Trump yönetiminin DMO kararı ileri bir adım olsa da ABD’nin İran stratejisinin nihai amacı belirsizliğini koruyor. Bu kararın ardından ABD de İran da sürecin bir çatışmaya gitmemesi için ihtiyatlı davranacaktır.
ABD Devrim Muhafızlarını neden terör listesine aldı?
Dr. Serhan Afacan
ABD’de Trump yönetimi İran’ı sıkıştırmaya dönük hamlelerine bir yenisini ekleyerek Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) Yabancı Terör Örgütleri Listesi’ne aldı. Karar, birçok riskli boyutunun yanı sıra ortaya BM üyesi bir ülkenin diğer bir üyenin ordusunu topyekûn terör örgütü ilan etmesi gibi endişe verici bir görüntü çıkarması açısından dikkat çekici.
Her ne kadar bu aşamada henüz BM’yi doğrudan ilgilendiren bir durum bulunmasa da ABD’nin bu ve benzeri hamlelerinin orta ve uzun vadede bir çatışmaya neden olması, BM’nin etkinliğine ilişkin tartışmaları kızıştıracaktır. Karar kısa vadede ise birkaç soruyu gündeme getirmiştir: Bu durum ABD-İran hattını nasıl etkileyecektir? Kararın İran’ın ekonomisine ve iç dengelerine nasıl bir etkisi olur? Dış politika bağlamında, ABD’nin bu kararı sonrası İran’ın Suriye’deki konumu ve Avrupa ülkeleriyle ilişkileri hangi yöne evirilir?
Sabiteler ne kadar sabit?
ABD ile İran arasında yıllardır devam eden gergin ilişkiler ve DMO’nun bu bağlamdaki konumu, genelde iki temel sabite etrafında analiz edilir. Bunlardan ilki, gerilimin derecesinden bağımsız olarak, muhtemel vahim sonuçların farkında olan söz konusu iki ülkenin doğrudan sıcak bir çatışmaya girmeyeceğidir. Gerçekten de 1979’dan günümüze görev yapan yedi ABD başkanı arasında İran karşıtı en radikal adımların bazısına imza atan Trump dahi zaman zaman İran’la çatışmak istemediğini belirtme gereği duyuyor. Aynı şey İranlı yetkililer için de geçerli. Diğer sabite ise yıllardır çeşitli uluslararası baskılara maruz kalan DMO’nun bu baskıyla mücadele etmek ve labirent usulü yapılanmasıyla gerektiği noktada izini kaybettirmek konusunda deneyimli olduğudur. Nitekim DMO birçok alanda bu yaklaşımla yapılanmakta ve yer yer kendisiyle iltisaklı olduğu iddia edilen çeşitli silahlı yapılarla arasında organik bir bağ olduğunu reddetmektedir. Peki ama bu iki sabitenin de değişmeyeceği garanti mi?
Küresel gelişmeler ve Ortadoğu’daki nazik şartlar nedeniyle bu düzeyde bir gerilim öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir. Bir yandan İran’a karşı bu adımı atan ABD, diğer yandan İsrail’in saldırgan ve işgalci politikalarının önünü açmakta. Bölgede İran’ın en önemli devlet dışı ortağı konumundaki Hizbullah’ın terör örgütü olarak kabul edilmesi ve özellikle Suudi Arabistan’ın hem bu örgüte hem de İran’a büyük öfke besliyor olması ciddi riskler barındırıyor. Zira, Obama yönetimi zamanında ABD’yi İran’a saldırmaya ikna etmeye çalışan Suudilerin bu fikirden vazgeçmediği ortada. Benzer riskler DMO’nun bölgedeki varlığı için de geçerli. DMO’nun ekonomi ve dış operasyon yapılanmalarında, örtülü bir yol tercih ettiği biliniyor. Nitekim, özellikle İran’a karşı uygulanan ve genelde DMO bağlantılı özel ve tüzel kişileri hedef alan yaptırımlarda ABD’nin en çok zorlandığı konulardan biri, bu bağlantıyı ortaya çıkarmaktır. ABD, takip eden süreçte DMO’yu strateji değiştirmeye ve açığa çıkmaya zorlayacaktır. Şeffaf bir DMO’nun ABD karşısında daha temkinli bir tavır sergileyeceği aşikar.
Ekonomi ve iç politika
DMO, devrim meydana geldiğinde Şah döneminden kalma ordunun bulunduğu ülkede Ayetullah Humeyni’nin 22 Nisan 1979 tarihli talimatıyla kuruldu. Devrimin olağanüstü koşullarında ve İran-Irak savaşında ön cephede yer alan bu yeni ordu, savaştan sonra aksi yöndeki düşüncelere rağmen eski orduya entegre edilmeyerek müstakil kurumsal varlığını sürdürdü. Böylece, Ali Hameney’in Devrim Rehberi olduğu 1989 sonrasında DMO İran siyasetinde ve ekonomisinde “muhafız” görevi görerek gücünü artırdı. DMO’nun artan hegemonyası altında görev yapan dört cumhurbaşkanı da dönem dönem bu ordunun tasarruflarına itiraz ettiler. Özellikle, altı yıllık görev süresi boyunca mevcut Cumhurbaşkanı Ruhani ile DMO arasında önemli ihtilaflar yaşandı. ABD’nin kararının akabinde bu görüntü şeklen değişmiş görünüyor. Zira, gelinen noktada DMO’nun bir yandan ülke içindeki gücü artarken diğer yandan zayıflayacaktır.
16 Nisan Salı günü İran Parlamentosu’nda hazır bulunan 206 milletvekilinden 204’ünün evet oyuna karşı 2 ret oyuyla kabul edilen kanun tasarısı, bu sürecin ilk adımını teşkil ediyor. ABD’ye misillemede bulunmayı ve DMO’nun süreçten zarar görmesini engellemeyi amaçlayan on üç maddelik tasarının 5. Maddesi özellikle önemli. Bu maddeye göre hükümet, DMO ile işbirliği yaptığı için zarar gören yerli ve yabancı gerçek ya da tüzel kişilere hukuki, maddi ve manevi himaye sağlamakla yükümlüdür. Ne var ki bu kanun DMO’yu orta ve uzun vadede bekleyen sonu değiştirmeyecektir. Yıllar boyunca gücünü ülkedeki diğer herhangi bir yapıyla kıyas kabul etmeyecek ölçüde artıran DMO, mevcut yapılanmasıyla artık açık bir hedefe dönüşmüş ve ülkenin kaderini kendisininkine bağlamış bulunuyor. Nükleer teknoloji geliştiremeyen DMO, yürüttüğü balistik füze programıyla bu riski asgariye indirmeye çalışmakta. Diğer yandan, olağan koşullarda dahi yapısal ekonomik sorunlarla baş etmekte zorlanan İran’da DMO’nun elindeki orantısız ekonomik gücün şeffaf mekanizmalara havale edilmesi zorunlu görünüyor. Yürütme erkinin şimdi değilse de orta ya da uzun vadede bu fırsatı değerlendireceği kesin. Zira, İran’ın önünde DMO’nun elinde bulundurduğu siyasi ve ekonomik gücü daha da artırması ya da bunların önemli bir kısmından el çektirilmesi dışında bir alternatif bulunmadığı için bugünlerde İranlı yetkililerin tümünde gözlemlenen DMO ile dayanışma görüntüsünün kalıcı olması imkansız. Kuşkusuz bu geçiş vakit alacak, ABD kararının İran dış politikasına etkisi ise daha hızlı olacaktır. Bu noktada ise Suriye öne çıkıyor.
Suriye’de DMO var mı?
Temmuz 2015’de imzalanan nükleer anlaşmanın arifesinde ABD-İran ilişkilerinde bahar havası yaşanan koşullarda dahi Devrim Rehberi Hameney sürekli olarak ABD’ye güvenilmemesi konusunda uyarıda bulunuyordu. Bazı gözlemcilerin İran’ın katı ideolojik tutumunun yansıması olduğunu düşündüğü bu uyarı, esasen İran cenahında bir devlet politikasının işaretiydi. Obama yönetiminin kendisine alan açtığını gören İran bunu kullanmaktan geri durmamışsa da şartların aleyhine dönebileceğini dikkate alarak açık vermekten de kaçınmıştı. Öyle ki DMO’nun Suriye’deki varlığı uzun süre herkesin bildiği bir sır olarak kaldı, ki bu hâlâ geçerli. Diğer bir ifadeyle, resmî İran makamlarına göre Şam rejimine sağlanan sınırlı askeri danışmanlık dışında İran’ın, dolayısıyla DMO’nun, bu ülkede bir varlığı bulunmuyor ve İsrail’in zaman zaman DMO güçlerini ortadan kaldırdığı iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Nitekim DMO Genel Komutanı Muhammed Ali Caferi, mart ayında verdiği bir röportajda bu tezi tekrar etti ve yaklaşık yüz bin kadar “halk gücünü” Suriye’de ve yine bir o kadarını da Irak’ta “organize” ettiklerini ve yaptıklarının tecrübe aktarımı olduğunu savundu. Dolayısıyla, ABD kararının sahada İran aleyhinde somut yansımaları olması durumunda dahi İran’ın bu tutumunu sürdüreceği açık. İran’ın Suriye krizinin çözümü için müzakere sürecine girdiği Rusya ve Türkiye’yi ise aynı tezlere inandırması imkansız.
ABD’nin yaptırım kararında olduğu gibi bu yeni kararında da sergilediği tek taraflı ve baskıcı tutumu eleştiren Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun şu ifadeleri Türkiye’nin bu husustaki konumunu özetlemektedir:
“Biz Suriye’de Devrim Muhafızları’nın yaptıklarını desteklemiyoruz, hatta bunlara karşı da çıktık. Diğer taraftan İran’la Astana formatında Rusya ile beraber siyasi çözüm için çok çaba sarf ettik. Ama sahadaki gelişmeleri geçmişten bu yana kabul etmediğimizi de açıkça söyledik. Fakat bu, bir ülkenin ordusunu terör örgütü ilan etmeyi gerektirmez. Bu tür kararlar bölgemizde istikrarsızlığa yol açar.”
Burada verilen mesaj, Türkiye’nin çözüm ortağı olan İran’ın istikrarını önemsediği ancak DMO’nun bazı eylemlerini Suriye’deki çözümün önünde engel olarak gördüğüdür. Rusya da benzer bir pozisyonda. Suriye’de son dönemlerde Rusya ile İran arasında iplerin gerilmesi de bundan kaynaklanıyor. Bu nedenle, İran’ın ABD’ye karşı hamle olarak Suriye’deki askeri varlığını takviye etmesi olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunun yerine İran, Türkiye ve Rusya ile önemli bir aşamaya gelen işbirliğinin somut sonuçlar vermesini önceleyecektir.
Zarif’in Şam ve Ankara ziyaretleri
İran Dışişleri Bakanı Zarif’in 16 ve 17 Nisan’da sırasıyla Şam ve Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyaretler İran’ın krizin çözümü için diplomatik süreci hızlandırmak istediğini gösteriyor. Zarif’in Türk yetkililerle Şam arasında arabuluculuk yapmaya çalıştığı bir sır değil ve peş peşe gelen bu ziyaretlerde net mesajlar taşıyor olması muhtemel. İran, ABD ile Türkiye arasında PYD-YPG ve S-400 konuları nedeniyle açılan mesafeyi kullanarak Türkiye’yi Esed kontrolündeki bir Suriye projesine ikna etmeye çalışacaktır ki Türkiye’nin bu fikre artık çok soğuk bakmadığı biliniyor. İran’ın Astana sürecinde uzun süredir dillendirdiği çözüm önerisi bu olsa da mevcut konjonktür iki ülkeyi daha da yakınlaştırabilir. İran şayet Türkiye’nin PYD-YPG konusunda elini güçlendirecek adımlar atmasına destek verirse, Suriye’deki çözüm süreci kısa süre içinde ivme kazanacaktır. Krizin sürmesinin İran için risk barındırdığını bilen Türkiye de bu ülkeden hem Suriye’nin kuzeyinde hem de Kandil’de PKK-YPG terörüne karşı daha kararlı bir duruş bekleyecektir.
Ancak kuşkusuz İran’ın yegane dış politika gündemi ve ABD kararının etki edeceği tek alan Suriye değildir. Bilakis, ABD’nin Mayıs 2018’de çekilmesinin ardından nükleer anlaşmayı ayakta tutmak için İran’ın Avrupa ülkeleriyle girdiği yoğun pazarlık süreci de bu karardan etkilenecektir.
İran’ın Avrupa’dan beklentileri gerçekçi mi?
ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin ardından İran’ın, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın başını çektiği Avrupa ülkelerinden temel beklentisinin anlaşma imzalanırken verilen ekonomik sözlerin tutulması olduğu sıkça dillendirilirse de kuşkusuz konu bundan ibaret değil. Şayet konu yalnızca ekonomi olsaydı, geride kalan yaklaşık bir yıla yakın sürede bu doğrultuda etkin bir adım atamayan Avrupa karşısında İran’ın farklı bir politika takip etmesi beklenirdi. Ne var ki öyle olmadı. Zira Trump yönetiminin eğilimlerini öngören İranlı yetkililer başlangıçtan beri Avrupa’nın siyasi desteğinin faydalarının ya da Avrupa’nın siyasi karşıtlığının getireceği zararların farkındaydılar. Dolayısıyla, ABD’nin artan baskısı İran’ı Avrupa’ya daha da bağımlı hale getirecektir. Avrupa cenahının ABD kararına çok güçlü tepki vermemesinin ardında da bu yatıyor. Söz konusu Avrupa devletlerinin nükleer anlaşmanın korunmasından yana olmakla beraber DMO’nun balistik füze denemelerinden rahatsızlık duyduğu biliniyor. Bu devletler, mevcut konjonktürü İran’ı baskılamak ve İran’ın ulusal güvenliğinin hayati bir parçası olarak gördüğü için müzakere konusu yapmayı reddettiği füze programını masaya yatırmak isteyecektir. Füze merkezli bir müzakere sürecinin ABD ile İran arasında gelecekte oluşacak zemin için köprü olarak kullanılması da olası. Ayrıca, İran-Avrupa ekonomik ilişkilerinin sürebilmesi için ABD yaptırımlarının etrafından dolaşacak ve etkinlik açısından İran’ın daha az işine gelecek şekilde kurgulanan yol haritası tekrar gündeme gelecektir. İran, Ortadoğu politikasında da Avrupalı muhataplarının pozisyonunu daha fazla dikkate almak durumunda kalacaktır.
Trump yönetiminin DMO kararı büyük bir adım olsa da ABD’nin İran stratejisinin nihai amacı belirsizliğini koruyor. Bu kararın ardından ABD de İran da sürecin bir çatışmaya gitmemesi için ihtiyatlı davranacaktır. Mevcut ABD yönetimi en yüksek düzeyde baskı uygulayarak masaya oturtmaya çalıştığı İran’ın ayak diremesi durumunda yaptırımların siyasi ve ekonomik sonuçlarına uzun süre katlanamayacağını düşünüyor. İşte ABD tam da bu nedenle ve baskıyı azami düzeye çıkarmak için DMO’yu terör listesine aldı. Bu öngörünün yanlış olduğunu savunmak oldukça zor olsa da ABD’nin Ortadoğu’ya yaklaşımının tahripkar olduğu bariz. Bu nedenle, Ruhani hükümeti mevcut koşullarda diplomatik kanalların etkisini artırarak baskıyı azaltmak isteyecektir. DMO komutanları birkaç yıldır hükümeti, hayati bir süreçten geçen İran’ı tavizler vermek suretiyle zaafa uğratmakla eleştiriyordu. Ne var ki, gelinen nokta DMO’nun ülkeye zarar vermeye başladığını gösteriyor. İran’ı orta ve uzun vadede bekleyen en büyük zorluk belki de bu yapıyı reforme etmek olacaktır. Kısa vadede ise ABD’nin DMO adımını neden attığından bağımsız olarak Ruhani hükümeti krizi avantaja çevirmek isteyecektir. Bu uğurdaki adımların başarı derecesi bölgedeki birçok krizin gidişatını da etkileyecektir.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Serhan Afacan, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) genel yayın yönetmenidir]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *