‘Efendiler şimdilerde çağ atlıyor başka bir dünya kuruyorlar’

‘Efendiler şimdilerde çağ atlıyor başka bir dünya kuruyorlar’

300 yıldır yönetiyor; insanlığa yol gösteriyor, etkiliyor ve yönlendiriyor. Kim bunlar; burjuva sınıfı, sermaye grubu.Efendiler şimdilerde çağ atlıyor başka bir dünya kuruyorlar; kurulmakta olan yeni dünya, şimdi bildiğimiz dünyanın içinden çıkıyor ve kendini doğuranı öldürecek…

Dünyaya Yönetenler

Hani liberal demokrat; kapitalist serbest pazarcı; endüstriyel toplumcu; sivil kentçi; pozitivist bilimci; özerk ve özgürlükçü; kârı ve menfaat dışında bir şey düşünmeyen rasyonel bireyci; insan haklarıcılar vardı ya, işte onlar.

Hatırlanırsa, monarşiyi ve onun siyasal iktidarını; kiliseyi ve onun cemaatini; aristokrasi ve sanatkarı ve onların üretim ve kazanç kaynakları ve usullerini ortadan kaldırıp yerine;

Kendi siyasal iktidarını kuran, endüstri toplumunu inşa eden, fabrikasyon üretimini tekelleştiren, finansal ağıyla hegemonya elde eden tüccar sınıf.

İcatları ve üstün kıldığı değerler neydi?

Ulusçuluk ve ulus, yeni dindarlık ve din, medeniyetçilik ve medeniyet, evrensellik ve evrensel değerler, bilimcilik ve bilim, ulusal devletçilik ve tanrı devlet..

Modern çağ, modern toplum ve modern insan, klasik çağın, klasik toplumun içinden çıkarken eskiyi yok edecekti.

Son 300 yılın ve şimdiki bu dünyanın kurucu ve yönetici efendileri azınlık bir grup iken geri kalan çoğunluk ucuz emeğe, vergi mükellefine ve savaşçı askere dönüşecekti..

Bu efendiler şimdilerde çağ atlıyor başka bir dünya kuruyorlar; kurulmakta olan yeni dünya, şimdi bildiğimiz bu dünyanın içinden çıkıyor ve kendini doğuranı öldürecek.

O da neymiş derseniz; dijital bir toplum inşası, robotik elemanların etkinleştiği mekanik bir yaşam tarzı, yazılımcılığın tanrısallaştığı yeni bir çağa geçişin arefesindeyiz.

Yeni dünyanın ‘yaratıcısı’ dolayısıyla efendisi kim derseniz, modern çağın kurucu iradesinin gelişmiş şirketleridir deriz. Bu şirketler, bildik vasat şirkeler değil ama..

Yeni dünyada ‘insana’ ihtiyaç yok; yerine dünya vatandaşı, insan kimlikli gelişmiş robotlar var. Bunlar canlı değil ekmek su ücret istemiyor, çalışıp yorulmuyor, zamandan münezzeh olup dinlenme ve tatil istemiyor; toplumsal sınıf değil sosyal hak talep etmiyor, siyasal ideolojisi yok örgütlenmiyor. En önemlisi efendiye hiç itiraz etmiyor.

Yani artık ‘vergi mükellefine, savaşacak askere, çalışarak geçinecek ucuz emeğe’ ihtiyaç kalmadı..

İyi de bizim bildiğimiz kadın ve erkek cinsinden yaratılmış, aile kuran, üreyen, üretip tüketen, komşuluk yapan, değer katan, iyi kötü bir ahlak taşıyan ‘insan’ diye gördüklerimize ne olacak?

Aslında bizim öyle sandıklarımız modern çağda ‘insan altı’ parçacıklara bölünmüştü; bireyselleşip evrenselleşmiş, birbirinden ideolojik ve sınıfsal olarak ayrıştırılmış, kendi hazına ve hızına koşturan varlıklardı. Bunun böyle olduğunu şimdi daha iyi fark ediyoruz.

İnsan altı parçacıklar bir taraftan da soyut mensubiyetle “ulus devletin ulusu, demokrasinin demosu, cumhuriyetin cumhuru; liberalin bireyi, sosyalistin işçisi, milliyetçinin millicisi, metafiziğin dindarı”ydı.

Bunlara ne olacak derseniz:

Yeni dönemde çok azı hariç bunlara da ihtiyaç kalmıyor; bunlar ‘gereksiz, çöpe atılası parçacıklar’ artık!

Bunlara, o da şimdilerde, iki seçenek sunuldu:

Ya cinsel özgürlük ‘hakkını’ kullanıp LGBTİ+ dan biri olarak nesnelleşip ‘kısırlaşarak’ neslini tüketecek,

Ya ‘nikahlı birlikteliği’ terk edip serbest cinsellikle kendiliğinden kısırlaşacak.

Aksi halde efendiler, kendi bildikleri yöntemlerden birini veya hepsini birlikte kullanarak ‘gereksiz parçacıklar’ haline dönüşenleri yok edecek.

Beslenme yöntemi, kültürel ikna, biyolojik ve kimyasal silah, bulaşıcı bir virüs mü olur, ne olursa..

Bir sorun kaldı geriye; çalışacak ucuz emeğe, vergi mükellefine, savaşçı askere ihtiyaç kalmıyorsa

‘Para’ nerden ve kimden kazanılacak?

Anladığımız o ki, bize çalışıp kazanılası, uğrunda koşturulası, sahip olunca üstünlük ve refah sağlayacı amaç ve hedef olarak gösterilen ve kutsallaştırılan ‘para’, aslında gerçek bir şey olmayıp ‘sanaldı.’

Nasıl yani?

At terbiyecisi, atın boynuna iki değnekle yem torbası bağlarmış, kafasının ve ağzının uzanamayacağı kadar ilerisine ama.

At, yeme ulaşmak için boynunu ve ağzını uzatınca yem torbasına ulaşamıyor, ulaşmak için koşturdukça yem, otomatik olarak ileri hareket ediyor. Yeme bir türlü ulaşamayan at ehlileşiyor, ehlileşince de ödülünü alıyor.

At metaforu, geçen 300 yıllık dünyayı, aklına ve boynuna vurulan zincirle önüne sunulmuş ‘yem’ peşinde koşan medenileştirilmiş insanı ve efendisini temsil eder.

Yani aslında para, sadece bir yemlikti. Ehlileştirildiği için fıtratı bozulan insan doğal hayatta değildi. Kendiliğinden beslenme ve yaşama imkanını çoktan yitirmişti.

Kendisi öyle sansa da yemi sahip üretiyor, istediği kadar veriyor, çaktırmadan geri alıyordu.

Diyeceğimiz o ki artık ‘yemlik’ üretime ve beslemeye gerek duymuyor sahip!.

Ne garip değil mi; at terbiyecisine ‘seyis’ denir. Seyisin ‘siyasetle’ doğrudan irtibatı var: Bakıcı, yönetici, terbiye edici demek.

Seyisi bozulmuş ‘at’ n’apsın şimdi?! Makina icat olunca atlar ‘itlaf’ edilecek!

(huseyinalan.com)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *