnan Menderes hükümeti döneminde atlamış NATO trenine. 

Türkiye ve bölgesindeki darbeler, saysız faili meçhul cinayetler, İran’ın Türkiye’ye benzeyen siyasi ‘kaderi’, Irak’ın ve Afganistan’ın işgali, Suriye’nin başına gelenler, Filistin’in İsrail terör şebekesine boğdurulması vb. deyince akla ilk gelmesi gereken organizasyon olmasına rağmen NATO ile Türkiye’nin ilişkileri asla sorgulanmamakta, zayıflamasına ise hiç fırsat verilmemektedir. AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’un, Cumhurbaşkanı Erdoğan Brüksel ziyareti için henüz yola çıkmamışken vermek gereği duyduğu, “Türkiyesiz bir NATO’nun düşünülmesi mümkün değildir” beyanatı herhalde tesadüflerin eseri değildir. İsmi, Erdoğan’dan sonra, onun yerini dolduracak isimlerin başında anılan bir siyasetçi bu beyanatıyla NATO’ya bir mesaj vermiş olmaktadır. Bu arada Fransız düşünür Montesquieu’ya atfedilen, “Az gelişmiş ülkeler kendi ordularının işgalindedir” sözü de bizdeki duruma işaret eder gibidir.

Fahrettin Altun kadar iktidara yakın olan SETA Vakfı’nın Brüksel koordinatörü (Talha Köse) Türkiye’nin NATO içerisinde çok merkezî bir role sahip olduğunu ileri sürerek, Türkiyesiz ‘bu kurgunun’ kolay kolay oluşturulamayacağını söylerken ortak paydadan konuşmuş olmaktadır. NATO’nun Türkiyesiz yapamayacağına dair söylemler[emirler!] sadece yerli olmayıp, yüksek kariyerli Avrupalı uzmanlardan da sadır olmaktadır. Mesela Alman Marshall Fonu’ndan (GMF) bir direktör, Türkiye’nin “sıra dışı öneme sahip bir müttefik” olduğunu, hem de NATO’da geniş kabul gören bir husus olduğunu söylemekle, Numan Kurtulmuş gibilerin ağızlarına, muhtaç oldukları tatlıyı sürmektedirler. “Hatta” diyor ilgili direktör, “mevcut krizlerin birçoğunun Türkiye’nin yardımı olmadan yönetilmesi zordur.”

Öyle görünüyor ki Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinin sorgulanmasını içinden geçiren ‘Türkiyeci’ çevreler için belki acı bir haber olacak ama bu özlemlerinin üzerine bir bardak soğuk su içip, Türkiye’nin NATO’nun bekçiliği rolünü hazmetmeleri gerekecektir. AKP Türkiye’sinin NATO ile olan tartışmaları boşanma davasına dönüştürmeye asla fırsat vermeyeceği anlaşılmaktadır. Türkiye meğer, itibarı yerlerde sürünen ortağının itibarını kurtarmayı bir namus borcu olarak üzerine almış bulunmaktadır; mahallenin delikanlısı olarak…

NATO zirvesi 14 Haziran 2021 Pazartesi günü İsviçre’nin başkenti Brüksel’de gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan NATO zirvesine katıldı ve Litvanya, Letonya, Fransa cumhurbaşkanları; İngiltere, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Hollanda ve İspanya başbakanları ile görüşmeler yaptı. Ayrıca ABD başkanı Joe Biden’la da ilk yüz yüze görüşmesini gerçekleştirdi. Birçok siyasi analizci NATO’nun ataletten kurtulmak, vizyonunu yenilemek, yeni hedefler geliştirmek gibi ataklarına dikkat çekmektedir. Zirvede liderlere adeta dikte edilen ‘NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik’ başlıklı, 138 maddeden oluşan (on kişilik yazar ekibi içerisinde bir Türkün de bulunduğu) vizyon belgesi NATO’nun bu silkinme gayretine işaret olarak okunmaktadır. Deniyor ki, NATO tam küreselleşmek istemektedir. NATO’nun küresel sistemin fötr şapkalı, ağzında puro, ayağında çizme, elinde kamçı ile dünyanın tek patronu olmayı istediğinde şüphe yoktur. Türkiye’ye biçilen rol ise, NATO’nun itibar bekçisi olmaktır. 2023 vizyonunu hedef olarak önüne koymuş bir Türkiye’nin, benzer şekilde 2030’a hazırlanan NATO’da nasıl bir heyecan(!) uyandırdığını tahmin etmek güç değildir.

ERDOĞAN VE BIDEN GÖRÜŞMESİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem iktidar hem de muhalefet kanadı tarafından merakla beklenen ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’la görüşmesi 14 Haziran 2021 tarihinde gerçekleşti. Erdoğan’ın görüşme tarihine günler kala verdiği beyanatlardaki oldukça ılımlı ton, görüşmenin akıbetini az çok belli ediyordu. Erdoğan belli ki yeni Başkana uyum sinyalleri verecekti. Bu görüşmede Biden’ın, seçim öncesinde söylediği gibi, Erdoğan’a karşı muhalefetle çalışma kararında olup olmadığı, Erdoğan’ın ‘üstünü çizip çizmediği’ netlik kazanacaktı. Amerika’dan yansıyan kulis bilgilerinde, Ankara’nın eksen kayması görünümü verdiğinden, endişe uyandıran bir yönde ilerlediğinden duyulan rahatsızlık dile getiriliyordu. Dolayısıyla 14 Haziran’daki görüşme ABD-Türkiye ilişkilerini onarmak için atılabilecek adımları görme bakımından oldukça önemliydi. 

İki liderin baş başa görüşmesi 45 dakika kadar sürdü. ABD Başkanı görüşmeyi “olumlu ve verimli” olarak niteledi, “iyi şeyler hissettiğini” ifade etti ve “ekiplerimiz görüşmeleri sürdürecek” dedi. Görüşmenin ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi James Jeffrey’in gözüyle değerlendirilmesinin daha önemli olduğunu düşünebiliriz ve Jeffrey’in tespiti şöyledir: “Türkiye ile normal diyebileceğimiz bir ilişkiye dönülmekte olduğu söylenebilir.” ABD’nin önemli yayın organlarında görüşme hakkında genelde olumlu manşetler atılmış. Mesela Wall Street Journal gazetesi Biden’ın, Çin ve Rusya etkisine karşı Türkiye ile olan ilişkilerine reset attığı yorumunu yapmıştır. New York Times’a göre ise yıllarca NATO’yu düşmanlaştıran Erdoğan batıdan ihtiyaç duyduğu yatırımları alma umuduyla geri adım atmış, tavrını yumuşatmış, hatta Doğu Akdeniz’deki gaz arama çalışmalarını da durdurmuştur. Bazı yayın organlarında da, ABD’nin Türkiye’de nükleer silah bulundurduğu için Türkiye ile ilişkileri iyi tutma gereği duyduğu; Erdoğan’ın ise zor durumdaki ekonomi ile ABD’yi daha fazla düşmanlaştırmayı göze alamadığı yorumlarına yer verilmiştir. Öte yandan Türkiye’nin, NATO müttefikleri için endişe kaynağı olan Rus S-400 füze sistemlerini satın alma konusundaki tutumunu değiştirmediğine dikkat çeken yorumlara da rastlanmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmeyle ilgili iyimser açıklamalar yaptı. Yaklaşık 17 yıllık bir hukuku olduğunu belirttiği Biden’la, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemi başlatmak üzere bir araya geldiklerini ve yaptıkları görüşmenin tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını dileyen Erdoğan, 21 Haziran’daki kabine toplantısının ardından yaptığı geniş açıklamalarda özet olarak şu bilgileri verdi: “ABD ile diyalog kanallarımızı her düzeyde güçlendirmek suretiyle Biden ile yakaladığımız güzel iklimi, ülkelerimiz bakımından maksimum faydaya dönüştürmekte kararlıyız.” Erdoğan, ABD ile üstesinden gelinemeyecek hiçbir meselenin bulunmadığı hususunda mutabık kaldıklarını ve ABD ile yeni bir dönemin kapılarını araladığına inandığını dile getirmiştir.

Biden’la Erdoğan’ın 45 dakika süren görüşmesi çok garip bir şekilde Türkiye’deki muhalefeti üzerken, iktidar taraftarlarını sevindirmiştir. Çünkü görüşme neticesinde ABD’nin Erdoğan’a kapıları kapatmadığı, bilakis onunla çalışmaya devam kararı aldığı anlaşılmıştır. Biden’ın seçim öncesindeki, Erdoğan’ı tehdit anlamına gelen sözlerinden, ABD’nin —armut piş ağzıma düş misali— iktidarı AKP’den alıp kendilerine hibe etmeye hazırlandığı umuduna kapılan muhalefet bir kere daha ters köşeye yatırılmış bulunmaktadır. Bir din gibi yücelttikleri demokrasi oyununun kuralları içerisinde iktidara gelmeyi ummadıkları için, ABD’nin vesayetinde bir iktidar özlemi çeken muhalefetin birdenbire sadece “erken seçim” bağrışmasının duyulduğu bir yurttan sesler korosuyla hükümeti köşeye sıkıştırma çabasının hikmeti meğer buymuş.

Biden-Erdoğan görüşmesinin gündemi yoğun olmakla birlikte, her iki tarafın da vaziyeti idare ederek, halihazırdaki ilişkilerin normal seyrini değiştirme niyeti taşımadıklarını söyleyebiliriz. Görüşmede bilhassa şu dört hususta mutabık kalındığı anlaşılmaktadır: Afganistan’da Türkiye ABD ile ortak gündeme dahil edilmiş; Libya’da Türkiye’nin pozisyonu ABD tarafından kabullenilmiş; Karabağ ile ilgili bir sorun çıkarılmamış; İdlib ve insani yardımlar konusunda birlikte hareket etme kararı alınmıştır. Türkiye-ABD ilişkilerindeki en kritik mesele olan S-400’ler meselesi üzerinde durulmamıştır. Erdoğan “Bu konuda daha önce söylediklerimizi Biden’a tekrar söyledim” demekle yetinmektedir.

İkinci önemli başlık olan terör (PKK/YPG ve Fetullah Gülen Örgütü) konusunda da beklentiler boşa çıkmıştır. Bu konuda atılmış en somut adım, Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından İngilizce olarak hazırlanmış olan “Türkiye’nin Terörizmle Mücadelesi” başlıklı, YPG/PKK, FETÖ ile DEAŞ’a dair üç bölümden oluşan kitabı yanında götürerek Johnson, Merkel ve sair Avrupa liderleri yanı sıra Biden’a da vermiş olmasıdır. Kitapta FETÖ’nün nasıl tehlikeli bir terör örgütü olduğunun anlatıldığını kestirmek zor değildir; bu konuda bilgi eksikliği bulunan(!) Biden ve diğer liderler de bilgilenmekten memnun kalmışlar. Bu bir şaka değildir, Erdoğan Biden ve diğer liderlerin kitaptan memnun kaldıklarını ifade etmektedir… Erdoğan’ın bu sözüyle James Jeffrey’in bu alandaki değerlendirmesini mukayese ettiğimizde Ankara’nın uluslararası siyaset arenasındaki oyunculuk performansı daha iyi anlaşılacaktır. Jeffrey şöyle diyor: “İlişkilerde üç önemli konuya dönüp duruyoruz. S-400, YPG ve Gülen. Türkiye artık Gülenci bir kalkışmayla karşı karşıya değil, Gülen de Türkiye’ye gitmiyor. Suriye Demokratik Güçleri de Türkiye’yi tehdit edecek bir pozisyonda değil. Türkiye ile vardığımız bir ateşkes de var. Burada önemli olan, İdlib gibi Suriye’ye ilişkin daha geniş konularda Türkiye ile koordineli çalışmak.” Eski büyükelçinin sözlerindeki diplomatik kılıfı kaldırırsak, sözlerini şu şekilde tercüme edebiliriz: Bıktık artık sizin bu Gülen dırdırınızdan, kör atın kazığa dolanması misali bu üç konuya dolanmak zorunda değilsiniz, unutun gitsin o konuyu! Hem baksanıza, Fetullah Gülen gelip yeniden darbe girişiminde mi bulunuyor! O iş bir defa oldu bitti. Üstelik Gülen’i de Türkiye’ye gönderiyor değiliz, siz tatlı canınızı üzmeyin, rahatınıza bakın! PKK/YPG konusundaki pişkinliği de aynı dozda, Jeffrey’in.

ABD’nin ve Avrupa’nın Fetullah Gülen ve örgütüyle ilgili tutumu tek başına Türkiye’ye, zikri geçen bu dost ve stratejik müttefikleriyle ilgili bilinmesi gereken her şeyi bildirmeye, anlatılması gereken her şeyi anlatmaya yetmektedir. Başka söze hacet kalmamıştır. ABD’li diplomat laf cambazlığıyla en önemli sorunları bir çırpıda halletmektedir. Buna rağmen Cumhurbaşkanının ABD ve NATO üyesi ülkelerle ilgili iyi ilişkilerden bahsetmesi, aşılamayacak hiçbir sorunun olmadığı gibi güzellemeler yapması, Brüksel yolunun boşa tepildiğini göstermektedir. NATO’nun ve ABD’nin Türkiye ve İslam’ın izlerinin bulunduğu ülkelere karşı besleyip büyüttüğü bir gladyo demek olan F. Gülen örgütü aleni şekilde korunmaya devam edilmektedir. Bu durumda sözü edilen örgütün 15 Temmuz’dan önceki misyonunu icra etmek üzere yeniden toparlanması için her türlü desteğin verildiğini düşünmemek için bir neden bulunmamaktadır. Fakat şunu belirtmekte fayda var ki, Fetö adını koydukları bu gladyonun kendi harîm-i ismetlerinde on yıllar içerisinde beslenip büyütülmesi karşısında ayıkmayan, bilakis ‘hocaefendi’ titriyle gladyoya kol-kanat geren, ‘Müslüman kardeşliği’ adına bu nifak şebekesine arka çıkan kifayetsiz muhteris kadroların işin bu aşamasında onunla bilek güreşine tutuşmaya çapları yetmemektedir. Çapsızlıklarının üzerini, Brüksel ve benzeri mihraklardan ‘iyi havadisler’ yaymak suretiyle örtmektedirler. ABD’nin seksenlik başkanının önüne, Gülen’in şeytanlıklarını anlatan İngilizce bir kitap bırakıp dönmekle kamuoyu, “elhamdulillah Fetö konusunda da gerekeni yaptık” havasıyla teskin edilmiş bulunmaktadır.

Erdoğan Brüksel’e hareket etmeden önce havaalanında yaptığı basın toplantısında ABD’nin Ermenilere soykırım yapıldığını iddia eden kararını gündeme getireceğini söylemiş, bir taraftan da, Biden’la, 24 Nisan’ı unutturacak (olumlu) görüşmeler yapma temennisini dile getirmişti. Biden’la görüşme sonrasında bu konunun sorulması üzerine ise, “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” dedi. Erdoğan’ın bu sözü, Biden’la görüşmeleri çok iyi geçtiği için, 24 Nisan konusunu konuşmaya gerek kalmadı anlamına tevil edilmişse de, esas olarak bir kaza-bela oluşmadan konunun ‘savuşturulmasına’ sevindiği anlaşılmaktadır. ABD başkanının 24 Nisan’la ilgili tutumu bilinçli olarak ötelenmiştir. Zaten Erdoğan’la ABD Başkanı arasında geçen 45 dakikalık görüşmenin, belli konuların derinlemesine müzakeresinden ziyade bir nabız yoklama amacına yönelik olduğu açıktır. İkili bir aile fotoğrafı verilmiş, dış dünyaya iki ülkenin siyasi ilişkileri bu aile fotoğrafı üzerinden okunmak üzere servis edilmiştir. Erdoğan’a yakın bazı yorumcular onun Biden’a, Türkiye-ABD ilişkilerinde tahribat yapacak adımlardan kaçınılması mesajını ilettiğini belirtmektedirler.

Erdoğan’ın Brüksel’den bir NATO zirvesinden daha ayrılırken çantasında bulunan en somut iki adımdan biri ABD başkanı Biden’ı Türkiye’ye davet etmesi idiyse, ikincisi de, ABD çekildikten sonra Türkiye’nin Afganistan’da Kabil Havaalanının korunmasını üstlenmesi talebi olmuştur. Cumhurbaşkanı Brüksel’den sonra gittiği Bakü’de gazetecilere hitaben yaptığı değerlendirmede “NATO zirvesinde hem NATO’nun hem de üye ülkelerin güvenliğine yönelik güncel tehdit ve meydan okumaları masaya yatırdık, bunlarla mücadele hususunda gereken yöntem ve tedbirleri ele aldık” demekteydi. Erdoğan aynen şu cümleyi kurmuştu: “Bilindiği üzere Türkiye NATO’nun en önemli üyelerinden biridir. İttifak kapsamında üzerimize düşen görevleri, sorumlulukları hakkıyla yerine getiriyoruz, kritik roller üstleniyoruz.” Öyle anlaşılıyor ki Türkiye Afganistan’daki görevi, NATO ittifakı bünyesinde en kritik görevleri sorumluluk bilinciyle yerine getirme iştiyakıyla üstlenmiş bulunmaktadır. Afganistan’da NATO’nun itibarını koruma olarak özetlenebilecek göreve talip olmasında, ABD Senatosunda Türkiye’nin NATO üyesi gibi davranmadığı şikayetine maruz kalan AKP iktidarı NATO’ya sadakatini ispatlamak istemiştir. Türkiye demek ki, İslam’la laikliği bunca ustalıkla bağdaştırmış tek müttefik olarak NATO bünyesinde bugünler için korunup-kollanmış(!), batının lütuflarına mazhar olmuştur.

Türkiye’nin Afganistan’da Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlaması NATO ve ABD için hayati öneme sahiptir. Çünkü yabancı büyükelçiliklerin ve uluslararası örgütlerin Kabil’de çalışmalarını devam ettirebilmeleri bu havalimanının güvenliğine bağlıdır. Türkiye bu önerisiyle, Afgan hükümetiyle Taliban arasında istikrarlı bir geçişi sağlama umudunu gütmektedir. İktidar, ABD-Türkiye ve NATO-Türkiye arasında ‘stratejik ortaklık’ için büyük bir fırsat olacak gibi yemlerle tavlanmakta, büyük bir özveri ile batılı dostlarına hizmet etmek istemektedir. ABD adına konuşan bazı uzmanlar bir taraftan aba altından Türkiye’ye, olası bir kaos ortamında Afganistan’dan gelecek göç dalgası sopasını gösterirken, diğer taraftan da Afganistan’da inşaat pastasından gelecek payı havuç niyetine göstermektedirler. Şu önemli uyarıyı da araya bir yerlere mutlaka sıkıştırmaktadırlar: Türkiye’nin ABD ve NATO ile ilişkilerinde, ayrıntılarda hazır bekleyen şeytanı hatırdan çıkarmamak lazım! Şeytanlar şeytanın oyununa karşı uyarmaktadırlar.

Sözün özü şu ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya, Fransa, İngiltere yöneticileri ve ABD başkanı ile siyasi ilişkilerini bir kere daha rayına oturtmuş görünmektedir. Kuşkusuz bu ilişkiler sabahtan akşama değişmeye teşne birtakım uzlaşmalardan ibarettir. Değişmeye en dayanıklı olan ise batının Türkiye’yi asla kaybetmek istememesi, dolayısıyla siyasi ilişkileri daima bu kıvamda tutmasını bilmesidir. ABD ve Avrupa ülkeleri oyunu ustalıkla oynamaktadırlar. Türkiye ile ilişkilerini asla şişenin kapağını fırlatacak bir kıvama getirmemektedirler. Türkiye’de toplumu radikalleştirici şartların oluşmasına imkân tanımamaktadırlar. AKP gibi partiler ise, içeriye verdikleri görüntünün aksine, göbekten İslam’a değil, batıya bağı olmalarının ceremesi olarak, fırsatçı-faydacı ve günü kurtarmaya yönelik politikalarla vaziyeti idare etme yolunu seçmektedirler. Türkiye’de siyasetin çatısı, iktidarların NATO’nun ve bilhassa ABD’nin hışmını çekmek istemeyecekleri bir içerikte çatılmıştır. Bir defa şunda hiç kuşku yoktur: Türkiye Cumhuriyeti Devleti batının yaşam tarzına kelimenin tam anlamıyla iman etmiştir. Bu temel kabul, siyasi ilişkilerde en büyük belirleyicidir. Türkiye’nin özeti, batının dindışı değerleriyle İslam’ı sentezlemiş, sentezlenmiş İslam’ı da batıya hizmete adayan bir ülke hikayesidir. Bu hizmette bir afyon gerekirse o da, ‘tam bağımsız Türkiye’ gibi nutuklardır.

Cumhurbaşkanının Biden’la görüşmesinde, 1999 yılında TBMM’de başbakan Bülent Ecevit tarafından adeta linç edilmeye davet edilen Merve Kavakçı’nın kızını yanına oturtmasına Yeni Akit gazetesinin yüklediği anlam, anlatmaya çalıştığımız ‘hizmet hareketi’ için yerinde bir örnektir. Yeni Akit gazetesi bize, Merve Kavakçı’nın kızının Brüksel’de Erdoğan’ın yanında, Joe Biden’ın karşısında oturmasını, TBMM’den kovulan kadınlara NATO zirvesinde iade-i itibar olarak pazarlamaktadır. Kafası karışık olanlar için Yeni Akit’in bu başlığı, Erdoğan-Biden görüşmesinin ne kadar amacına uygun gerçekleştiğini göstermeye yetmektedir. Zekeriya Peygamber kızını kurban edecekti de Allah ona gökten bir deve indirdi diye başlayan vaaz misali, düzeltilmesi pek mümkün olmayan bir dezenformasyon. Ayrıntılara dalmadan belirtmek gerekirse, Merve Kavakçı’nın 1999 seçimlerinde milletvekili seçilip, başındaki örtüyle TBMM’ne, Bülent Ecevit’in de yaptığı yemini —o günkü Meclis başkanının deyimiyle— ‘içmek’ üzere gitmesi, esasında TBMM’nin Müslümanlar nazarındaki “İslam’la çatışan” imajını tamir etmişti. Yani asıl iade-i itibar Merve Kavakçı eliyle TBMM’ne yapılmıştı, okumasını bilene. Acaba Merve Kavakçı’nın kızının kuşağında nasıl bir dönüşüm oldu da ABD başkanının karşısında oturması sakıncasız görüldü? Yoksa ABD başkanı faka mı bastı?

Sonuç olarak Erdoğan’la Biden buluşmasından her iki taraf da umduğunu bulmuş görünmektedir. ABD yönetiminin umduğu, sırada düzgün durmayan, “uzat kolları!” komutuna anında cevap vermeyen bir görüntü çizen Türkiye’nin hizaya gelmesi, dikleşmeden, NATO’ya ve AB’ne bağlılığını ikrar eden, ABD ile stratejik ortaklık raconuna uygun davranan bir Tayyip Erdoğan Türkiye’sidir. Erdoğan ise, seçimlere —normal şartlarda— iki sene kaldığı, her gün iktidarı zora sokan yeni bir olayın patlak verdiği bu dönemde kazasız-belasız 2023 seçimlerine gitmek ve son bir kere daha seçimi kazanmaktır. Erdoğan ve partisi düşmemek için siyaset pedalını sürekli çevirmek zorunda olduğunun farkındadır. Bu sebeple iktidarın ABD ile çözülemeyecek hiçbir meselesi bulunmamaktadır. ABD ve NATO’nun itibarını kurtarmak için Türkiye Afganistan nöbetinden işe başlamış bulunmaktadır.

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *