Mona Roza

Mona Roza

Kitabını ve günlüğünü alıp dışarı çıktı, en yakın çay bahçesine koşar adım gitti. İşte yeni bir hikâye zamanı. Bir çay istedi, kulaklığında hep aynı şiir: Mona Roza.

Hanife Yalçın

“Ben en çok kendimi seviyorum ve en çok kendime kızıyorum, bile bile üzülmeme izin veriyorum, duygusal, hassas kalbim kırılmaya böyle yatkınken nasıl da böyle düşüncesizlere inanıyorum” cümlelerini karaladı günlüğüne ve kapattı günlüğünü. Mutfağa yöneldi, acı bir kahve yaptı, yavaş yavaş içti, masanın üstüne bıraktı fincanı. Yatak odasına yöneldi, neden yöneldiğini bilmeden, “çok yorulmuşum” dedi kendi kendine, aynaya baktı. Son günlerde ne kadar zayıfladığını düşündü, gözlerinin altı çökmüş, rengi sararmış bir Mona, derin bir ah çekti, neydi bu mücadele, neydi hayatta kalma çabası? Son on yılını düşünmeye koyuldu, “bugün, evet” dedi, “bugün benim günüm”. Böyle olmalıydı insan, kendine vakit ayırmalıydı, kendisiyle konuşmalı hatta münakaşa etmeliydi. O da öyle yaptı, çok küçükken keşfettiği seçenekleri düşündü. Hep iyi olmayı seçmişti, iyilik yapmayı. Peki, neydi böyle yaralanmasına sebep olan olaylar zinciri? İyi olmak yetmiyordu, mücadele etmek yetmiyordu. Fedakârlık yapmak zaten kendi seçimiydi, kimseye kızamıyordu, sadece bu kadar anlayışlı olduğu için kendine kızıyordu. Usulca cama doğru yürüdü, -yağmurun sesi hep rahatlatırdı onu-, uzaklara daldı, yoldan geçen arabaların sesi yağmurun sesine karıştı, uzaklara baktı, yolun sonunda mezarlıktaki büyük ağaçlara baktı, gözlerinden yaşlar akmaya başladı, ne zamana kadar pencerenin arkasında bekleyecekti, içi öfkeyle karışık burkuldu. 

“Gözlerime kızgınım, ne vardı yağmurla yarışacak?” dedi içinden. Tülü çekti masasındaki kitabına baktı, vazgeçti, tekrar yatak odasına gitti, yavaşça sandığı kaldırdı. Sandıktaki eşyaları kenara itti, yirmi beş tane kadar defter çıkardı, salona geçti, en sevdiği şiiri açtı. Mona Roza, ah ne derin bir şiirdi, her dinlediğinde başka bir ruha bürünüyordu. Özenerek günlüklerinin tarihlerine baktı. Ortaokul ve lise sonrasında hayata karıştığı yıllar… Hangi sayfayı açsa umutla umutsuzluk iç içe girmişti. Neler yazmıştı? 11 yaşındaki bir çocuk neleri kaldırabilirdi? Nasıl günlük yazmaya başladığını anlatıyordu, “beni kimse anlamayacak” yazmış, korkmuş bir çocuk ve sevilmediğini düşünmüş, hatta evlatlık olduğunu, babasının baskıları, annesinin ders çalışmasına bile öfkelenmesine nasıl üzüldüğünü ve bunlara bir anlam verememesini yazmış. Neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlamaya başladı, ailesini mutlu etmek için nasıl uğraştığını, annesine hep sarılmak istediğini yazmıştı, peki babası? Birden şimşekler çaktı beyninde! Kaç yıl olmuştu aynı evin içinde babasına sarılmayalı. Böyle olmamalıydı, ruhunu paramparça hissetti. Kim öğretmişti, çocuklar şımarır, babalar ciddi olur diye? Kim öğretmişti anneme kızlar sadece ev işi yapar diye?

Şimdi yıllar geçmiş, artık istese de kimseye sarılamıyordu Mona, sürekli ağlamak geliyordu içinden, diğer günlüklerine baktı. Sorguladı kendini, hep anlaşılmaz olmuştu, ne vardı bu kadar yazacak! Derin nefes aldı, hayır böyle düşünmeyecekti artık, büyümüştü, kendine bir hayat kurmuştu. Çocukken dediği gibi, iyi ya da kötü mutlu ya da mutsuz olmak bizim seçimimizdi. Çok denebilecek sayıda kitapları vardı, sağlıklıydı, sevdikleri yanındaydı. Şımarıklıktı bu yaşadığı. Her olumsuzluktan olumlu sonuçlar doğurmuştu, sürekli yazma isteği vardı. Örneğin, kendini çok seviyordu, güzel bir kitaplığı vardı, aynı anda bir sürü kitap okuyabiliyor, kitaplardaki karakterlere bürünüp, en sevdiği oyunu oynuyordu. Mutlu olmayı seçiyordu, “bu hayat benim hikâyem ve güzel bitmeli bu hikâye” dedi. Yarım kalan hayallerini gerçekleştirmek için silkelendi, yüzünü yıkadı. Yağmur dinmiş, gök kuşağı çıkmıştı. Kitabını ve günlüğünü alıp dışarı çıktı, en yakın çay bahçesine koşar adım gitti. İşte yeni bir hikâye zamanı. Bir çay istedi, kulaklığında hep aynı şiir: Mona Roza. Bir gün sevilmeyi diledi, Mona Roza gibi şiirler yazan biri tarafından. Ve teşekkür etti Allah’a, bu duygusal dünyasından her zaman umutla çıktığı için.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *