İslamcı dergilerde 80 sonrası değişim

İslamcı dergilerde 80 sonrası değişim

1980 ihtilaliyle birlikte İslamcı dergilerde yaşanan değişim, ele alınan ana konular, İran devriminin etkileri ve entelektüel derinlik. İLEM proje danışmanı Vahdettin Işık yorumladı.

İslamcı dergilerde 80 sonrası değişim: Üstadların yerini söylemler aldı

İLEM’in İslamcı dergilerin dijital ortama yüklenmesi projesinin son aşaması olan 1980 sonrasında neredeyse sona gelindi. Projenin danışmanı Vahdettin Işık’la o dönem İslamcıların ilgi ve tartışmalarına yönelik gözlemlerini konuştuk. Dönemin İslamcı dergilerinde, dolayısıyla İslamcıların gündeminde Kürt sorunundan, ekonomiye kadar toplumu ilgilendiren her konu farklı yönleriyle ele alınıyor. Darbeler, Yeni Dünya Düzeni, sistem içi-sistem dışılık, İslam deizmi, yeni sağcılık, İslamcılık bitti-bitiyor tartışmaları ise her dönemin konu başlıkları. 80 sonrasında İslamcı dergilerde çeşitlilik artarken, şair ve edebiyatçıların çıkarttığı üstad dergilerinden, önce cemaat, sonra ise söylem dergilerine doğru bir geçiş yaşanıyor.

Sevda Dursun

-İslamcı dergilerden yola çıkarak 80 sonrasında İslamcılık anlayışında nasıl bir değişim gözlemlediniz?

Osmanlı döneminde yayınlanan İslamcı dergilerle Cumhuriyet sonrası yayınlanan dergiler arasında önemli bir fark gözleniyor. Osmanlı döneminde küresel bir güç var. Ve siz bu küresel meydan okuma karşısında yine küresel bir paradigmayla cevap arayışı içine giriyor, kavramları, kurumları her şeyi tartışıyorsunuz. Cumhuriyetle birlikte “ulus devlet” anlayışı sadece bir coğrafi sınırlama getirmedi, aynı zamanda gündemleri, kavramları sınırladı ve baskıladı. Bu yüzden 80 öncesinde gittikçe daralan bir dil, gündem ve kavram sığlaşması vardı. 80 sonrasındaki benzerlik ise, o dönemin genel küresel konsepti içinde Türkiye’nin konumu ve yeri neyse, ona göre oluşturduğu siyaset olumlu ya da olumsuz anlamda doğrudan doğruya dergilere yansıyor. Bu anlamda 80 sonrasında bir yenilenme var, çünkü bir askeri ihtilal olmuş, Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak küresel konsept içerisinde büyük ölçüde piyasa ekonomisine, liberal sisteme uyum sağlanması hedefleniyordu. Bu durum İslamcı dergilerin diline de yansıdı. Önceki dönemlere göre en bariz farkı ise, çeşitlenme diğer dönemlerle kıyaslanamayacak kadar arttı.

– 1980 ihtilaliyle birlikte İslamcı dergilerde içe kapanma yaşanmadı mı? Bu anlamda çeşitliliği tetikleyen şey ne oldu?

Kapanma değil de dil değişmesi var. Aklınıza gelebilecek bütün ekollerin, bütün söylemlerin dergisi olmaya başladı. Söylemde, sayıda, tarzda çeşitlilik arttı. Tabii ki ihtilalin getirdiği baskıcı tutumla iç gündeminizi rahatlıkla konuşamayıp dolaylı bir dil geliştiriyorsunuz. Mesela Afganistan cihadını, İran İslam Devrimi’ni konuşurken, Türkiye’deki gündeminizi de bunların üzerinden yorumluyorsunuz.

İran devrimi umut aşıladı

-İslamcı camia açısından o dönemin en önemli olayıydı İran İslam Devrimi. İslamcı dergilere yansıması nasıl oldu?

Birkaç şekilde yansıması oldu. En önemlisi “biz de yapabiliriz” şeklinde umut aşıladı. “Dinin tarihe ve topluma yeniden dönüşü” yazı başlığıyla bir yazı yazıldı mesela. Şu anda mezhep tartışmaları daha fazla belirleyici. O dönemde İran’ın Şii bir ülke olduğu, Türkiye’yle bölgesel dengelerdeki rekabetlerinin olduğu bilindiği halde esas mesele olarak algılanmıyordu. Emperyalizme karşı bir başarı vardı ve bu kitleler nezdinde sempatiyle karşılandı. İslami camiadaki entelektüellerin büyük kısmı bu devrime sahip çıktı. Devrimin küresel sistem içerisindeki İslami dilin yükselişine katkısını ıskalayarak, dar anlamıyla mezhepçilik yapan, İran’a biat eden dergiler de oldu. Söylem olarak etkilese bile mezhepçi bir yaygınlaşma olmadı.

-Radikalizmin İslamcı camia arasında yer edinmesinin sebebi de İran Devrimi mi oldu?

Radikalizm İran Devrimi’yle başlamadı ama devrimle birlikte çok yükseldi. Yetmişlerin ikinci yarısında, Şura, Tevhid, Hicret gibi dergiler, İslamcı camiadaki ana söylemleri çok derinden etkilemiştir. Ömer Rıza Doğrul 1947’de Selamet dergisinde İslami hareketlerin öncülerinin metinlerini çevirmekle bu tohumu atar. 1950’li yılların başlarında da İslam dergisi aynı çizgiyi sürdürür. Ardından Hilal dergisi İhvanı Müslim, Cemaati İslami gibi hareketlerin birikimlerini Türkiye’ye akıtmaya başlıyor. İslami yayıncılık ve onun oluşumunda katkıda bulunan Seyid Kutup, Hasan el Benna, Mevdudi ve Muhammed Kutup gibi İslam alimleri Türkiye’ye Hilal dergisiyle giriyor. Nurcu gelenekten gelen Salih Özcan, “O günlerde yeni açılan İmam Hatip Okullarından yetişen gençler yeni bir bina yapacaklardı, ama malzemeleri yoktu. Onların ufkunu açacak, onlara malzeme olacak yeni kitaplar ve yeni yorumlar lazımdı. Ve bir gece tüm İslam ülkelerinde yaşayan İslam alimlerinin eserlerini çevirtip, Türkiye’de yayınlamaya karar verdim. Böylece onlara yapacakları bina için malzeme sağlamış olacaktım. Sanırım bunda da başarılı oldum” diyor.

Bu dergilerin çevirileriyle yetişen bir kuşak var, o kuşak yetmişlerde sadece okuyucu değil, yazarlar da aynı zamanda. Ve o yazarlar, Şura, Tevhid, Hicret, Düşünce dergisi gibi dergiler çıkartıyor. Henüz İran’da devrim olmamış. Bu dergilerin en önemli özellikleri; entelektüel ilgileri var, Türkiye dışındaki İslamcı birikimle irtibatları var, modern sosyal bilimlerin diline daha yatkınlar, ama çok gençler. Çok genç olmanın getirdiği bütün keskinlikleri var. Bunu besleyen şeyler de o süreçte oluşmuş; İran’da İslam Devrimi olmuş, Afganistan işgal edilmiş, müthiş bir direniş var, Mısır’da Enver Sedat öldürülmüş, Türkiye’de, Pakistan’da ihtilal olmuş. İslam dünyasının tüm büyük ülkelerinde ya işgal ya devrim veya darbe var. İslami hareketlerden haberdarlar. Her gün sanki Afganistan’da yaşıyormuşuz gibi haberler yapılıyordu.

Entelektüel ilgiler öne çıkıyor

– 1980’den sonra İslamcı dergilerde, dolayısıyla İslamcılar arasındaki tartışma konuları, yazı başlıkları nelerdi?

Türkiye’nin küresel sistemle kurduğu ilişkilerde güttüğü ana siyasal çerçeve, İslamcı dergilerdeki dili ya karşıtlık üzerinden ya taraftarlık anlamıyla muhakkak etkiliyor. Bu dil de aynı zamanda devletin siyasetini etkilemeye başlıyor. O zamanlar AET (şu anda Avrupa Birliği)-Türkiye ilişkileri yoğun olarak tartışılırdı. Başlangıçta muhalif bir dil kullanılarak yapılan tartışmalar, 90’ların ikinci yarısından sonra çeşitleniyor. Türkiye’nin AET’ye girmesinin Müslüman camianın devlet tarafından baskılanmasını aşmak için bir imkan olabileceği konuşulmaya başlıyor.
80 darbesinden sonra daha çok kavramlar öne çıkıyor; Kuran ve sünneti anlama biçimi, Topluma bakışımız, Siyaseti nasıl anlamak lazım gibi daha usuli, daha entelektüel ilgiler oluyor. Çünkü örgütlü yapılar tasfiye edilmiş. O örgütlü yapılar aracılığıyla toplumda öncülük edenlerin önemli bir kısmı ya yurt dışına kaçmış ya hapse düşmüş ya da kontrollü olarak toplumla ilişki kurma zeminleri zayıflamış.

İslamizasyon politikaları (Ilımlı İslam) en çok tartışılan konulardan birisi. İran İslam Devrimi Lideri İmam Humeyni’nin kavramıyla “Amerikancı İslam”. O dönemde FETÖ’nün organize ettiği Abant Platformu’nun İslamizasyon politikalarına katkıda bulunduğu, İslam’ı ana mecrasından saptırdığı tartışmaları radikal İslamcı çevrelerde yoğun olarak var.

-Sistem içi ve sistem dışılık tartışmaları da İslamcıların yoğun gündem maddelerindendi. Bu tartışmayı açabilir misiniz?

Demokrasiyle İslam uzlaşabilir mi, oy vermek, siyasal mücadele yürütmek doğru bir yöntem mi gibi tartışmalar o dönemin başlıklarındandı. Çünkü İslamcı çevrelerde MNP ile başlayıp, MSP ve Refah Partisi gibi pratikler yaşanıyor. Geniş bir kitle partili mücadeleye taraf oluyor, ancak entelektüel genç bir kitle de bu yaklaşımı olumsuz karşılıyor. Doksanlı yılların ikinci yarısına geldiğimizdeyse, sistem dışılık savunuculuğun bizi farkında olmaksızın illegalize ettiğini, sığlaştırdığını, toplumla ilişkilerimizi zayıflattığını, entelektüelliğimizi kısırlaştırdığını söyleyen dil güçlenmeye başlıyor. Sisteme katılmak, kurumlarla, demokrasiyle irtibat kurmak bizi yozlaştırır diyenler, aslında böyle yapınca toplumla da ilişki kuramadıklarını fark ettiler.

Kürt sorununa İslamcıların bakışı

-Kürt sorunu ve 28 Şubat dönemine damgasını vuran faili meçhuller var bir de… İslamcı dergilerin Kürt sorununa bakışı nasıldı?

İslamcı dergilerde hiç değişmeyen gündemlerden bir tanesiydi Kürt sorunu. İlk dönemler, devletin inkârcı, ulusçu, din karşıtı politikalarının bu sorunu doğurduğu söylenmeye başlıyor. Müslümanların bu konuyla daha yoğun ilgilenmeleri gerektiği konuşuluyor. Çalıştaylar, sempozyumlar düzenleniyor. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte tartışmalar daha da alevleniyor. PKK’nın gittikçe artan eylemleri bölgedeki İslami camiaları, cemaatlerin varlığını tasfiye etmeye başlıyor. O dönemin önemli başlıklarından birisi de gözaltı ve işkenceler, kayıplar, faili meçhul cinayetler. 12 Eylül döneminde sol yapıların, belli ölçüde ülkücü hareketin işkence gördüğü konuşulurdu. İslamcı hareketin o dönemde çok fazla mağdur olmadığı yönünde bir algı var. Gittikçe artan oranda devlet İslamcıları gözaltına alınca, işkence tartışmaları, hapishanedeki Müslümanlar ve İslamcıların bu konulardaki tutumu tartışmaları gündeme geliyor.

-Zannedersem her dönemde bir “Yeni Dünya Düzeni” tartışması yürüyor. Çift kutuplu dünyadan, tek kutuplu dünyaya geçiş aşamasındaki Yeni Dünya Düzeni tartışmaları İslamcı dergilere nasıl yansıdı?

Büyük bir başlık olarak Yeni Dünya Düzeni tartışması 94’ten sonra giriyor dergilere. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu olan dünya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla gittikçe tek kutuplu olduğuna dair bir algı var. Büyük Ortadoğu tartışmaları da bu Yeni Dünya Düzeninin Ortadoğu’ya yansıması olarak algılanıyor. Piyasa ekonomisine uyumlu, daha liberal bir anlayışın yaygınlaşmasını isteyen süreç olarak okunuyor. Bu Yeni Dünya Düzeni tartışmalarıyla birlikte içe dönük bir tartışma daha başlıyor. O da Müslümanların kitleselleşmesiyle, sistem içi mücadele araçlarını kullanma konusundaki isteklilikleriyle yaygınlaşan İslamcı dalga, bir taraftan da “yozlaşıyor muyuz” tartışmalarına giriyor. Savrulma, bozulma, yozlaşma, dejenerasyon o zamanın dergilerinde çok kullanılan kavramlar.

Şiddet hiçbir zaman meşru karşılanmadı

-Dar’ül Harp ve Dar’ül İslam tartışmaları da o zamanların tartışma başlıklarından. İran Devrimi’yle mi giriyor İslamcı dergilerin gündemine?

Yetmişlerde başlamıştı ama İran İslam Devrimi’nden sonra tırmanışa geçti. Türkiye Dar’ül Harp’se, Müslümanların İslami olmayan bir yönetim içerisindeki hukuku nasıl olacak tartışmaları, fıkhın eski kavramlarıyla yapılınca karşılıklı sertleşmeler oldu. Büyük ana gruplar Türkiye’nin Dar’ül Harp olduğunu düşünmüyordu. Ama daha radikal gruplar Türkiye’nin Dar’ül Harp olduğunu söylüyordu. O dönemde bu tartışmalarla irtibatlı olarak, “İslami mücadelede yöntem olarak şiddet meşru olabilir mi” tartışmaları da yürüyordu. Şiddeti meşru bir İslami mücadele yöntemi olarak benimseyen neredeyse yoktu. “Şiddet tabii bir mücadele yöntemi değildir, ancak savunma durumlarında kullanılabilir” diyenler vardı, ama onlar da çok az kişiydi.

Türkiye İslamcılığını tüm İslam dünyasındaki hareketlerden ayıran en önemli farkı, marjinal tipler dışında, şiddeti ana akım mücadele yöntemi olarak hiçbir dönemde benimsememeleridir. Türkiye’nin bugün geldiği noktadaki katılım imkanlarının çoğalmasına bu söylemin çok etkisi olduğunu düşünüyorum.

Söylemde çeşitlilik artıyor

-Genel olarak seksen sonrası İslamcı dergileri değerlendirdiğinizde, nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

Bu dönemde çıkan tüm dergileri dikkate alarak bir sınıflandırma yapabiliriz. Baştan itibaren Üstad dergileri, Büyükdoğu, Diriliş dergileri gibi şair ve edebiyatçıların dergileri öne çıkıyor. Seksenden sonra bunlar azalıyor. Küçük gruplardan en büyük gruplara kadar cemaat dergileri artıyor. 12 Eylül’den sonra örgütlü yapılar tasfiye edildiği için MTTB’nin çıkardığı Milli Gençlik dergisi veya ilahiyat mezunlarının çıkardığı İslam Medeniyeti gibi kurum dergileri doğal olarak bu dönemde azalıyor.
Eskiden beri var olan Selamet, Hilal, İzlenim, Sözleşme, Düşünce dergisi gibi söylem dergileri 12 Eylül’den sonra artıyor. Çünkü hem söylemde çeşitlenme var hem örgütlü yapıların tasfiyesine bağlı olarak bireysel insanın hareket kabiliyeti yükseliyor. Artan bir çeşitlilik de gençlik dergilerinde oluyor. Gençlik dergileri ağırlıklı olarak edebiyat dergisi olmak üzere bu dönemde çok çok artıyor. Hala da amatör şekilde devam eden çok sayıda gençlik dergisi var. Bir de Kadın ve Aile, Mektup dergisi gibi kadın dergilerinin gücü bu dönemde ciddi bir şekilde artıyor.

Sivil itaatsizlik

-28 Şubat’ın sonrasına baktığımızda nasıl bir değişim gözlemlediniz? Refah Partisi ile birlikte kısa dönemli yükselme, ardından baskılar geliyor. O süreçte İslamcı dergiler nasıl bir yol izliyor?

Sistem içi araçlarla mücadele etmenin engellerle karşılaştığı açıkça görüldüğü için, uygun bir yöntem olup olmadığı tartışmaları keskinleşiyor. Alternatif olarak sivil toplum tartışmaları başlıyor. Seksenlerde dergiler aracılığıyla, yayınevleri aracılığıyla toplumla buluşmaya çalışan bu yapılar, aynı zamanda cemaatlerin de gittikçe dönüşmesiyle birlikte, sivil toplum hareketlerine dönüşüyorlar.
“Sivil yapılar siyasete ilişkin tutumumuzu yeniden daha iyi bir noktaya taşıyabilir mi?” tartışmasından da başörtüsü eylemleriyle birlikte sivil itaatsizlik tartışmaları başlıyor. Henry David Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik teorisi bizim dergilerde de konuşuluyor. 28 Şubat döneminde Türkiye’nin tanık olduğu en büyük eylemler gerçekleştiriliyordu. Polis müdahalelerine rağmen hiçbir olay olmuyor, kimsenin aklına eline silah almak gelmiyordu. Bu tartışmalarla birlikte ortak iş yapma kültürü de gelişti. İslamcı kesimlerle İslamcı olmadığı halde din karşıtı olmayan bütün kesimler arasında daha yakın bir ilişki oldu. Bunun en başarılı örneği “El ele Eylemi”ydi. “Sanat İslami mücadelede bir araç olabilir mi?” gibi konu başlıkları da daha yumuşak, daha farklı kesimlerle iletişim kurmaya imkan sağlayan kavramlardı.

Ekonomiye ilişkin tartışmalar her dönem dergilerde var. Ekonomiyle ilgili eylemler ise 90’ların ikinci yarısından sonra artıyor. İşçi eylemlerine doğrudan dahil olmaya başlanıyor. Sendikal tartışmalarla ilgili başlıklar atılmaya başlıyor. Hatta dergi kapakları yapılıyor, işçi grevlerine destek vermek gibi gündemler oluşmaya başlıyor.

-Refah Partisi’nin kapatılmasıyla birlikte baş gösteren “yeni sağcılık” tartışmalarını AK Parti’yi doğuran bir süreç olarak okuyabilir miyiz?

Bu tartışmalar süreci besleyen alt yapılardı. İslamcı camiada gelenekçiler ve yenilikçiler şeklinde iki kutup oluştu. Yeni sağcılık kavramı literatüre girdi. Dergilerde yer alan bazı yazı başlıkları; Yenilikçilik bir çözüm olabilir mi yoksa İslamcılıktan uzaklaşan yeni bir sağcılık mıdır? Birey ve bireycilik. Laiklik din özgürlüğünü koruyabilir mi? Türk Müslümanlığı ve İslam deizmi. Rejimin kimliği ve Müslümanların kimliksizliği.
İslamcılık o dönemde çok yoğun bir şekilde Olivier Roy’un “Siyasal İslam’ın İflası” kitabıyla birlikte “İslamcılık bitti artık” şeklinde konuşuluyor. 1997 yılında Sözleşme, Yeni Zemin dergisi gibi dergilerle, İktibas, Haksöz ve Umran dergileri iki farklı ucu temsil ediyor. Haksöz, İktibas ve Umran dergileri belli ölçüde değişim dergisi, bunlar İslam’ın yozlaşmasına karşı bir refleks geliştiriyorlar. Dolayısıyla sistem içi mücadele yöntemlerinin risklerine daha çok vurgu yapıyorlar. Ötekiler ise sivil toplum, insan hakları, demokrasi gibi temel kavramsal süreçlerin dışında kalmanın bizi ötekileştirdiğini, çatışmaya zemin oluşturduğunu ve toplumsal iletişim kanallarını zayıflattığını düşünüyorlar. Bunların söylemi gittikçe daha başarılı oluyor ve sonraki süreçte AK Parti doğuyor.

Abant toplantıları çok fazla tartışılıyor o dönemde. Çünkü yenilikçi kesim diye bilinen ya da demokrasi, özgürlük gibi kavramları, sivil toplum tartışmalarını yapan insanların Fetullahçı yapıyla aynı düzleme yöneldiklerine dair bir varsayım var. Bunun da Amerikan projesi olduğu düşünülüyor ve daha radikal bir tutum ve karşıtlık üretmesine sebep oluyor. AK Parti kurulduktan sonra bu yırtılma zayıflıyor.

AK Parti ve İslamcılar

-AK Parti’den sonra İslamcı dergilerde öne çıkan en belirgin söylemler nelerdi? İlk dönem ve sonraki dönemi de göz önüne alırsak, hangi tartışmalar yapıldı?

İlk kuruluş döneminde ihtiyatlı bir tutum var, çünkü AK Parti’nin kuruluşunda yeni İslamcılık tartışmaları vardı. O dönemde Fetullahçılar da AK Parti’yi desteklediği için, Ilımlı İslamcı bir yapıda olup olmadığına dair kaygılar var. AK Parti, sistemle çatışmadan, darbelere yol açmayacak yeni bir dil arayışıyla yola çıktı. Bu bir taraftan ihtiyatlı bir iyimserliğe yol açıyor, diğer taraftan da Amerikancı İslam’ın bu mahalleyi kuşatmasına sebep olur mu tedirginliği yaşanıyor.

2012’ye gelindiğinde o ılımlı İslam çizgisinin temsilcisi olduğu kabul edilen çevrelerle AK Parti arasında ayrışma gittikçe netleşti, küresel sistemde AK Parti’nin izlediği dış politika ciddi bir çatışma açığa çıkardığı ölçüde, İslamcı çevre doğal olarak AK Parti’ye daha yakın bir tutum sergilemeye başlamış oldu. Başörtüsü yasağı gibi sorunlar tedricen çözüldü. Kurumlara devletin baskıları zayıflatıldı, tersine dün baskı uygulayan kurumlara artık buradan insanlar gidip yönetici oldu. Katılım kanalları arttı. Ama hala eleştirel bir çevre var. İlginç bir şekilde söylem bazında böyle olmasına rağmen, pratikte gittikçe AK Parti kadroları içerisinde radikal İslamcı çevrelerden gelen insanların sayısı da arttı. Bir süre sonra AK Parti’nin hem rejimin önceki aktörleriyle hem küresel sistemle çatışması, İslamcı çevrelerle AK Parti arasındaki mesafenin büyük ölçüde kapanmasına yol açtı. Bu dil dergilerin hepsine yansıyor.

İslamcı dergilerde kadın

-İslamcı dergilerde 80’li yılların neredeyse kesintisiz başlıklarından bir tanesi de kadın tartışmalarıydı. Kadınlar dergilerde hangi bağlamda tartışılıyor?

Özellikle iki bağlamda tartışılıyor. Bir dönem kadının toplumsal ve siyasal aktör olarak hayata katılması, büyük ölçüde olumlu bir şey olarak sürekli işleniyor. Refah Partisi’nin örgütlenme biçiminde kadınların üstlendiği rol radikal çevrelerde dahi olumlu karşılanıyor. 28 Şubat’ta kadın konusu daha çok başörtüsü sorunu dolayından çok gündeme gelmeye başlıyor. Doksanlı yılların ikinci yarısından sonra yeni tartışma konuları oluşuyor. İslamiyet dergisi çerçevesinde mevcut İslamcı paradigmanın erkek egemen olduğunu söyleyen yazılar çıkmaya başlıyor. Bu dilin İslam’ın öngörüsü olmadığını, dönemin şartlarıyla ilgili olduğunu tartışmaya açıyorlar. Bir taraftan başörtüsü yasağıyla toplumsal ve siyasal aktör olma sürecinde önüne engel koyulan tipolojiden, diğer taraftan kadının toplumsallaşmasını teşvik eden, başka bir açıdan da toplumsallaşma sürecine kadının katılımı arttıkça yozlaşmanın olduğu, tesettürün bozulduğu tartışılıyor. Şunu çok rahat söyleyebilirim, tartışma her zaman var, ama toplumsal katılım kanallarının yaygınlaşması, kadının toplumsal bir aktör olması ana hatlarıyla her zaman İslamcı ana kitle tarafından olumlu karşılanıyor.

Kurumlara karşı eleştiriler

-Diyanet kurumunun da İslamcılar arasında tartışıldığı bir dönem yaşadık. Şimdiyle kıyasladığımızda Diyanet kurumundaki eleştiriler neye yönelikti?

Yerleşik din anlayışı, kurumsal din anlayışı hep eleştirilenler arasında. Diyanetin resmi dini temsil ettiği, asıl İslam’ı kontrol altında tuttuğu konuşularak bu bir sorun olarak görülüyordu. Ama 2000’lerden sonra biraz değişiyor bu durum. Sistem içi araçlarla, kurumlarla irtibat kurmanın demokratik süreçlere katılmanın gittikçe normalleşmesiyle kurumlar da, kurumları yöneten insanlar da değişiyor. O değişim sebebiyle camianın o kurumlara bakışında daha sıcak, daha yakın ilgiler oluyor. Bunun çok başarılı örneği, Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanı olmasıyla yaşandı. “Mehmet Hoca diyanetle bile bizi barıştırdı” esprileri yapıldı. Katılım kanalları açıldıkça, doğal olarak ilişkiler daha normalleşiyor. Siz artık kurumları değil, doğrudan doğruya kurumların yönetim süreçlerini ve uygulamalarını konuşmaya başlıyorsunuz. YÖK tartışmaları da kurumlara yönelik tartışmalardan biri. Sola öykünme olarak da yorumlayanlar oldu bunu. Üniversitede okuyan Müslümanlar tıpkı solcular gibi protestolar yaptı. Ama neticede üniversitedeki İslamcıların sayısı, yoğunluğu, pratikleri arttıkça, doğal olarak o süreçleri yöneten kurumlara bir tavır alış, bir anlamlandırma çabası yoğunlaşıyor.

GERÇEK HAYAT

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *