Bilim Tanrısı Ne Zaman Doğdu?

Bilim Tanrısı Ne Zaman Doğdu?

Bilimsel bilgiyi bilimin kendisi onaylar, dolayısıyla bu bilimin tanrılığını aydınlanmacı akıl tasdik edecektir…

Hüseyin Alan

İnsanlığın ‘çekirdeği-kökü’ dolayısıyla tarihi ‘kandaş kabilecilik’ dedi ‘bilim’;

Arkeolojik bulgular, antropolojik değerler, etnoğrafik çalışmalar ve yorumlara dayanarak. Tevrat’tan, Tevrat’ta anlatılan kıssaları başka bir formda yeniden üreten klasik destanlardan.

Bilim, kendi doğrusunu yalnızca kendisi onaylayan bir bilgi biçimidir. Yani tanrıdır. O halde bunun ne dediğine bakalım..

Kandaşlık, hayvandan gelen ilk insan toplumu. Doğanın organik bir parçası. Tarihsel determinizm ve evrim yasasına tabiidir.

Bilindik adıyla ortalama 200 kişiden oluşan kabile bu. Arzın her yerinde var. Yerleşik olmayıp konar göçer hayat yaşıyor.

Her birinin ayrı totemi/tanrısı vardı; var oluşuyla bilinçaltında oluştu. Tanrı kabileyi değil kabile tanrıyı yarattı.

Üyelerinin aidiyeti, kültürü, kimliği, yaşam biçimi, hiyerarşisi, uyduğu yasak, bağlılığı ve dayanışması, bilgi ve amaç bu totem kaynaklıydı..

Totemler, genelde geçmiş ata ve kahramanlardan olduğu gibi, kendisiyle ruhani ilişki kurulan ağaçtan ve taştan yapılmış sembolik kutsal varlıklar/heykeller/resimler de olurdu.

Animizm, Natüralizm, hayvanlar ve göksel varlıklar gibi doğada görülen güçlü varlıklara tapınma dönemleri. Binlerce yıl sürecek..

Totem için yüksek yerler seçilir, kutsal ev yapılır. Burada yoksula vermek için ürünlerin fazlalığı depolanır; sıklıkla yapılan şenlik bayram gibi kutlamalar yapılır; adaklar kurbanlar sunulur.

Kutsal evin bekçileri olur, o tür işleri organize ederdi. Bekçi giderek kutsalla bağ kuran ruhani anlam yüklendi; savaş barış, ürün hasat, kıtlık bereket, iyi kötü, geçmiş gelecek hakkında danışılan kutsalın temsilcisi/şefaatçisi/yardımcısı/iş göreni oldu.

Tarihin bu döneminde bilgi, ‘mitoloji/efsane/destan/hikaye diye nitelenen bilgi biçimidir; sözlüydü, nakle dayalıydı. İşaret dili ve rakamlar kullanılıyordu.

Bilgi, kutsalla bağı kurulan ruhbanın ve hesap kitaba, kayda sicile ihtiyaç duyan az sayıdaki yöneticinin tekelindeydi.

Dönemin toplulukları yaşadıkları iklim ve coğrafyaya uygun olarak bitkisel üretim yapanlarla hayvansal uğraşılarla yaşayanlar olarak ayrışsa da, yaşamak için zorunlu ihtiyaçlarını karşılamayı, üretmeyi üleşmeyi ve üremeyi biliyorlardı. Ölülerini gömüyorlardı..

Kandaş kabile toplumları birleşip kent kurduklarında veya bir kenti işgal ettiklerinde, tanrılarını kentli olmanın sonucu olarak tek tanrıyla bütünleştirdi.

Kabileler birleşmiş/kavim/ulus/karye olarak federasyon kurmuşsa, tanrılar da birleşecek, kent ahalisinin bütününü temsilen yeni büyük tanrı yaratılacaktı.

Kent toplumu aşamasında kabile tanrıları için tanrılar dağında/panteonda tanrıların heykelleri, aralarında hiyerarşi ve görev dağılımı yapıldı..

Tarihin ilerlemesi sürdükçe toplumsal hayatta ‘tarihsel determinizm ve evrim yasalarıyla’ ilerleyecek, geçmiş bilgi ve birikimler ve uzmanlıklar artacak, ekonomik ve teknik gelişmeler üst üste eklenecektir.

Kent ve kentli toplum aynı zamanda ‘yazı-devlet-hukuk-uzmanlık-iş bölümü-sanayi-ticaret-para-tefeci-sınıflı yapı-efendi-köle’ oluşumu ve medeniyetin şartlarını da gösterir..

Her medeniyet, ilerleme, bilinçlenme, gelişme, özgürlük olduğu kadar, yoksulların ve zayıf bırakılmışların sırtından geçinen, emeği ve kanından beslenen azınlık bir sınıfın lüks ve şatafatlı yaşamı; dikilen görkemli binalar, plazalar, siteler, kentler, anıtlar da demekti.

Kandaş kabile toplumları ‘avcı-toplayıcı’ kaba, ilkel ve barbarlar olarak nitelense de hiç yalan bilmez, dürüst, cesur, sadık, dayanışmacı, paylaşımcı, kan davacı insanlardan oluşurken

Medeniyet, uzmanlaşmış, bilgisi tecrübesi ve tekniği artırmış, üretimi yayıp çoğaltmış medeni/kentli yaşam ve kültürüyle, her işi yalan dolan, faydacı, menfaatçi, korkak, bireyci, hukukçu insanı üretiyor..

Barbarlık aşamasında insanları kabileye, kabile ahlak ve değerlerine, şefine ve tanrısına, kan davasına bağlı kılan, bu şartlarda var oluş amacı için onu ikna edenler, zigguratların/tanrı evlerinin bekçileri/ruhbanlarıydı.

Medeniyet aşamasındaysa özgür insanı devlete, toprağa, topluma, kamu hukukuna bağlayan ve bireysel haz amacı için ikna eden üniversite, yeni ziggurat; onun ruhbanı/bekçisi de bilim insanı olacak.

Şu halde nerede bir medeniyet varsa orada ahlaki bir yozlaşma, toplumsal eşitsizlik ve sömürü olacak, insanları medeniyetin yüceliğine, medeni kültür ve yaşamın üstünlüğüne ikna eden bilim insanı ve bilim totemi/tanrısı kaçınılmaz olarak var olacaktır..

Aydınlanmanın ‘büyük’ filozofu Kant, insan, tanrıdan bağımsız ‘erişkin akla’ ilk kez aydınlanma ile kavuşacak, tanrının vesayetinden kurtulup ‘bilgiyi’ kendi aklıyla üretecektir dedi.

Bilimsel bilgiyi bilimin kendisi onaylar, dolayısıyla bu bilimin tanrılığını aydınlanmacı akıl tasdik edecektir…

Bu yazıda anlatılanlar, üst üste yığılmış tarihsel bilgi yığınını ve bulguları ‘bilgi ambarından’ çıkartıp tasnif eden, sentezleyen ve yorumlayan,

Buradan hareketle tarihin gidişatına ve geleceğe dair ‘bilimsel’ değerlendirme yapıp bu gün ‘şöyle olmalıdır’ diyebilen ‘devrimcilere’ (liberallere ve sosyalistlere) ait bir özettir.

Dolayısıyla Kur’an’ın, vahyin; Adem’den başlayarak Muhammed’le biten peygamberlik
silsilesinin bilgisinin, pratiğinin ve naklinin dışında bir özettir.

İkisi arasında kimi ortak yerler görülse de esasta farklı bir tarih anlatısı ve ilerleyişi söz konusudur.

Dolayısıyla yaratılış, evrenin ve insanlık tarihinin kökü ve akışı, toplumsal yaşam ve amaç için oluş ve değişim hakkındaki bilgi ve izahta farklı olacaktır.

İki bilgi arasındaki en temel farkın, ilkinde bilginin kaynağı, akıl yapısı, varoluş, amaç ve gelecek tasavvurunun dünya ile sınırlı olması,

Diğerinin Allah ve ahiret hayatıyla irtibatlı olmasıdır..

İki bilgi türü, kaynak olarak da, üretim sistemi olarak da, amaç olarak da esastan farklıdır. Dolayısıyla ikisinden hareketle çıkartılacak neticeler de farklı olacaktır.

Bilimsel bilgi esas alındığında, başka bir bilimsel bilgiyle onu eleştirmek doğrusuyken;

Bilimsel bilgi mantığından hareketle vahyi bilgiyi eleştirmekse yanlıştır; deyip bitirelim.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

3 Comments

  • Levent
    3 Aralık 2020, 23:40

    Modern tarih anlayışıyla İslam tarih anlayışını meczetmeye çalışıyorsunuz sanki. Modern dönemde yolunu şaşıran Müslümanlık, tarih tasavvurunu moderize ederek doğru yere varabilir mi? Sosyalistler ister istemez modernitenin medeniyet tasavvurunu tarihin süreci olarak bir ön kabul şeklinde, doğma haline getiriyorlar. Amentülerindeki diyalektik kafa onları buna zorunlu kılıyor. Bizim açımızdan doğru yanlış olması bir yana İslam dini geçmişe lineer bakmamayı öğütleyen bir yaklaşım nasihat ediliyor…Müslümanlık geçmişle ilişkisini diyalektik bir sürece bakar gibi kurmuyor dolayısıyla geleceği bilmenin kehaneti beklentisi Müslümanlığın geçmişle ilişkisinde -tarih anlayışında- yok değil mi.

    REPLY
    • Hüseyin Alan@Levent
      4 Aralık 2020, 13:50

      Müslümanların tarih anlayışı ‘döngüsel’dir. Tarih, zamansal dilimler halinde/çağlar olarak başlayıp dönüyor, nesiller kurulu düzen içinde, kendi tercihleriyle yaşıyor, benzer şeyler tekrar ediyor..

      Adem’le başlıyor insanlık tarih. Nesliyle sürüyor. İyi ve kötünün, doğru ve yanlışın yan yana, iç içe bulunduğu, tercihlerle olumlu olumsuzluğun şahitlendiği zamansal ve toplumsal ilerleyiş, dönemler halinde işliyor.

      Amaç, geçici olarak düzenlenen dünya hayatında ‘doğru, iyi, adalet’ tarafının hükümran; ‘yanlış, zulüm, bozguncu’ tarafın bastırılması mücadelesinin sergilenmesi.

      İnsana, sorumlu tutulduğu için cüzi irade ve kısmi bilgi baştan verilmiş, doğru yanlışın ölçüsü ve hali bildirilmiş, iki halin de akıbet gösterilmiştir. Artık gerisi insana aittir.

      Tarihsel zaman akışında toplumsal ve çevresel şablonlar var. Geçmişin hikayesi ve bilgisi pusula gibidir. Tarihini ve hikayesini bu dünya ile sınırlayanlar şablona bakmaz, pusulayı kullanmaz, buradaki karına ve hazzına bakar..

      Şu halde tarih anlayışı önemli, çünkü nerde durulacağının ibretlik tecrübesini sunar.

      Sosyalizmin diyalektik ve sınıfsal çatışmacı tarih anlayışı ile liberalizmin bireyselci ve özgürlük anlayışçı tarih anlayışı, ideolojik anlayışlardır.

      Bu iki ideoloji moderndir, modern bakış açısı ve değerler sistemiyle yorumlanmıştır.

      Medeniyet aşamalarının modern çağda evrensel çapta tekleşmesi, bu iki ideolojik tarih yorumunun doğruluğuna katkı sağlasa da, hakikatin, vahyi temeldeki tarih akışı olduğuna inanıyorum.

      REPLY
    • Hüseyin alan@Levent
      4 Aralık 2020, 15:17

      2: İdeolojik tarihsel yorumlar, yaratılış, varoluş sebebi, amaç, varlık alemiyle kurulacak münasebetler ve akıbet hakkında ‘değer bildirir, ölçü koyar.’ Anlam verir. Yorumlar.

      İslami tarih yorumu da ideolojiktir; dolayısıyla esası itibarıyla farklıdır. Fark; anlamın ve değerin rasyonel akla, bilimsel bilgiye değil; bu ikisini de kendine bağlı kılan vahye dayalı olmasıdır.

      REPLY