Kişileri Olayları Konuşmak / Sistem(ler)i Konuşamamak

Kişileri Olayları Konuşmak / Sistem(ler)i Konuşamamak

Sorulması gereken çok soru var… Sistemlerin konuşulması gereken yerde, insanları/ olayları konuşmak neyin göstergesi olabilir?

Mehmet Yavuz Ay / Her Taraf

Uzun yıllar içinde edindiğim bir kanaatim var: Sistemlerin konuşulması gereken yerde kişilerin esamisi bile okunmaz. Bunun istisnası yok mu, elbette var: Peygamberler…

Davaları ile bütünleşmiş peygamberler, başarılarını kendilerine mal etmemişler, “Fatih” edasına sahip olmamışlardır. Hayrı Allah’a, şerri Şeytana izafe etmişlerdir.

Yüce Yaratıcı, “(…) bütün peygamberlerden âyetlerimizi tebliğ edecekleri hususunda söz aldık.” (Ahzab 7-8) dedikten  sonra, “(…) hakka sadakatini gösterenlere, sadık kalmalarının karşılığında  neyle karşılaştıklarını sormak için böyle yaptı.” buyurmuştur.

Peygamberler dışında bir takım hükümdarlar, halifeler, düşünürler ve sanatçılar, alt istisnalar olarak sayılabilir mi? Belki de farklı bir sınıflandırma yapmak daha doğru olabilir.

Üç yüz yıllık Batı egemenliği zevale doğru gidiyor da arkasında bıraktığı enkaza bakan var mı? Beş yüz yıllık Osmanlı-İslam ve diğer Müslüman devletlerin egemenliği,  Müslümanlar arasında yeterince araştırılıp  anlaşılabilmiş mi?

Sorulması gereken çok soru var… Sistemlerin konuşulması gereken yerde, insanları/ olayları konuşmak neyin göstergesi olabilir?

Vahiy merkezli düşünce ve inanç sisteminde Yüce Yaratıcı ile Şeytan’ın karşı karşıya gelişinde insanı üçüncü  konumda bir tür olarak tanımlamak mümkün… Şeytan, günahında isyanında direnirken; Adem (a.s.), eşiyle beraber yaptığı eylemin yanlışlığını kabul ve bağışlanmasını talep ettiği bir noktadadır.

Kur’an’da da anlatılan birçok kıssa vardır. Olayların, kıssaların anlatıldığı hikâyelerin merkezinde; yüzü ve gönlü Allah’a / vahye ya da Şeytan’a dönük insan vardır.

İnsanın en büyük trajedisi, Yaratıcısı ile Şeytan’ın arasında kalışı, gelgitler yaşaması değil midir?

Liberal/Neo liberal ideolojinin çocuğu sayılabilecek seküler/kapitalist/demokratik sistem; dinler, mezhepler, uluslar, etnik kökenler üstünde konuşlanarak tüm dünyayı yönetir oldu…

Hayatın her alanındaki gelişmeler, başdöndürücü teknolojik hamlelerle tarihin farklı bir evresini işaret ediyor. Neredeyse tek tip insan, düşünce, inanç, kıyafet ve hayat biçimini dayatan seküler/kapitalist/demokratik sistem içerisinde yaşıyoruz. Batılı düşünürlerin kendi imalâtı  bu sisteme getirdikleri eleştirilerin kıyısından köşesinden geçmek bir yana; Batı dışı toplumların aydınlarının/kanaat önderlerinin adeta kutsadığı bir sisteme dönüşmesi tarihin en büyük ironisi olsa gerek…

Dijital çağın illüzyonu, ışıltıları altında gözlerimiz kamaşıyor. Neler olup bittiğine dair sağlıklı bakışaçıları geliştiremiyoruz. Yaşadıklarımızın çoğunu başka sebeplere, kişilere mal edip resmin görülmesine engel bile oluyoruz.

Üç yüz yıllık süreçte, seküler/kapitalist/demokratik sistemden bütün insanlığa ne kaldı, bakalım:

Makinalaşma, sömürge döneminin tetikleyicisi oldu. Azgın emperyalist iştahıyla Batı insanının diğer insanlara yaptığına tarihin hiçbir döneminde şahit olunmadı.

Sömürgeci ve misyoner Batı insanı yeryüzünü talana çıktı.

Hümanizmin gölgesinde üretilen kitle imha silâhları, insanlığı kalıcı büyük acılara yıkımlara uğrattı.

Yüce Yaratıcı’nın yerine kendini koyan, O’ndan rol çalan modern demokratik sistemin en önemli misyonu insanı ve tabiatı bozmak oldu.

Dijital çağın sanal araçları, iletişim ağları, nükleer silâhlardan daha yıkıcı. Modern demokratik sistemin savaşçıları arama motorları, sosyal medya platformlarının nüfuz edemediği bir alan kalmadı yeryüzünde.

Savaşın mahiyeti tamamen değişmiş durumda. İnternet, ücretsiz e-posta, akıllı telefon entegre iletişim ağları tüm insanların ve evlerin Truva Atı… Hiç kimse mahrem alan sahibi değil. Günahtan, yakası açılmadık sapıklıklardan, hayasızlıklardan, insanı çürüten şehvetten herkes payını almakta.

Şeytanın birinci sınıf savaşçılarına dönüşen dijital araçlar vasıtasıyla küresel güç merkezi, “Son insanı” ele geçirene dek operasyonlarına devam etme azim ve kararlılığını  sürdürmektedir.

Fertler, aile, toplum beden ve ruhuyla önlenemez saldırılar karşısında çaresiz… Çevre, tabiat, uzay, varlık nedenlerinin dışında eşi görülmemiş bir talanın muhatabı. İnsan için hiçbir kutsalın, ahlaki değerin, geleneğin, normatif etkenlerin kalmayacağı bir yere gidiş.

Genç yaşta evliliklerin hapisle cezalandırılmasına karşın, 13-14 yaşlarını cinsel özgürlük yaşı ilân ettiren küresel şeytanî gücün, Lanzarote Sözleşmesini AK Parti iktidarına kabul ettirmesi ruhumuzun kalbimizin işgalinin nerelere geldiğinin çarpıcı örneklerindendir.

Küresel şeytanî gücün savaşçılarını evine kalbine zihnine çağıran “kullanışlı aptallara” döndük.

Kişiler ve günü birlik olayları öne çıkarmak, ufkumuzu kapatıyor. Buna izin vermemeliyiz.

Seküler/ kapitalist/demokratik düzenin bizzat ürettiği çürüme, kokuşmayı görmeden; faturayı iktidar ya da muhalefete çıkarmak sağlıklı bir değerlendirme olamaz.

Modern devletin en önemli özelliğinin ifsad edicilik olduğunu, aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekiyor. Fert fert mücadele kıymetli olsa da topyekun mücadele, direnme, savunma, ayaklar altına alınmış değerlerimizi tekrar yüceltme, insanlık onurumuzu yeniden kazanma, yüzümüzü yeniden Allah’a dönme, servet arttıkça artan korkularımızdan sıyrılma, yeniden dirilme,  sadakat, ahde vefa, insan ve Müslüman olmanın aslî gerekliliğidir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *