ABD’ye göç eden Osmanlılar’ın öyküsü

ABD’ye göç eden Osmanlılar’ın öyküsü

1870-1917 yılları arasında Amerika’ya göç eden 50 bini Müslüman 400 bin Osmanlı’nın öyküsü belgesel oldu.

Mesut Gengeç’in Harput’tan ABD’ye giden iki dedesinin öyküsü etrafında birleştirdiği hikaye, bilinmeyen çok önemli konuları açığa çıkarıyor. Az bilinen göç öyküsünü bugüne taşıyan Gengeç, “1900’lü yıllarda acıları zor koşulları ve vefayı anlatmak istedik ki bugünkü insanlar geçmişten ders alsın. Hep birlikte yaşama bakalım” diyor.

1870’li yıllarda “daha iyi şartlarda yaşama” umuduyla bir valizle yola çıkan Osmanlı vatandaşları hayatını vatan özlemiyle geçirdi.1870’li yıllarda “daha iyi şartlarda yaşama” umuduyla bir valizle yola çıkan Osmanlı vatandaşları hayatını vatan özlemiyle geçirdi.

Seray Şahinler Demir / Yeni Şafak

Dünya sinemasının en önemli isimlerinden “Amerika Amerika” filminin yönetmeni Elia Kazan’ın Kayseri’den ABD’ye göçen bir Rum ailenin çocuğu olduğunu biliyor muydunuz? Peki Pulitzer Ödüllü yazar William Saroyan’ın yine 1800’lerin sonunda ABD’ye giden Bitlisli bir aileye mensup olduğunu? Ya da bugün dünyanın en zengin ailelerinden Moris Şinasi ailesinin kökenlerinin Manisa’ya dayandığını… Bu isimler bilinenlerden sadece birkaçı. Fakat bir de adı hiç duyulmamış, öyküsü hiç bilinmeyen tam 400 bin Osmanlı vatandaşı var. 1800’lerin ortasında Trabzon’dan, Manisa’dan, Elazığ’dan, İzmir’den daha iyi bir gelecek umuduyla Amerika’ya göç eden 50 bini Müslüman 400 bin kişinin hikayesi…

İşte Anadolu’dan Amerika’ya yaşanan büyük göç “Uzun Yolculuk” adıyla belgesel oldu. “Ben Ömer”, “Mimar Sinan”, “Yusuf Kenan” gibi belgesellere imza atan ödüllü yönetmen Mesut Gengeç, bu kez aile serüveninden yola çıktı ve dile getirilmeyi bekleyen onlarca hikayenin peşinden ABD’ye uzandı. Resmi belgelere, arşiv kayıtlarına, özel röportajlara ve doku-dramaya dayanan belgesel izleyenleri pek bilmediğimiz şaşırtıcı, çoğu acı dolu öykülere tanık edecek. TRT Belgesel Yarışması’nda izleyiciyle buluşan belgeseli ve büyük göçe dair önemli noktalar üzerine Mesut Gengeç ile Seray Şahinler Demir’in röportajı:

Sizin kişisel hikayenizin bu belgesele ilham verdiğini biliyoruz. Nasıl yola çıktınız?

Benim iki dedem başta olmak üzere çok fazla akrabamız Bingöl’den Amerika’ya göç etmiş. Her zaman efsane olarak anlatılırdı bu hikayeler. Almancı diyoruz ya, bunlara da Amerikancı derlerdi… Bu öykülerden bir belgeseli yapma isteği hep vardı. Fakat artık son tanıklar yaşıyor. Babalarından, dedelerinden bu göçü dinleyen son tanıklar bunlar. Hepsi kaybolacak. Biz bu belgeseli çekerken bile 3 kişi bile vefat etti. Bunları göze alarak başladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle de belgeseli yaptık.

Aslında çok bilmediğimiz bir göç hikayesi bu. Fakat çok ciddi bir serüveni, hayat hikayelerini barındırıyor. Neden önemliydi bu konuyu anlatmak?

Tarihimizde göçler Almanya’ya gidişle başladı diye bilinir ama asıl büyük ve en ağır göç 1870’lerde başlayan ve Amerika’ya yapılan yolculuktur.

Bu tarihi göç Türkiye coğrafyasında hiç bilinmeyen bir olaydır. Konuşulduğu zaman ise sadece “Ermeniler’in göçü mü?” diye sorarlar. Halbuki topyekün bir süreç var. Osmanlı’dan 400 bin insan bu coğrafyaya gidip çalışmış. Bir kısmı dönmüş bir kısmı orada kalmış. Müslüman, Ermeni, Rum, Yahudi hepsi gitmiş. Bunlar Amerika’nın kurulmasında çok büyük emeği olan insanlar.

Bu coğrafyadan çok zorlu yolculuğa doğru yol almışlar. Yılları bulmuş: Harput’tan yaya olarak İstanbul’a yürümüşler, burada çalışmış, bilet parası biriktirmiş oradan gemiyle Marsilya’ya gitmişler. Buradan ABD’ye geçiyorlar. İngiltere’den gelen gemilere binenleri de görüyoruz. Bu gemilerden biri de Titanik’tir. Titanik Gemisi’nde ABD’ye giden 4 kişi var. Biz ise belgeselde doku-dramayı kullanarak hem olayı anlatıyor hem Hasan ve Hamit’in öyküsünü anlatıyoruz.


Belgeselin uyarlandığı “Harputlu Hasan” kitabının yazarı Bülent Günal, aynı zamanda belgeselin metin yazarlığı ve genel koordinatörlüğünü de üstleniyor. Proje sorumluluğunu Yılmaz Aydın’ın, yönetmen yardımcılığını Ceyhun Şenkal’ın yaptığı “Uzun Yolculuk”un müziklerinde ise birçok dizi ve filmin müziğini yapan Yıldıray Gürgen’in imzası yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü belgesel yapım desteğiyle çekilen 88 dakikalık belgeselin drama bölümlerinde Ali Sürmeli, Rıza Akın gibi ünlü oyuncular rol alıyor.

AĞIR ŞARTLARDA ÇALIŞMIŞLAR

Peki gidenler neler yaşamış, hangi işlerde çalışıyorlar, nasıl bir süreçten geçiyorlar?

Müslüman nüfus çok kapalı bir şekilde yaşamış. Çünkü hepsinde döneceğiz düşüncesi var. ‘İngilizce öğrenmeyeceğiz ve evlilik yapmayacağız’ diyorlar. Amaçları bir an önce para biriktirip dönmek. Müslüman Türk’ler mesela domuz eti yememelerinden dolayı Musevi’ler ile çok yakın olmuşlar ve alışverişlerini birlikte yapmışlar.Ama diğer etnik kökenli vatandaşlar daha kolay uyum sağlamışlar.

Ağırlıklı olarak Detroit, Boston, Clevlend’da, sektör olarak ise otomotiv, çelik fabrikaları, deri üretiminde çalıştıklarını görüyoruz. Sadece Ford’da çalışmış olan 7 bin Türk var. New York’ta olanlar da var. Fakat I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla Türk Amerikan ilişkilerinin bozulması ve orada yaşanan sıkıntılar nedeniyle dönüş süreci başlamış.

Peki dönemin siyasi atmosferi süreci nasıl etkilemiş? Çünkü I. Dünya Savaşı ile birlikte dengeler tamamen değişiyor. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı döneminde Türk ve Rumlar arasındaki gerginlik…

Evet. Kurtuluş Savaşı olunca ABD’deki bahar havası bitiyor. Birbirine çok yakın olan Anadolu’dan göç etmiş Rum ve Türk nufüs gerilmeye başlamış. Çünkü iki tarafın da aldığı haberler, telefonlar, gazetelerde gördükleri hiç iyi değil. Böyle olunca kavgalar başlamış. Polis raporlarında bunların kayıtlarını görüyoruz. Boston’daki yerel gazeteleri bulduk. O gazetelerde bu kavgaların fotoğrafları dahi mevcut. Sokaklarda gerginliklerin olduğunu, insanların da karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

Fakat bir dayanışma da söz konusu ilk gidenler arasında… Mesela Boston’daki Osmanlı Caddesi…

Evet, Türkler Boston’da kendi gettolarını yaratıyor. Orada fabrikaların yoğun olduğu yerde bir cadde var. Osmanlı Caddesi diyorlar. Burada Türk ve Rum kahveleri var. Hepsi bir arada yaşıyor, bu kahvehanelerde buluşuyor, sohbetler ediyor, kaynaşıyorlar. Şöyle bir detay da var. Herkesin çok iyi bildiği “Neden geldim İstanbul’a” türküsü aslında “Neden geldim Amerika’ya” şeklindedir. Ve Osmanlı Ermeni’si olan Ahilleas Pulos tarafından bir Türk kahvehanesinde kaydedilmiştir. Kayıtları internette de var.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte ABD’deki vatandaşların bir bölümü yurda dönmeye başlamış. Orada eğitim alanların, uzmanlık alanlarına göre yeni Cumhuriyete katkı sağlamak için kolları sıvadıklarını görüyoruz.

Tarihe çok önemli not düşecek bir dönemde, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Cumhuriyet’e de çok büyük bir emek vermişler. Burada önemli noktalar var.

Atatürk, Doktor Fuat Umay’a savaşta yetim kalanlar için il il dolaşarak yardım toplamasını söylüyor. O da Gülcemal Gemisi’yle yola koyuluyor ve yardım paraları topluyor. Bu paralardan birini ABD’de yaşayan biri veriyor. 10 bin dolar gibi büyük bir yardım yapmış.
Söylediği tek şey de şu: “Yetim ve öksüzler için bu parayı alın. Ben yıllardır ABD’de çalışıyorum, tek isteğim ülkeme dönünce bana iş bulmanız.” Bunlar çok etkileyici şeyler. Bu insanların o dönemdeki Verem Savaş Derneği’ne, Kızılay’a çok büyük katkıları var. Her eyaletten yardımların geldiğini görüyoruz. Keçiören’deki çocuk yuvası ABD’ye göç eden vatandaşların gönderdiği yardım paralarıyla yapılmıştır.

Bu belgesel hem bize hem bugüne ne söyler peki?

Göç 1870’de başlamış fakat 1917’den itibaren dönüşler yaşanıyor. Çünkü dünya savaşı başlayınca Akdeniz’de bombalamalar oluyor ve artık gidemiyorlar. Hatta annemin babası dönerken Marsilya’da mahsur kalıyor. Arkadaşlarıyla aç susuz Osmanlı konsolosluğuna gidiyorlar ve “Bize ekmek su verin. Burada rehin kaldık” diyorlar. Oradan aldıkları biletle de ülkeye dönüyorlar. Dönenlerin hepsinin hayat hikayelerinde çok büyük zorluklar var. Acılarla dönüyorlar, çoğunun eşi, anne-babası ya da çocukları ölmüş ya da kaybolmuş. Ya da eşleri başka biriyle evlenmiş. Yani çok büyük travmalar söz konusu.

Biz her belgeselde insan öykülerini çok önemsiyoruz. Bu coğrafya insanların çok zor şartlar altında sonuca ulaştıklarını, her evde bir hikayenin, acının, mutluluğun olduğunu görüyoruz. 40 yıl boyunca dinlediğim hikayelerle bu insanlara hayran kaldım. Hiç bilmedikleri coğrafyalara 1 yılı bulan yolculukla tehlikeyi göze alıp gidiyorlar. Bir yakınımız 12 yakınıyla yola çıkıyor, 12’si de yolda sıtmadan ölüyorlar. Sadece 1 kişi Amerika’ya varabiliyor. 1900’lü yıllarda acıları zorlu şartları ve vefayı anlatmak istedik ki bugünkü insanlar geçmişten ders alsın. Ve hep birlikte pozitif yaşama bakalım.

Dünyanın her yerinden ABD’ye gelen göçmenler önce Hudson Nehri’ndeki Elis Adası’nda sağlık ve zeka testlerine tabi tutuluyordu. Bazı göçmenler yeterince sağlıklı olmadığı gerekçesiyle ülkelerine geri gönderildi. İyileşme potansiyeli olan hastalar ise uzun süre karantina odalarında tutuldu. Elis Adası’ndaki bu tarihi bina artık bir müze… Göçmenlerin kişisel eşyaları, pasaportları ve resmi kayıtlarının büyük bölümü resimde gördüğünüz binada sergileniyor.

Sertel sayesinde eyaletlerde Müslüman mezarlığı kuruldu

Belgeselde çok önemli bir noktaya daha temas ediyorsunuz. Sosyolog ve gazeteci Sabiha Sertel sayesinde Amerika’daki eyaletlerde Müslüman mezarlıkları kurulmuş…

Mezarlık meselesi Türkler’in en önemli konularından. ABD’de çekim yapmak için bulduğumuz mezarlık, Doğan Uluç’un 1971’de Hürriyet Gazetesi’nde yaptığı haberde yer alan fotoğraftaki mezarlık. Ben o mezarlığı buldum. ABD’de yaşayanların çalışma şartları ve beslenmeden sonraki en büyük sorunu mezarlıktı. Cenazelerini defnedecek bir yer bulamamışlar. Çoğu Hıristiyan mezarlığına gömülmüş. Sabiha Sertel, hem araştırma yapmak hem oradaki işçilere sahip oldukları hakları anlatmak üzere ABD’ye gidiyor. Kahvehanelere konuk oluyor. Kötü şartlarda çalışan işçileri bilinçlendirmeye çalışıyor. Önceleri hiçbir karşılık alamıyor. Çünkü işçiler Sertel’e “Bizim cenazelerimizi defnedecek bir mezarlığımız bile yok, sen ne diyorsun” diye tepki gösteriyor. Sertel de bunun üzerine hemen harekete geçiyor. Belediyeden yetkililere ulaşıyor. Süreci başlatıyor ve şehir mezarlıklarının bir bölümü Müslüman Türkler’e ayrılıyor. NY, Detroit, Cleveland başta olmak üzere birçok yerde var. Ayrıca işçiler Sertel sayesinde bilinçleniyor ve haftalığı 5 dolar olan maaşlarını 40 dolara çıkarıyor.

Amerika’ya göç eden Osmanlı vatandaşları ağırlıklı olarak deri fabrikalarında, otomotiv sektöründe ve çelik sanayinde ağır şartlar altında çalıştırıldılar.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *