Pakistan Müslümanlarının tarihi

Pakistan Müslümanlarının tarihi

Pakistan dünyada en çok Müslüman nüfusa sahip ikinci ülke. Nüfusunun yüzde 95’ten fazlası Müslüman olan Pakistan’a İslam 7. yüzyılın başlarında Emeviler kanalıyla geldi.

Pakistan Müslümanlarının tarihi

Geçmişte Hinduizm ve Budizm’in merkezlerinden olan bugünkü Pakistan topraklarının İslam’la tanışması Emeviler döneminde gerçekleşti. Emeviler’in ve Abbasiler’in ardından bölge Gazneliler’in hakimiyetine geçti. Bugünkü Afganistan ve Pakistan’da imparatorluğunu kuran Gazneliler Pakistan’da İslam’ın yayılmasına önemli bir katkı sağladı.

997-1186 yılları arasında bölgeye hakim olan Gazneliler’in en parlak dönemi Sultan Mahmud Gaznevi zamanında yaşandı. Hint yarımadasına 17 sefer düzenleyen Mahmud Gaznevi bölge haklının Müslüman olmasında en önemli yere sahip isimlerim başında geliyor. Pakistan’da ve Hint yarımadasınsa İslam’ın yayılmasına katkı sağlayan diğer bir imparatorluk ise Babür İmparatorluğu.

1526 yılında kurulan Babür İmparatorluğu bugünkü Afganistan, Pakistan, Hindistan‘ın bir kısmı ve Bangladeş’in de içinde bulunduğu coğrafyada yaklaşık 300 yıldan fazla hüküm sürmüştü. 1526-1858 yılları arasında bölgeyi yöneten Babür İmparatorluğu döneminde, İslam dini mensupları arttmıştı. Bugünkü adıyla Bangladeş’ın büyük bır bölümü Babür İmparatorluğu zamanında İslamla tanıştı.

7. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlayan Pakistanlılar burada hakimiyet kuran Müslüman devletler sayesinde altın çağlarını yaşadı. Ancak 1858 yılında Babür İmparatorluğu2nun yıkılması ve bölgenın ingiliz sömürüsüne girmesi bölge Müslümanları için kötü günlerin başlangıcı oldu.

İNGİLİZLER HİNT KITASI’NI ASIRLARCA SÖMÜRDÜ

Hint yarımadasında Babür İmparatorluğu’nun giderek gücünü kaybetmesi sömürge devletlerin bölgeye yerleşmesine imkan sağladı. İlk önce portekızlıler eski Hindistan’a gelerek buraları sömürmeye başladı. Portekizler’in ardından bölgeye gelen İngilizler yönetim boşluğundan yararlanarak 1757 yılından itibaren Hint yarımadasında yavaş yavaş koloniler kurmaya başladı.

1858 yılında bölgenin kontrolünü tamamen eline geçiren İngilizler, bugünkü Pakistan Hindistan ve Bangladeş sınırlarını da içine alan sömürge krallığını kurdu. Bu krallıkta yönetimin başında Hindu bir prens olsa da sahne arkasında İngiliz lordlar vardı ve ülke yönetimi onların elindeydi. Bu yeni krallıkta nüfusun yüzde 25’ini oluşturan Müslümanlar azınlıktaydı.

Devletin üst kademesinde daha çok Hindulara görev veriliyordu. Müslümanlar yönetimlerde ve sosyal hayatta adeta yok sayılıyordu. İşte bu nedenle Müslümanlar örgütlenmeye ve ayaklanmaya başladı. Müslümanların liderlerinden olan Şir Seyid Ahmed Han 1906 yılında Tüm Hindistan Müslümanları adlı partiyi kurdu.

İlgili resim

Müslümanları biraraya toplamayı ve onların haklarını korumayı hedefleyen bu hareket kısa zamanda Hindistan’da büyük bir güce kavuştu. 1913 yılında Şir Seyid Ahmed Han parti liderliğinden istifa etti ve yerine Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah başkan seçildi. Gandi’nin İngiliz sömürüsüne karşı başlattığı ayaklanmaya Müslümanlar da destek verdi ve Hindularla birlikte İngilizler’in bölgeden çıkarılmasında beraber mücadele etti.

1930 yılında Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal ilk defa Pakistan fikrini ortaya atan kişi oldu. 1940 yılında ise Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah iki ayrı devlet önerisini dile getirdi. Artık İngilizler’in sömürüsü altında yaşayan Müslümanlar ve Hindular bir yol ayrımına girmişti. İngilizler’in bölgeden çekileceklerimi ve yönetimi devredeceklerini açıklamasının ardından ülkedeki Müslümanlar kendi ülkelerini kurma fikrini daha çok benimsemeye başladı.

Zira azınlıkta olam Müslümanların Hindular tarafından kabul edilmeyeceği ve haklarını ellerinden alacakları fikri ağırlık kazandı. 16 Ağustos 1946’de Tüm Hindistanlı Müslümanlar Partisi ‘Hareket Günü’ adı altında Kolata şehrinde büyük bir gösteri düzenledi. Gösteri sırasında Hindular ve Müslümanlar arasında çatışma çıktı ve bir günde 4000’den fazla Hindu ve Müslüman hayatını kaybetti.

Kısa sürede diğer şehirlere de yayılan gösteriler nedeniyle iki grup arasında yaşanan çatışmalarda her iki taraftan 5000 kişi hayatını kaybettı. Üç gün süren gösteriler nedeniyle 100.000’den fazla insan göç etmek zorunda kaldı. Polis üç günün ardından kanlı bir şekilde gösterileri bastırdı. İngilizler’in de iki uluslu bir devlet fikrini kabul etmesiyle bağımsız Pakistan’ bir adaım daha yaklaşıldı.

14 Ağustos 1947’de ise bağımsız Pakistan’ın kurulduğu Muhammed Ali Cinnah tarafından Karaçi şehrinde tüm dünyaya ilan edildi. Müslümanlar kendi ülkelerini kurdular. Bugünki Bangladeş Doğu Pakistan olarak Pakistan’a bağlandı. Ancak İngilizler iki toplum arasında belki de kıyamete kadar çözülemeyecek bir sorun bırakarak bölgeden çekildi. Hindistan’da yaşayan özellikle Keşmir bölgesindeki Müslümanlar Hindistan’ın kontrolü altında kaldı. Güney Asya’nın kanayan yarısı Keşmir o günden beri çözüm bekliyor.

İlgili resim

PAKİSTAN HALKININ ÇOĞU SÜNNİ

Pakistan nüfusunun yüzde 80-85’inin Sünni ve yüzde 10-15’inin de Şii olduğu söyleniyor. Sünni Müslümanlar kendi içlerinde Barelvi ve Diyobendi olarak iki alt gruba ayrılıyor. Barelvilik ve Diyobendilik, keskin hatlarla ayrılan iki mezheb olmaktan çok iki farklı yaklaşım olarak birbirinden ayrılıyor.

Bununla birlikte özellikle şehirlerde bu iki grup arasında ayrım keskinleşiyor, kendilerine ait camileri var ve genel olarak birbirlerinin camilerine gitmiyorlar. Her iki grup da isimlerini bugün Hindistan sınırları içinde kalmış olan iki medereseden alıyor. Diyobendi, Delhi’nin 150 kilometre kuzeyinde bir kasaba ve burada 1867’de kurulmuş olan medrese, bütün Hint alt kıtası İslam’ını etkilemiş durumda.

Diyobendiler genel olarak bu medresenin öğretilerini baz alıyor. Barelvilik de yine Kuzey Hindistan’da bulunan Bareilly kasabasında yaşamış olan Ahmet Rıza Han Barelvi’nin kurduğu medreseye ve bu medresenin yaydığı öğretiye dayanıyor. Her iki akım arasındaki temel ayrım, sufizme ve Hint alt kıtası İslamı’nın temel bir bileşeni olan pirlere ve sufi liderlere bakış açısındaki farklardan kaynaklanıyor.

Sufileri, Müslümanlığı daha iyi yaşamada bir rehber olarak kabul eden Barelviler, geçmiş zamanlarda yaşayan sufilerin kabirlerine saygılılar. Özellikle kırsal bölgelerde Barelviler ile Şiiler arasındaki benzer uygulamalar yakınlık arz ettiği için Şii nüfusunu net olarak ortaya koymak mümkün değil.

pakistan map ile ilgili görsel sonucuBuna karşın Diyobendiler tam tersi bir anlayışa sahipler. Bu noktada Diyobendiler’in, Barelviler’e göre daha yazılı bir kültüre dayandığı ve taban itibariyle de çok daha şehirli kitleye hitap ettiği söylenebilir. Tüm tarikat ve tasavvuf geleneklerini topyekun reddeden Vehhabiler’e karşın diyobendiler Nakşibendi tarikat geleneğinden geliyor. Diyobendiler sadece tarikattaki uygulamaların ehl-i sünnet inancının temel akideleriyle uyumlu olması konusunda hassasiyet gösteriyor.

Taliban ve Selefiyye benzeri anlayışların aksine en önemli Diyobendi hareketleri olarak siyasal zeminde İslam Uleması Cemiyeti ve Cammati İslami, siyaset dışı alanda ise Tebliğ Cemaati şiddeti bir yöntem olarak benimsemiyor.

Pakistan’daki Barelvi örgütlenmelerinden biri olan sünni Tehrik Hareketi‘nin geçmişte bir takım şiddet olaylarına karışmış olması, örgütün İçişleri Bakanlığı’nın takip listesine alınmasına neden oldu. Ancak bütün bu unsurların yanı sıra Diyobendiler’in Vehhabi akımlar için potansiyel genişleme alanı oluşturdukları ve Diyobendi geleneğine mensup kişilerin Taliban ve benzeri örgütlere katılma ihtimali de yüksek olarak görülüyor. Barelviler ve Diyobendiler arasındaki nüfus oranı kesin olarak bilinmiyor fakat tahminler Pakistan’daki sünni nüfusun en az % 70’inin Barelvi geleneğe mensup olduğu yönünde.

İRAN’DAN SONRA EN ÇOK Şİİ PAKİSTAN’DA

Şiiliğin Pakistan’da yayılmaya başlamasıyla ilgili olarak birçok farklı görüş bulunuyor. Ancak kabul gören bilgiye göre Şiilik Pakistan’a 7. yüzyılda geldi. Bugün nüfusunun yüzde 95’den fazlası Müslüman olan Pakistan’da ciddi bir Şii nüfusu var. İran’ın ardından ençok Şii nüfusa sahip ülke Pakistan.

180 milyonluk nüfusa sahip Pakistan’da Şiiler’in nüfusunun 27 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor. Uzun yıllar bölgenin Sünni devletler tarafından yönetilmesi nedeniyle Şiiler’in Pakistan topraklarında kurduğu bir devlet bulunmuyor. Şiiliğin kollara ayrılması Pakistan’daki Şiileri de etkiledi. Ülkedeki Şiiler 4 kola ayrılıyor.

Bunlardan birincisi ve en önemlisi 12 imam Şia’sı veya bilinen adı ile Caferilik. Pakistan’daki Şii nüfusun büyük bir bölümü Caferi mezhebine mensup. Ülkedeki diğer güçlü Şii grubu ise İsmaililer. Ancak Caferiler, İsmaililer’in Şiiliğin kollarından olmadığını savunuyor. Bu nedenle bu iki grup arasında Pakistan’da ciddi bir çekişme var. Ülkede başlayan Vehhabi ve Selefi akımları nedeniyle Pakıstanlı Şiiler terör saldırılarına maruz kalıyor. Özellıkle 2010 yılından itibaren Şiiler’e yönelik ciddi terör saldırıları gerçekleştirildi. Bu yüzden yüzlerce Şii, terör saldırılarında hayatını kaybetti. 2015 yılında da bu terör saldırıları devam etti.

Özellıkle Ocak ve Şubat aylarında Şiilere ait camilere yapılan bombalı intihar saldırılarında yüzün üzerinde Pakistanlı Şii hayatını kaybetti, yüzlerce Şii ise yaralandı.

PAKİSTAN’DAKİ BARELVİLER

Pakistan’da en yaygın dini hareket “Barelvîler” olarak bilinen “Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat Medresesi”ydi. Barelvilik, Ahmed Rıza Han Barelvi tarafından 20. yüzyıl başlarında Kuzey Hindistan’da kurulan bu medresenin savunduğu görüşlere dayanıyor. Hint alt kıtasında “Barelvî Hareketi”nin kurucusu olan Ahmed Rıza Han Barelvi 1856’da Uttar Pradeş eyaletine bağlı “Ray Bireli” kasabasında doğdu.

İlgili resim

Köklü ve varlıklı bir aileye mensup olan Barelvî küçük yaşlarda dini eğitim aldı. 1876’da fetva vermeye başlayan Rıza Han önceleri babasının medresesinde ve ardından kendi medresesinde çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Barelvî kuruluş çalışmalarında yer aldığı “Nedvetü’l-Ulema” hareketinden 1897’de olaylı bir şekilde ayrıldı.

Barelvi 1904 yılında “Medrese-i Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat” olarak da bilinen “Darül Ulûm-i Manzarü’l-İslam”ı kurdu. Diyobendî okulunun kurucularını tekfir etmesiyle dikkat çeken Barelvi’nin eleştirilerden İngilizler tarafından şehit edilen Seyyid Ahmed ve Şah Muhammed İsmail Dehlevi gibi alimler de nasibini aldı. Bu tutumu yüzünden Barelvi İngilizler’in hesabına çalışmakla itham edildi.

Barelvî’nin 1910 yılında, İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’ın “Darü’l-İslam” olduğunu savunan bir fetva vermesiyle bu tür ithamlar yaygınlık kazandı. Barelvi ile Hindistan uleması arasındaki bir diğer anlaşmazlık konusu ise Osmanlı hilafetiydi. Barelvi’nin hilafetin Kureyş kabilesine ait olduğu gerekçesiyle Osmanlı Devleti’ne destek verilmemesini istemesi büyük bir tepkiyle karşılandı.

Barelvi Hint hilafet Hareketi’ne katılmadığı gibi İngilizlerle ilişkinin kesilmesini savunan çevreleri de eleştirdi. 28 Ekim 1921’de vefat eden Barelvi’nin ölüm günü “Yevm-i Rıza” adıyla Hindistan ve Pakistan’da kitlesel törenler eşliğinde anılıyor. Barelviler tasavvufi konulara getirdiği aşırı yorumlar ve Hazreti Peygamber’e yüklediği ilahî vasıflar diğer Sünni çevrelerce makbul sayılmıyor.

Barelvilerin hadis konusunda ihtiyatsız davranmaları ve itikadi konularda zayıf olduğu iddia edilen hadislere başvurmaları bir diğer eleştiri konusuydu. Kabirlerin inşa ve ihyasıyla, kabir ziyaretlerine büyük önem veren cemaat mensupları Ahmed Rıza Han’ın vasiyetindeki dini görüşlere yapışmanın her farzdan daha evla olduğunu savunuyorlar.

Pakistan’da özellikle kırsal kesimde etkin olan Barelvi’ler binden fazla medreseyi ellerinde tutuyorlar ve çok sayıda camiyi kontrol ediyorlar. Pakistan’daki Sünni Müslüman nüfusunun büyük kısmının Barelvî çizgide olduğu biliniyor. 1948’de kurulan “Cem’iyyet-i Ulema-i Pakistan”, ile Tahirü’l-Kadiri’nin kurduğu “Tarik-i Minhacü’l-Kur’an” da cemaatin siyasi oluşumları arasında yer alıyor.

Barelvîlik halk tabanında yaygın bir hareket olmasına rağmen, diğer cemaat partileri gibi seçimlerde ciddi bir başarı gösteremiyor. “Pakistan Uleması Cemiyeti” Hacı Fazıl Kerim ile Ahmed Şah Nurani grupları arasında iki büyük parçaya bölündü. Sıradan Barelvîler seçimlerde daha çok ana akım partilere oy veriyorlar. 1990’lardan bu yana seçimlere katılmayan Pakistan Uleması Cemiyeti’nin önde gelen pek çok ismi diğer partilerde siyaset yapıyor.

Barelvilere ait türbeler ve mescitler son yıllarda Taliban benzeri yapılar tarafından bombalı saldırıların hedefinde. 2009 yılında, Ehl-i Sünnet Cemaati ile Davet-i İslam başta olmak üzere Barelvi kuruluşları “Sünni İttihat Konseyi” bünyesinde bir araya geldiler. Konseyin liderliği Hacı Fazıl Kerim tarafından yürütülüyor.

DİYOBENDİ’LER DEHLEVÎ’NİN TAKİPÇİSİ

Hint alt kıtasının İngiliz sömürgesi altına girmesinin ardından bölgede ortaya çıkan dini-siyasi yapılar arasında en dikkat çekici oluşum 1866’da kurulan Diyobendî hareketiydi. 1857’de İngiliz sömürge idaresine karşı gerçekleştirilen büyük ayaklanmanın başarısızlığa uğramasının ardından içe kapanan Müslümanlar ilerleyen yıllarda daha fazla dini eğitime yöneldiler.

Diyobendî hareketi Muhammed Kasım Nânevtevî ve Reşid Ahmed Gangohî öncülüğündeki bir grup tarafından 1866’da Diyobend kasabasında kurulan medreseyle başladı. Hareket dini ve fikri çizgisini 18. yüzyılda yaşayan büyük İslam alimi Şah Veliyullah Dehlevi’ye dayandırıyor. Kendisi de 1857 ayaklanmasında İngilizlere karşı savaşmış olan Nânevtevî ve arkadaşları eğitim yoluyla sağlam bir nesil yetiştirmeyi hedeflediler.

Nânevtevî’nin açıklamasına göre Diyobend eğitimiyle amaçlanan, aslı itibariyle “Hindistanlı”, kalp ve aklıyla “Müslüman” olan bir gençlik yetiştirmekti. Bu gencin içinde İslam medeniyetini oluşturma heyecanı olmalıydı ve siyasi açıdan da canlı bir İslami şuura sahip bulunmalıydı. Daru’l-Ulûm-ı Diyobend’e bağlı medreselerin sayısı 1900 yılında kırkı geçiyordu. Diyobendîlik, medresenin ilk öğrencisi Mahmud Hasan’ın 1905 yılında rektörlüğü sırasında en parlak dönemini yaşadı.

Doğu’nun Ezher’i olarak anılan Diyobend medreselerinin şöhreti kısa sürede İslam dünyasında yayıldı. Afganistan, Türkistan, Osmanlı, Yemen, Malezya, Endonezya ve Güney Afrika başta olmak üzere İslam dünyasından binlerce öğrenci Diyobend’e aktı. Müslümanların halifesi sıfatıyla Sultan İkinci Abdülhamid’in Diyobend kütüphanesine yüklü miktarda kitap bağışlamasıyla medresenin İslam dünyasındaki ilmi otoritesi meşruiyyet kazandı.

Ehli Sünnet ve’l Cemaat esaslarına dayalı eğitim veren Diyobendî okulu kendisini amelî olarak Hanefî, itikadi olarak Eşarî-Maturidî ve meşrep olarak ise sufî diye tanımlıyor. Diyobendî uleması her zeminde Osmanlı hilafetinin meşruluğunu savundu. Şeyh Mahmud Hasan’ın yönettiği Diyobend Medresesi Balkan ve Trablusgarp savaşları sırasında eğitime bir süre ara verdi. Diyobendî öğrenciler Osmanlı devletine ve Balkan muhacirlerlerine yardım amacıyla çeşitli organizasyonlar gerçekleştirdiler.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa’yla ilişki olarak Hindistan’da İngilizlere karşı isyan planladığı gerekçesiyle tutuklanan Mahmud Hasan 1917’de Malta’ya sürgün edildi. 1920’de serbest bırakılan Mahmud Hasan’a Hint Hilafet Komitesi’yle, aralarında Mamatha Gandi” ve Pandit Nehru’nun da yer aldığı bir heyet tarafından Şeyhü’l-Hind” ünvanı verildi.

Diyobendiler Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde önemli rol oynadılar. Pakistan’ın kurulmasıyla birlikte diyobendilik bu ülkede de kök saldı. 1951 yılında ilk Diyobendi Üniversitesi Karaçi’de Daru’l-Ulûm Karaçi adıyla faaliyete başladı. Pakistan’daki Diyobendî medrese ve okullarının sayısı 1970’lerin başlarında dokuz bini geçiyordu.

Bir düşünce akımı ve hareket merkezi olarak da dikkatleri üzerine çeken Diyobendî okulu Asya ve Uzak Doğu’daki Müslümanlar üzerinde etkiliydi. Pakistan ve Hindistan’daki dini temelli siyasal ve sosyal hareketler de büyük ölçüde Diyobendî geleneğine dayanıyor. Pakistan’da faaliyet gösteren Cemaat-i İslamî, Cemiyet-i Ulema-yı İslam ile Tebliğ Cemaati de Diyobendî geleneğinden etkilenen hareketler arasında.

pakistan islamic groups ile ilgili görsel sonucu

PAKİSTAN’IN EN GÜÇLÜ SİVİL ÖRGÜTÜ, CEMAATİ İSLAMİ

Pakistan’ın en güçlü sivil islamî kuruluşu olan “Cemaat-i islami“nin kuruluşu sömürge dönemi hindistanı’na kadar gidiyor. Ünlü müfessir ve dava adamı “Seyyid Ebû’l-Âlâ Mevdûdî” tarafından İngiliz sömürgesi döneminde Hindistan’da kurulan Cemaat-i İslami bugün Pakistan’ın en etkili siyasi kuruluşları arasında yer alıyor.

Cemaat-ı İslami’nin lideriyse İslam dünyasının tanınmış ilim, fikir ve mücadele adamlarından Seyyid Ebû’l-Âla Mevdûdi’ydi. 1903 yılında Hindistan’ın Haydarâbâd eyaletinde dünyaya gelen Mevdudi, 1941 yılında Lahor’da 75 arkadaşıyla birlikte Cemaat-i İslami’yi kurdu. Hareketin hedefi, Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde insan hayatının bütünüyle değiştirilmesini ve İslâm’ın sosyal hayata yerleştirilmesini sağlamaktı.

Cemâat-ı İslâmî’nin emirliğine getirilen Mevdûdi 1947 yılında Pakistan devleti kurulunca Lahor’a giderek İchra’ya yerleşti; burası teşkilâtın da yeni merkezi oldu. Mevdudi ve Cemaat-i İslami 1948-1956 yılları arasında Pakistan’ın İslâmî devlet statüsü kazanması için büyük gayret sarfetti. 1956’da kabul edilen ilk anayasada, “İslâmî temellere dayanan bır toplum oluşturmayı ve bütün mevcut kanunları Kur’an ve Sünnet ışığında düzenlemeyı” esas alan maddelere yer verilmesi büyük ölçüde Cemâat-ı İslâmî’nın eseriydi.

Mevdudi sadece Güney Asya’da değil Arap dünyasında da İslâmî anlayışa yeni bir siyasî üslûp kazandırdı. “İslâm ideolojisi, İslâm devleti, İslâm anayasası, İslâm’ın ekonomik ve politik sistemi” gibi kavramların gündeme girmesinde rol oynadı. Mevdûdiye göre siyaset, İslam akidesinin ayrılmaz bir parçasıydı ve İslam Devleti Müslümanların düçar kaldığı bütün dertlerin devasıydı. Cemaat-i İslami ise ideal bir islami toplumu doğuracak olan bu kavganın öncüsüydü.

Hükümetin İslâmî olmayan uygulamalarına yönelik eleştirileri sebebiyle Mevdûdi, defalarca tutuklandı ve bir keresinde de idama mahkum edildi. Baskılar karşısında cezası ömür boyu hapse çevrilen Mevdudi 3 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.

Pakistan’daki darbe rejimlerinden Cemaat-i İslami de payını aldı. Teşkilatın faaliyetleri birçok kez askıya alındı. 1971’de Doğu Pakistan’ın ayrılmasıyla sonuçlanan iç savaşta ise Cemaati İslami Pakistan’ın bütünlüğünden yana tavır aldı. 1972’de sağlık sebebiyle ayrılıncaya kadar Cemaat-ı İslami”nin emirliğini yürüten Mevdudİ 1979’da vefat etti.

Mevdûdi’nin bakış açısıyla şekillenen Cemaat-i İslami, hem bir düşünce hareketi, hem bir cemaat, hem de siyasi bir parti hüviyeti kazandı. Medreseleri, vakıfları, yayın organları, sosyal yardım kurumları, hastaneleri, kültür merkezleri, gençlik teşkilatları, meslek kuruluşlarıyla devasa bir teşkilat ağına sahip olan Cemaati İslami bu bu potansiyeli siyasete tahvil edemedi. Yüksek fikri gücüne rağmen geniş halk kesimlerine ulaşamayan Cemaati İslami girdiği seçimlerde başarılı olamadı.

Cemaati İslami demokratik bir işleyişe sahip olmasına rağmen toplumsal düzende demokrasinin gelişmesine de ciddi bir katkı sağlayamadı. Selefi grupların Şiileri hedef alan saldırılarını tasvip etmeyen Cemaati İslami, Pakistan toplumunda tekfirci ve şiddet yanlısı eğilimlerin güçlenmesini önleyecek fikri bir açılım gerçekleştiremedi.

Mevdudî’nin 1972’de liderlikten ayrılmasından sonra Cemaati İslami’nin emirliğini Mian Tufeyl Muhammed, Gazi Hüseyin Ahmed ve Seyyid Münevver Hasan yürüttü. 2014 yılında Cemaat-i İslami’nin genel emirliğine Hayber-Pahtuntva eyaleti senatörü Siracul Hak Han seçildi. Siyaset bilimi alanında yüksek lisans derecesi olan Siracul Hak da, Münevver Hasan gibi Cemaati İslami’nin gençlik teşkilatının liderliğini yapmış bir isim.

MÜSLÜMANLAR BİRLİĞİ

Pakistan’da Şiilerin tek ve en güçlü partisi olan Müslümanların Birliği Partisi2009 yılında kuruldu. 1972 yılında Dr. Seyit Ahmet Ali Nekvi tarafından kurulan İmamiya Öğrenci Derneği, 2009 yılına gelindiğinde partileşme sürecine girdi. Pakistan dışında İran ve İngiltere’de de çok güçlü destekçiler edinen parti, Pakistan’da Şii ve Sünnilerin arasındaki sorunları çözmeye odaklandı.

Pakistan’da dönem dönem baskı altında yaşayan Şiiler’in toplumda kabul edilirliğini arttıracak önemli hamleler yapan parti, çatışma ve baskıları önleme gayesini güdüyor. Pakistan’ın en büyük 20 demokratik partisi içerisinde yer alan parti daha çok Pencap, Sind, Hayber-Pahtunhva, Baloşistan, Gilgit-Baltistan ve Keşmir vilayetlerinde destek görüyor. Partinin ana perspektifi Şiilere karşı oluşan baskılara karşı sesini yükseltmek, Şii ve Sünni toplum arasında iyi niyet oluşturmak, Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’i topluma tanıtmak olarak özetlenebilir.

Parti, 2013 yılında girdiği son seçimlerde Pakistan parlamentosuna vekil sokamazken, Belucistan meclisinde bir ve Gilgit-Baltistan mecilisinde de 3 üyeyle temsil edilmeyi başardı. Müslümanların Birliği Partisi, İmran Han ve partisi tarafından desteklenen ilk dini-parti olma özelliğini de taşıyor. Ayrıca genel olarak Taliban karşıtı tüm Sünni parti ve kuruluşlara da bir Şii partisi olarak açıktan destek vermeyi sürdürüyor. Hükümetin Taliban’a karşı sert müdahalelerde bulunmasını isteyen Şiiler, parti aracılığıyla hükümete Taliban’ın bitirilmesi için her fırsatta baskı yaparak destek arıyor. Hükümetin Taliban’la yürüttüğü diyalog ve barış görüşmelerine de karşı çıkan parti, terör gruplarıyla aynı masaya oturmanın anayasaya aykırı olduğunu her fırsatta vurgulamaya devam ediyor.

TALİBAN’A KARŞI SÜNNİ İTTİHAT

Barelviler son yıllarda Taliban benzeri örgütlerin saldırılarına hedef oluyor. Bu örgütlerle mücadele kapsamında 2009 yılında önde gelen Barelvi organizasyonlarının bir araya gelmesiyle sünni ittihat konseyi oluşturuldu. Komitenin liderliğini Fazıl Kerim üstlendi ve komite içerisinde Ehli Sünnet Cemaati ve Davet-i İslami gibi yaygın Barelvi organizasyonları bulunuyor.

Barelvilerin geleneksel organizasyonsuzluğu ve gevşek organizasyon yapısı nedeniyle seçimlerde ciddi bir etkisinin olması mümkün olmadı. Sünni İttihat Konseyi her fırsatta Taliban ve benzeri yapıların gayr-ı meşruluğunu savunmasıyla dikkat çekiyor. Konsey, yaklaşık 160 milyonluk takipçisiyle Pakistan’ın en kalabalık Sünni mezhebi olan Barelvi zemininde yer bulmuş olsa da, gerçekten büyük bir etki gücü bulunmuyor.

Ülkede bazı önde gelen medya kuruluşlarının, Avrupa ve ABD tarafından desteklendiği gerekçesiyle izlenmesini haram kılan konsey, bir çok konuda verdiği fetvalarla dikkat çekiyor. Sünni İttihat Konseyi liderleri, 2013 yılında taliban’ın tartışmalı konulardaki meydan okumasını kabul etti. Taliban’ın meşruluğu tartışması uzun yıllardır Pakistan Talibanı Hareketi ve konsey arasında sürmeye devam ediyor. Her fırsatta Taliban’a Pakistan anayasasına uymaları gerektiğini hatırlatan Sünni İttihat Konseyi liderleri, Taliban’ın ilkelerine ve cihad koşullarına da karşı olduklarını belirtiyor. Kimi zaman Taliban’ın konsey liderlerine gerçekleştirdiği saldırılar da konseyin taraftarlarını şiddete eğilimli hale getiriyor.

TEBLİĞ CEMAATİ

Tebliğ Cemaati’nin kurucusu Muhammed İlyas Kandehlevî’ydi. 1885 yılında Kandehle şehrinde dünyaya gelen Muhammed İlyas küçük yaşlardan itibaren sıkı bir dini eğitim aldı. Kandehlevi, Gangoh’ta Reşid Ahmed Ganguhi ile tanıştı ve onun sufî kişiliğinden etkilendi. Bu etki hayat boyunca devam etti ve daha sonra kuracağı tebliğ hareketinin temellerini oluşturdu.

Muhammed İlyas “Şeyhü’l-Hind” olarak tanınan Mevlana Mahmut Hasan’ın Diyobend Medresesi’nde de hadis dersleri aldı. Bir süre müderrislik yapan İlyas, Osmanlı hilafetinin son bulmasının ardından tebliğ çalışmalarına hız verdi. Muhammed İlyas daha çok, Hindû örf, adet ve geleneklerini devam ettiren ve dini bilgileri çok zayıf olan Müslümanları hedef kitle olarak seçti.

1925’teki hac yolculuğunu tamamladıktan sonra irşad faaliyetine başlayan Muhammed İlyas, tebliğ gezileri yapmaya başladı. 1932 yılına kadar irşad ve vaaz faaliyetlerini sürdüren Muhammed İlyas, aynı yıl hindistanın çeşitli bölgelerine tebliğ grupları göndermeye başladı. 2 Ağustos 1934’te Nûh şehrinde yapılan bir toplantıyla Tebliğ Cemaati kuruldu. Toplantıda alınan alınan kararlardan en dikkat çekicisi dine davet ve tebliğin her müslümanın görevi olduğuydu.

Şehirleri ve kasabaları dolaşarak halka namazı anlatmak ve nasihat vermek cemaat mensuplarının uyması gereken kuralların başında geliyordu. Tebliğ Cemaati kısa sürede Hindistan’ın her yerinde taraftar kazandı. 1941’de Nûh şehrinde Muhammed İlyas’ın konuşmacı olduğu mitinge 25 bin kişi katıldı. Muhammed ilyas’ın 1944 yılında vefat etmesinden sonra topluluğun liderliğini oğlu Muhammed Yusuf Kandehlevi sürdürdü. Yusuf Kandehlevi Türkiye’de Hayatü’s Sahabe” isimli meşhur eseriyle tanınıyor.

Hindistan’ın bölünmesinden sonra Tebliğ Cemaati’nin faaliyetleri büyük ölçüde Pakistan’a kaydırıldı. 1953’te cemaatin Rayvand’daki genel merkezi kuruldu. Muhammed Yusuf’un vefatından sonra cemaatin emrliğine hadîs muallimi olan kayınbiraderi Şeyh İn’âm-ül-Hasen geçti. Tebliğ Cemaatine kuruluşundan itibaren diğer İslamî gruplar tarafından dini tasavvur, yaşayış ve teklif ettiği çalışma tarzı açısından çeşitli tenkitler yöneltildi. Ancak Tebliğ Cemaati bu süreçte hızlanan hadis, tasavvuf ve bidatlere dair artık sembolik anlamlar kazanmış tartışmalarda taraf olmama yolunu seçti.

Tebliğ cemaatine yönelik bir diğer eleştiri ise tebliğ vazifesini üstlenen kişilerin çoğunun sıradan kişiler olmasıydı. Hindistan ve Pakistan’da hakim olan görüş ise medrese eğitimi almış yetkin kişilerce bu görevin üstlenilmesiydi. Cemaate yöneltilen bir diğer eleştiri ise, Pakistan toplumunda da Amerikan toplumunda da hemen hemen aynı davet yöntemlerinin uygulanmasıydı.

Her sınıftan insana açık olması, gündelik siyasetten ve şiddetten uzak durması devletin cemaate bakışını olumlu etkiliyor. Bu nedenle Lahor’un Rayvand semtindeki yıllık toplantılara en üst düzeyde devlet adamları da katılıyor. Yüzden fazla ülkede faaliyet gösteren Tebliğ Cemaati Pakistan ve Bangladeş’te yılda iki defa genel toplantı düzenliyor. Tongi İçtima adı verilen toplantılara yüzbinlerce insan katılıyor. Pakistan Tebliğ Cemaati’nin 1923 doğumlu emiri Hacı Muhammed Abdül Vahap hareketin yaşayan en eski üyesi.

PAKİSTAN’DAKİ İSMAİLİLER

İsmailîler Pakistan, Hindistan ve Doğu Afrika ülkeleri başta olmak üzere 25 ülkede yaşıyor. 25-30 milyon kadar mensubu olduğu tahmin edilen İsmailî toplumunun ruhani lideri ise “IV. Ağa Han” olarak anılan Kerim Şah Ali. Şiiliğin ikinci büyük kolu olan İsmailî mezhebine göre kutsal metinlerin dışsal ve içsel anlamları var.

Ayetlerin hakikatini bilme ve açıklama yetkisi ise Sevgili Peygamberimizin varisleri olduklarını düşündükleri İsmaili imamlara ait. Buna göre ayetlerin zahiri manalarının batıni manaya tevil edilmesiyle hakikate ulaşılabiliyor. Bu yüzden İsmaililer “batıniler” olarak da anılıyorlar. 10. asır başlarında kurulan ve 1171’de Selahaddin Eyyubi tarafından yıkılan Fatımi Devleti İsmaili mezhebine dayanıyordu. Fatımi halifeleri de kendilerini soyca İsmail ailesine dayandırıyordu.

Fatımi halifesi El-Muntansır’ın 1094 yılında vefat etmesinin ardından İsmaililer ikiye bölündü. Birinci grup imamet’in El Muntansır’ın büyük oğlu Nizar’ın, ikinci grup ise küçük oğul Mustali’nin hakkı olduğunu savundu. Fatımi veziri Efdal’in desteğiyle Mustali, kardeşi Nizar’ı ortadan kaldırdı.

İran’lı İsmailî şeflerinden Hasan Sabbah bu bölünmede nizar’dan yana taraf oldu. İran’ın kuzeyindeki Elburz dağlarındaki Alamut Kalesi’ni üs edinen Hasan Sabbah Nizariler’in en karizmatik lideriydi. Kartal yuvası olarak anılan sarp bir kayalık üzerine inşa edilen Alamut Kalesi daha çok siyasi suikastlere beşiklik etmesiyle ün kazandı.

Selçuklu veziri Nizamül-Mülk, Selçuklu Sultanı Davud, Abbasi halifeleri Mustarşid ve Raşid, Fatımi veziri El Efdal’in yanı sıra yüzlerce vali, komutan ve din adamı İsmaili fedailer tarafından öldürüldü. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi ise suikastten sağ kurtulanlar arasındaydı. Suikastçi fedailere haşhaş içirilmek suretiyle beyinlerinin yıkandığına dair söylenceler, grubun “haşhaşiler” olarak anılmasına neden oldu. Haşhaşiler batı literatürüne ise “suikastçiler” olarak girdi.

Hasan Sabbah’ın ölümü üzerine yerine Kaya Bizurg Ummid geçti. Nizarilere göre Bizurg Ummid Nizar’ın soyundan geliyor. Ummid’den sonra Alamut imamlığı babadan oğula geçmeye başladı. Alamut 1256’da Moğol ordusu tarafından kuşatıldı. Alamut’un son imamı Rükneddin, Moğol baskısına dayanamayarak teslim oldu. Ardından Alamut Kalesi teslim bayrağını çekti. Moğollar Alamut’ta taş üstünde taş bırakmadı. Moğolistan’a götürülen Rükneddin ve maiyeti kılıçtan geçirilerek öldürüldü.

Alamut ile bağları kesilen Suriye Nizarileri ise Memlük sultanı Baybars tarafından yenilgiye uğratıldı. Suriye Nizari Örgütü on yıl içinde sahneden çekildi. Böylece yaklaşık iki asır boyunca İran ve Suriye’yi kasıp kavuran Nizarî-İsmailî örgütü ortadan kalkmış oldu. Bu gelişmelerin sonucunda Nizariler İslam dünyasının bir çok bölgesine dağılmış olarak çoğu kez tasavvuf kisvesi altında varlıklarını sürdürdü. Alamut imamı Rükneddin’den sonra Nizari imamlığına, oğlu olduğu iddia edilen Şemseddin Muhammed getirildi.

Ruhani liderlik Şemseddin Muhammed’den sonra küçük oğlu Kasım Şah’a intikal etti. Nizarilere göre Ağa Han ailesinin soy ağacı Kasim Şah’lılara dayanıyor. Dördüncü Ağa Han, Hazreti Ali’ye kadar giden silsilede 49. imam olarak kabul ediliyor.

PAKİSTAN’DA TASAVVUF

Sekizinci yüzyılın başlarından itibaren İslam’ın etkisini güçlendirdiği Pakistan bölgesinde tasavvuf da benzer hızla yayıldı. Bölgenin Müslümanlaşmasında büyük bir katkısı olan tasavvuf özellikle 12. ve 13. yüzyıllarda Pakistan’da en parlak dönemini yaşadı. Delhi sultanlığının hüküm sürdüğü bölgede tasavvuf bölgenin en önemli dini hareketlerinden biri haline geldi.

Tasavvufun yayılmasıyla bölgede yetişen İbrahim bin Ethem, Şeyh Hakim Muinüddin Çişti ve Şakik El Belhi gibi meşhur şahsiyetler etkili oldu. Tasavvufun en tekili olduğ ülkelerin başında gelen Pakistan’da ön planda olan sekiz tarikat bulunuyor. Şazeliyye, Çiştiyye ve Nakşibendiyye bu tarikatların en yaygınları. Pakistan’da en önemli İslami akımlardan biri olan tasavvuf bölgede 1970’li yıllarar kadar etkinliğini devam ettirdi. Bu tarihten bölgede tasavvuf etkinliğini kaybetmeye başladı.

Afganistan cihadı için Pakistan’a gelen Araplar’ın bölgede yaydıkları Vahhabilik ve Selefilik, Pakistan’daki tasavvufi faaliyetlere balta vurdu. Ülkedeki medreselerin bir çoğunun Vahhabi ve Selefi görüşe sahip müderrislerin eline geçmesi nedeniyle Pakistan’da tasavvuf tehdit altında. Bu medreselerde tasavvufun İslam’da yeri olmadığını ve sufilere ait türbelerin şirk yerleri olduğu yönünde eğitimler veriliyor. Bu nedenle de sufilere ait türbeler ve dergahlar terör saldırılarına hedef oluyor.

Sadece 2005 ve 2009 yılları arasında Pakistan’daki sufilere ait yerlerde 29 ayrı terör saldırısı gerçekleştirildi ve bu saldırılarda 560’dan fazla kişi hayatını kaybetti. Bu saldırılar her geçen yıl artarak devam ediyor.

HİND HİLAFET HAREKETİ

İngiliz sömürgesi altında yaşayan Hind Müslümanlarına göre Osmanlı sultanı İslam aleminin birliğinin sembolü ve yegâne meşru halifesiydi. Bu nedenle Hindistan’da hutbeler son halife “Abdülmecid Efendi” dahil olmak üzere osmanlı halifeleri adına okundu. İngiliz hükümeti Hind Müslümanlara birinci dünya savaşından yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün ve halifenin otoritesinin muhafaza edileceği sözü vermişti.

İngilizler’in verdikleri sözde durmayacaklarını gösteren bir tutum izlemeleri Hind Müslümanları tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. 30 Ekim 1918’deki Mondros Ateşkes Sözleşmesi’nin ardından harekete geçen hintliler bir hilafet komitesi teşkil ettiler. Komitenin amacı Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak ve mukaddes yerlerin Osmanlı halifesi tarafından yönetilmesini sağlamaktı.

Hindistan Müslüman Birliği’nin yaptığı bir toplantıda alınan karar sonucunda 14 Kasım 1919’da Merkez Hilafet Komitesi teşkil edildi. Hilafet hareketine Hindu liderler de destek verdiler. Bu liderler arasında Mamatha Gandi ve Pandit Motilal Nehru da vardı. Osmanlı Hilafeti meselesi hem Şii ve Sünni Müslümanları, hem de Müslümanlarla Hinduları İngilizlere karşı birleştirdi.

Hint Hilafet Komitesi isteklerini bir bildiriyle ilan etti. Bildiride Hindistan Müslümanlarının Resulullah’ın halefi ve İslam’ın lideri olarak gördükleri Osmanlı sultanının manevi kişiliğine sarsılmaz bir sadakat ile bağlı oldukları vurgulandı. Hindistan hükümetinin resmi tarihçilerinden Sir Theodore Morison’un ifade ettiği gibi hilafet hareketi Hindistan’da bir halk hareketine dönüştü.

Hint Müslümanları 1919 yılında 17 Ekim gününü “Hilafet Günü” ilan ettiler. Gandi’nin de desteğiyle bu güne iştirak eden Hindular’ın katılımlarıyla muazzam bir gösteri sergilendi. Hilafet komitesinden bir heyet ise Hindistan genel valisine bir ültimatom vererek İngiliz hükümeti uyarıldı. 1 Şubat 1920’de Londra’ya giden bir heyet İngiliz hükümetiyle iki kez görüşerek hilafet komitesinin isteklerini yineledi. Heyet Avrupa’ya geçerek çeşitli devlet adamları nezdinde temaslarda bulunduktan sonra Bombay’a döndü.

Osmanlı devletini paramparça eden Sevr anlaşmasının duyulması Hindistan’da büyük bir öfkeye sebebiyet verdi. Komite üyesi Şevket Ali 19 Mart’ı yas günü ilan etti. Ardından iş grevleri başladı. Dükkanlar kapandı, öğrenciler okula gitmedi. Avrupa malları boykot edildi ve yerli askerler silahlarını bıraktılar. Hindistan’da hayat adeta durma noktasına geldi. Tepkiler yer yer çatışmalara dönüştü ve onlarca insan hayatını kaybetti.

Boykota destek veren Gandi İngiltere’nin Osmanlı politikasını sertçe eleştiren bir yazısından ötürü tutuklandı. Motilal Nehru, Jawaharlal Nehru, Ebu’l–Kelam Azad, Mevlana Muhammed Ali ve Şevket Ali Kardeşler de tutuklananlar arasındaydı. Hint Hilafet Hareketi, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının başlattığı Milli Mücadele’yi gönülden destekledi. 27 Aralık 1922’de gerçekleşen Hilafet Konferansı’nda Mustafa Kemal Paşa’ya “İslam’ın Kılıcı ve Hilafet Mücahidi” ünvanı verildi.

Bu arada Hint Müslümanlar Mustafa Kemal Paşa’ya teslim edilmek üzere yüklü miktarda parayı Ankara’ya gönderdi. Ancak durum Hint Müslümanları’nın arzu ettiği şekilde gelişmedi. 1924’te Büyük Millet Meclisi tarafından hilafete son verilmesi üzerine hilafet hareketinin Türkiye’ye olan ilgisi söndü. Hint Hilâfet Hareketi hedefine ulaşamamış olsa bile Osmanlı Devleti’nin en kritik bir döneminde sergilenen dayanışma, fedakarlık ve mücadele kalıcı izler bıraktı.

PAKİSTAN TALİBANI

7 Ekim 2001 yılında başlayan ABD’nin Afganistan işgali bölgede bir çok radikal grubun ortaya çıkmasına neden oldu. 2003 yılında NATO’nun da bu işgale katılması ile birlikte Afganistan ve Pakistan’da bir çok kişi bu işgale karşı çıkarak silahlı mücadeleye başladı. Pakistan’da ortaya çıkan bu grupların Aralık 2007’de biraraya gelmesiyle birlikte Pakistan Taliban’ı kuruldu. Beytullah Mesud, Pakistan’daki 13 grubu bir çatı altında toplamayı başaran Pakistan Talibanı’nın ilk lideri oldu. Bu yeni örgüt tarafından Ağustos 2008’de kapatıldı ve banka hesaplarına el koydu. Afganistan’daki Amerikan işgalinin devam etmesi ve Pakistan Talibanı’nın kalesi konumunda olan aşiretler bölgesindeki ABD insansız hava saldırıları örgütün radikalleşmesinde önemli bir paya sahip.

Taliban’ın kurucusu ve ilk lideri olan Beytullah Mesud Ağustos 2009’da ABD insansız hava aracı saldırısı sonucu öldürüldü. Örgütün yeni lideri Hakimullah Mesud oldu. Mesud önderliğindeki Pakistan Talibanı ülkedeki saldırılarını artırdı. Örgüt ilk ciddi saldırısını 2009 yılında Afganistan’ın Host şehrindeki CIA üssünde gerçekleştirdi. Ürdünlü bir doktor tarafından Çemen kampında gerçekleştirilen saldırıda 7’si ABD’li CIA ajanı, 10 kişi öldürüldü.

Saldırının sorumluluğunu Pakistan Talibanı üstlendi. Taliban lideri Hekimullah Mesud saldırının, örgütün öldürülen lideri Beytullah Mesud’un intikamını almak için yapıldığını söyledi. Bu saldırıdan sonra dikkatleri üzerine çeken Pakistan Talibanı Eylül 2010’da ABD tarafından terör örgütleri listesine alındı ve örgütün üst düzey yöneticilerinin başına ödüller konuldu. Hakimullah Mesud zamanında güçlenen örgüt özellikle Pakistan’da bir çok saldırı gerçekleştirdi.

Pakistan’ın ve ABD’nin bir numaralı hedefi haline gelen Hakimullah Mesud Kasım 2013’te ABD’nin insansız hava aracı saldırısı sonuccu öldürüldü. Hakimullah Mesud’un ölümünün ardından örgütün başına Molla Fazlullah getirildi. Navaz Şerif hükümeti göreve başladıktan sonra Pakistan Talibanı ile barış görüşmelerine hız verildi. İki taraf arasındaki ilk görüşme Şubat 2014’te gerçekleşti. Taliban temsilcileri ile Pakistanlı yetkililer biraraya geldi.

Mart 2014’te Kuzey Veziristan’da hükümet ve Taliban yetkilileri arasında ikinci bir görüşme gerçekleştirildi. Ancak her iki görüşmeden de bir sonuç çıkmadı. Nisan 2014’te Pakistan Talibanı, barış görüşmelerinden çekildiğini açıkladı. 2014 Haziran’ında Karaçi’deki Cinnah Uluslararası Havalimanına yapılan saldırının sorumluluğunu Pakistan Talibanı üstlendi.

Bu saldırı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Saldırıdan bir hafta sonra Pakistan ordusu Pakistan Talibanı’na karşı yapılmış en büyük operasyon oldu. Operasyonlar sonucunda Kuzey Veziristan’ın yüzde 90’ı Taliban’dan temizlendi. Operasyonlar sırasında 2760’tan fazla Taliban üyesi öldürülürken, 347 Pakistan güvenlik görevlisi de hayatını kaybetti.

Saldırılardan kaçan bir çok Taliban üyesinin Afganistan’ın Pakistan sınırına yerleştiği tahmin ediliyor. 930 binden fazla sivil ise Zarb’e Azb operasyonları nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bölgede operasyonlar halen devam ediyor. Ülkede az da olsa var olan barış umutlarını suya düşüren olay ise 17 Aralık 2014’te Peşaver’de yaşanan askeri lise baskını oldu. 134’ü öğrenci 150 kişinin öldüğü saldırının sorumluluğunu Pakistan Talibanı üstlendi.

Kaynak: Kuzey Haber Ajansı

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *