Kimse kusura bakmasın…

Kimse kusura bakmasın…

Bir yandan mangalda kül bırakmayıp bir yandan da ailecek koltuğa kurulup en pespaye metropol dramalarını izlemek, yarışmaları takip etmek, magazinin dibini bulmak tutarlılıkla izah edilebilecek bir davranış değil.

Biz 30 bin kişi miyiz?

Ali Osman Aydın

Türkiye’de genel izleyici eğilimini başat popüler değerler belirliyor.

Bu değerler kültür ürünleri imal ediyor ve bu ürünler Kemalist’i, İslamcısı, muhafazakârı, Demokratı, Liberali, yobazıyla geniş bir toplumsal zeminde karşılık buluyor.

Fenomen televizyon yapımları Aşk’ı Memnu, Muhteşem Yüzyıl, Siyah Beyaz Aşk, Med Cezir, Çukur, Kara Sevda, Cesur ve Güzel’in; popüler müzik ürünlerinin; magazin programlarının, yarışmaların yalnızca belli bir kesim tarafından tüketildiğini söylemek alınan olağanüstü reytinglere bakıldığında, zekamıza hakaret gibi olur.

Bu yapımların yıkıcı değerlere sahip olduğu, alışılageldik ya da otantik Anadolu kültürü ile hiçbir ortak noktaya sahip olmadığı hatta tamamen zıt olduğu su götürmez bir gerçek.

Böyleyken bu sorunlu ürünlerin fenomen haline gelerek, Türkiye’de bütün (eğer böyle bir şey varsa) ideolojik kesimlerin, günlük yaşamlarını, tercihlerini şekillendirmesi hayli çetin ve çözülmesi gereken bir paradoks olarak önümüzde duruyor.

Çağdaş ve laik değerlere sahip olduğunu beyan eden dar bir çevrenin, söz konusu yapımları memnuniyetle karşılaması gayet anlaşılır bir durum. Bu aynı zamanda dürüstçe bir tavır…

Kendini bu mahallenin karşıtı olarak lanse eden ve Anadolu’nun bin yıllık tarihini sahiplenerek daima bu dini ve milli değerlere atıf yapanların durumunu anlamlandırmaksa bu meselenin en müşkül tarafı.

Çünkü mevcut popüler kültür ürünleri, bu mahallenin sahiplendiğini ifade ettiği aile, insan ve toplum değerlerine düşman içeriklere sahip… Böyleyken bu mahallenin reytinglere hatırı sayılır katkısı olduğunu biliyoruz…

****

Burada şöyle bir durum ortaya çıkıyor.

Ya sahiplenildiği söylenen değerler anlamına vakıf olunmaksızın yüzeysel olarak sahipleniliyor ve bu nedenle aradaki çelişkiler fark edilemiyor…

Ya da “diğer mahalle” ayrımı kültürel bir zemine oturmayıp yalnızca bir siyasal tavırdan ibaret kabul ediliyor…

Söz konusu mahalle bu tutumlardan her ikisine de sahip çıkıyor olabilir.

Değer yargılarının günümüzde esnekleştiğini, sanıldığı gibi mahalle ayrımları olmadığını da söyleyebilir.

Bunda kısmen haklı da olabilir…

O takdirde ayrı ayrı mahalleler olduğu yolunda ardı arkası kesilmeyen söylemlerin bir geçerliliği kalmaz…

Kimileri de çıkıp, “hayır bu yapımların reytinginde bizim hiçbir katkımı yoktur” diyebilir.

O zaman da şunu sormak gerekir.

“İzlemediğinizi söylediğiniz ve fakat toplumun kültür değerleriyle ilgili zehir saçtığı su götürmez olan bu yapımları protesto etmek ile ilgili şimdiye kadar hangi tavrı takındınız?”

Aynı soruyu teessüfle muhafazakar medyaya ve onun bazı yazarlarına da sormak icap ediyor!

“Toplum ve gençliği korumak için çıkarılmış yasalara ve insanlık değerlerine aykırı bu yapımları protesto etmek, o yapımlardaki çirkinlikleri, bayağılıkları kınamak için kaç yazı kaleme alıp okuyucularınızı bilgilendirdiniz? Gençliği ve aileyi yozlaştıran bu yapımların meydana getirdiği tehlike en az siyaset kadar önemli değil mi?”

Aynı soruyu muhafazakar siyasetçilere de sormamız gerekiyor.

“Popüler kültür bombardımanıyla toplumu zihnen dönüştürme girişimlerine dur demek adına yapmanız gereken şeyleri bihakkın yaptığınıza inanıyor musunuz?”

****

Ak Parti’yi bu anlamda bir mahalle partisi olarak kabul edersek ve bu mahallede Malazgirt Ruhuyla mücehhez milyonlarca üye olduğunu farz edersek bu topluluğun bu çeşit bir münker’in men’ i için şimdiye kadar nasıl bir tavır ortaya koyduğunu söyleyebiliriz?

Televizyonlardan ve sosyal medyadan akan kirlilikle ilgili bu milyonların hiçbir eleştiri ve şikayetleri yok diye mi okumalıyız bu tepkisizliği?

Son RTÜK verileri bu yıl en çok şikayet edilen dizinin Çukur olduğunu ortaya koydu.

Şikayetçi sayısı ise 11,599…

Diğer dizi şikayetleri de dahil edildiğinde toplam 30 bin…

80 küsur milyonluk bir ülkede 30bin şikayet…

Meydanları milyonlar doldurabiliyorken 30 bin şikayet…

Gazeteler yüzbinlerce satılıyor, internet siteleri milyonlarca “tık” alabiliyorken 30 bin şikayet…

Milyon tane öğretmenimiz, on milyondan fazla öğrencimiz varken 30 bin şikayet…

Sadece bu kadar…

Nasıl utanç verici bir durum bu?

Bu tepkisizlikle mi güçlü toplum olacağız?

Toplumun inanç ve geleneksel değerlerini sahiplendiğini söyleyen milyonlarca üyeye sahip STK’larımız var ancak kötülük okulu gibi çalışan TV yapımlarına karşı bu milyonlardan çıkan tek bir ses yok…

Tek bir organizasyon yok.

Gündem haline getirmek, kamuoyu çalışması yapmak yok.

Gençleri, kadınları popüler kültür vebasına karşı bilinçlendirmek için kampanyalar düzenlemek yok.

Yoksa bu sessizlik söz konusu yapımların ahlaken ve aklen hiçbir uygunsuz içeriğe sahip olmadığı anlamına mı geliyor?

Değilse, nerede kaldı Malazgirt Ruhu?

Nerede kaldı teslim olmama metaforu…

Nerede kaldı iyiliği teşvik etmek, kötülüğü engellemek düsturu…

Benim nazarımda bu tablo, akıl ve vicdan sahiplerini samimiyete davet ediyor.

Bu tablo akıl ve vicdan sahiplerine toplum değerlerine karşı sorumluluklarını hatırlatıyor.

Bugün toplumun gittiği yön, akıl ve vicdan sahibi insanların televizyon ve internetteki kirliliğe karşı ortak bir tutum geliştirmelerini zorunlu kılıyor.

30 bin kişi ile olmaz…

Bu 30 bini, milyon yapmadan olmaz…

Bu 30 bin kişideki şuuru okullara, iş yerlerine, evlere yaymadan olmaz, olamaz…

Bir yandan mangalda kül bırakmayıp bir yandan da ailecek koltuğa kurulup en pespaye metropol dramalarını izlemek, yarışmaları takip etmek, magazinin dibini bulmak tutarlılıkla izah edilebilecek bir davranış değil.

Kimse kusura bakmasın…

YENİ AKİT

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *