Dergiler düşünsel ve de edebi anlamda tutunma aygıtlarıdır. Kişi sadece derginin sayfalarına tutunmakla kalmaz aynı zamanda aynı dergide yazan kişilere de tutunarak güç kazanmaya çalışır. Bu anlamıyla dergiler cemaat halkaları gibidir. Hüseyin Akın, Dünya Bizim için yazdı.
Çıkarı olan mı dergi çıkarır?
Hüseyin Akın
Hayatımın en verimli çağları dergilerin peşinde geçti. Daha ortaokul sıralarındayken başta Salata olmak üzere mizah dergileriyle başlayan tutkum zamanın Tevhit, Şura, Sebil, Mektep, Seriye, Vahdet, Düşünce, Tohum, Diriliş ve Hareket dergileriyle ilk gençlik yıllarıma dek hız kazandı. Lise 1. sınıftan itibaren Türk Edebiyatı ve Mavera arasında gidip geldim. Herkesin yüzmek için sahil boylarına akın ettiği Ağustos ayının kavurucu sıcağında ayaklarımın beni götürdüğü yer aynıydı: Meşhur Sahaflar Çarşısını dolaşarak karar kıldığım Beyazıt Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı! Bu çarşıyı, her gidişimde, saatlerce turlardım. Enderun, Dersaadet, Demir, Pamuk, Hikmet, Çağrı, Tebliğ, Sinan, Burak, Aydın, Akçağ, Berekat, Çelik, Talaslı, Pamuk, Çile, Pınar, Şamil, Diriliş ve Tohum… gibi yayınevleri hep bir arada daimî bir kitap fuarını andırıyordu. Ben en çok Pınar ve Tohum ve Enderun yayınevlerine uğrardım. İsmet Özel’i ilk gördüğüm, kitap imzalattığım yer Beyaz Saray’ın hemen merdiven altında bulunan Tohum yayınlarıydı. Aynı zamanda İmam Hatip mezunlar derneğinin dergisinin irtibat yeri olan bu yayınevinde İsmet Özel’e ‘Şiir Okuma Kılavuzu’ kitabını imzalatmıştım. Bu imzayı hâlâ muhafaza ederim. Enderun kitabevi aynı zamanda ciddi sohbetlerin yapıldığı bir yerdi. İçerisi dolu olduğu için çoğunlukla cesaret edip giremezdim.
Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı denilince bir deKâmil Eşfak Berki ismi gelir aklıma. Yanılmıyorsam Sezai Karakoç ağırlıklı kitapların sergilendiği Aydın yayınlarıyla Pınar yayınları arasında bir yerde dükkânı vardı. 12 Eylül İhtilalinden sonra kitap alıp okumakta ısrar edişimiz başımıza işler de açmış, birkaç gece 2. Şube’ye misafir edilmiştik. Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’ndan kitap alıp Ankara Caddesi üzerinden arkadaşımla yürüyerek Eminönü’ne inerken polis kırmızı ışıkta bizi durdurup kitaplarımızı suç addedip bizi Sirkeci’deki 2. Şube denilen yere götürmüştü. Çantamızdaki kitaplar: İbn-i Fazlan Seyahatnamesi, Mülteka Tercümesi– Ahmet Davutoğlu (Siyasetçi olmayan, İslam bilgini olan), ‘Gençler İşte Davanız’ Abdullah Ülvan ve ‘Tek Çare İslami Çözüm’, Yusuf Kardavi.
“Beyaz Saray akademisini bitirdim”
Liseyi bitirmeden Beyaz Saray akademisini bitirdim diyebilirim. Fakülte yıllarım kitap mekanlarımın yanı sıra kitap ve yazar çeşitlerinin arttığı, değiştiği, birçok dergiyi bir anda okuduğum yıllar oldu. Bunlar saymakla bitmez. Aylık Dergi, Mavera, Türk Edebiyatı,İktibas, Kelime, Kriter, Yönelişler, Kayıtlar, İzlenim bunlardan bazılarıdır. Şimdi kütüphanemdeki dergilere bakıyorum da yıllarıma acısam mı sevinsem mi işin içinden çıkamıyorum. Her kapaktan, her kâğıttan ve her ebattan yüzlerce dergi kütüphanemin kitap alanlarını istila etmiş. Sayfalarının arasında yılların tozu var. ‘Ne çok dergi varmış dünyada’ diyorum. ‘Ne çok acı ne çok dert varmış’ der gibi. Örneğin ‘Girişim’ dergilerine bakıyorum, ‘İmza’ dergisi önümde düşünceye dalıyorum, ‘Yörünge’ dergisi, ‘Bilgi ve Hikmet, Değişim, Bilgi ve Düşünce, ‘Ülke’ dergileri zaman alevine teslim olmuşçasına tutuşuyor gözlerimin önünde. Haksöz; Ümran, Gerçek Hayat ve benzerleri… uslu başlı dergiler zümresine dahil olmuşlar. Söz dinliyorlar, proje üretiyorlar, özel ve de uzak dosyalar hazırlıyorlar.
Konferans, panel ve sempozyumların dinleyicileri yok ki bu dergilerin okuyucuları olsun. Kitapçılarda tam kapıdan içeri girdiğinizde ilk göze çarpan yerlerdedir genelde dergiler ve dergi sergenleri. Son zamanlarda bu biraz değişti galiba. Artık kitapçıların en ayağa dolaşmayan sapha bir köşesinde yer alıyor dergiler. Çoğunun başları aşağı düşmüş, saçları dağılmış ve kulakları çekilmiş gibi sağa sola kaykılmış gibiler. Dik duran dergiye rastlamak zor. Manavda sıkılıp bırakılan domateslere benziyorlar. Önüne gelen elleyip elleyip bırakıyor. Mustafa Kutlu her defasında yanına gelenlere boşuna söylemiyor ‘dergicilik bitti, dergi çıkarmanın anlamı kalmadı’ diye. İçinde bulunduğumuz durum Turgut Özal’la başlayıp günümüze dek uzanan değerler aşınmasının bir hasılası. ‘Ah, öyle vakti yok insanların ince şeyleri düşünmeye’ dememiş miydi Gülten Akın. Bu ince şeylerin arasında birkaç sayfadan oluşan dergiler de var. Sermaye dergilerini hiç saymıyorum. Zira her muhafazakâr kârını muhafaza edemez hale gelince kepenkleri kapatır. Sermayenin dergisi de vergisi de olmaz.
Dergiler cemaat halkaları gibidir
Dergi okumalarla geçen ömrüm bana ne kazandırdı? Kütüphanemin raflarında kocaman bir soru işaretinden başka bir şey göremiyorum. Sanki dört tarafı açık bir odada soba yakıyormuşsun da bu halde ısınmayı umuyormuşsun gibi. Dergiler düşünsel ve de edebi anlamda tutunma aygıtlarıdır. Kişi sadece derginin sayfalarına tutunmakla kalmaz aynı zamanda aynı dergide yazan kişilere de tutunarak güç kazanmaya çalışır. Bu anlamıyla dergiler cemaat halkaları gibidir. Her ne kadar farklı simalar, renler, dekorlar bulunsa da kapakta her sayı aynı kişi vardır. Siyasetle en çok meselesi olan dergi editörlerinin birer birer siyasetçi haline gelmesini ne ile izah etmek lazım acaba? Özlemini duydukları dünyayı yerden yere vurarak ona doğru bir çağrı oluşturma biçimi midir bu?
Bu kadar dergi yığınını okumakla kalmadım yine ömrümün en verimli yıllarını dergi çıkarmakla geçirdim. Sayıları onu bulan bu dergilerin adını bile anmak istemiyorum. İki insanın dergi üzere bir araya geldiği bir ortamda fıtratların nasıl bozulduğuna şahit oldum. Her şeyi gördüm, içim rahat! Ben bir bakkal, bir şarküteri, bir tuhafiye bir manifaturaya ortak olan kişilerin arasında ticari anlaşmazlıklar olur sanmıştım hep. Meğerse kültür-sanat-edebiyat birlikteliklerinde herhangi bir ticari ortaklıkta olmadığı kadar yoğun anlaşmazlıklar, tecimsel kavgalar olabiliyormuş. Bunu görmek beni çok büyük hayal kırıklıklarına uğrattı. Ne bileyim o günden beri dergi çıkarma üzere bir araya gelmiş olan insanların birlikteliği beni hep kaygılandırmıştır. Mustafa Kutlu’nun ‘Dergi bitti!’ derken söylemek istediği şey acaba burada mı gizliydi. Tekke ve zaviyelerin amacından sapması, medreselerin bozulması, tarikatların çok ortaklı şirketlere dönüşmesine benzer bir ruh bozumu muydu dergiler için söylenen şey.
Dergilerin ruh iklimi bozuldu, varoluş amacından uzaklaşıldı, mektep misyonu ortadan kalktı. Bu sebepten gündem oluşturmaktan hızla uzaklaşıyor dergiler. Şayet sermaye iteklemesi olmazsa, son on-on beş yıl içinde dergilerin (özellikle edebiyat dergilerinin) hiçbiri kalmayacaktır. Kâğıda zamdan önce hevesi pahalandırdılar, doları dalgalandırmadan önce okumayı, yazmayı ve düşünmeyi dalgaya aldılar. Yazarlık konusu olan şeyler pazarlık konusu haline geldi. Değerler ve duyarlıklar serbest piyasa ekonomisinin bir parçasıdır şimdi. Üç kişinin bir araya gelip devlet kurduğu dönemlerden üç kişinin bir araya gelip dergi çıkardığı dönemlere geldik. Bu da geldi geçti. Şimdilerde üç kişiyi bir araya getirmek için dernekler kuruluyor, vakıflar dur durak bilmiyor. Lakin heyhat! Varsıl bireyciliğimiz yoksul birlikteliğimize çoktan galebe çalmış bile!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *