Nedim Şener: ‘Fetö, 17-25 Aralık’tan sonra toplumdan destek göremedi’

Nedim Şener: ‘Fetö, 17-25 Aralık’tan sonra toplumdan destek göremedi’

17-25 Aralık’tan sonra devlet Fetullah hareketini paralel devlet yapılanması olarak tanımladıktan sonra örgüt toplumdan bir daha destek göremedi. Onların büyüklüğü etkileriydi. Devlet bu gücü sınırlayınca geriye hiçbir şey kalmadı.

Milat gazetesi adına Özlem Doğan, gazeteci-yazar Nedim Şener’le FETÖ’nün TSK’daki yapılanmasını anlattığı “Kahraman Hainler/TSK’da Fetö’nün Kriptoları” kitabını ve FETÖ’yü konuştu. İşte o söyleşi:

FETÖ elebaşısının terör örgütü liderliğine giden süreçteki ilk adımı ne zaman atıldı?

Gülen hareketi İzmir Kestanepazarı’nda ilk toplantılarını yaptığı dönemde insanlar bunlara dini duygularla yaklaştı. Kitabımda da bahsettiğim üzere 70’lı yıllarda Gülen, Vehbi Koç ve MİT Müsteşarı Fuat Doğu buluşmasından yola çıkarsak; bir din adamı bir iş adamıyla görüşebilir ama MİT müsteşarıyla görüşmesi manidardır. Buradan da anlaşılacağı üzere FETÖ baştan itibaren devlet kontrolünde ilerleyen bir yapılanmaydı.

Bu yapılanmanın kurulma aşamasında Gülen’e verilen ilk rol neydi?

O dönem komünizm diye bir tehdit algılaması olduğu için gençler bu akıma yönelmesin diye toplum tabanında, karşı kontra devletler kontra örgütler kurabiliyordu. Gülen, 1966’da Erzurum’da kurulan komünizmle mücadele derneğinin kurucularından biriydi ve o tarihlerde böyle bir derneğin üyesi olmak için belli bir ilişki ağı gerektiriyordu. 15 Temmuz da dâhil olmak üzere yaşadığımız olaylar bir Fetullahçı kalkışma değil, emperyalistlerin işgal hareketinin bir parçasıdır.

Kendi içinde ilerleyen bu yapı ne zaman topluma açılmaya karar verdi?

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı tek vakıftı. Bu vakfı topluma açılmak ve algı yaratmak için podyum olarak kullandı. Atatürkçüsünden solcusuna, komünistinden dindarına kadar geniş bir kitleyi bir araya toplayıp ödüller verirken kendisi de bir köşede sessizce oturuyordu. O yıllarda hoşgörü ve diyalog üzerinde yoğunlaşmışlardı. Gülen’in topluma açılmasıyla TSK içine yerleştirdiği kripto unsurların harp okullarından mezun oluşu aynı döneme denk geliyor. İşte bu adamlar 30 yıl sonra karşımıza darbeci olarak çıktı.

FETÖ okullarında CIA ajanı İngilizce öğretmenleri

Dönemin hükümetleri bu yapılanmanın palazlanma sürecini fark etmediler mi?
Türkiye’de laiklik ve irtica tartışması olduğunda siyasetçiler devlete yakın kim varsa onları propaganda aracı olarak kullanıyordu. Devletin kayıtlarında bunlarla ilgili kayıtlar varken bu kamuflaj altında ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Gülen 90’lardan sonra Türkî Cumhuriyetlerde daha Türk elçilikler açılmadan okullar açmıştır. Üstelik bu hareketin okullarındaki İngilizce öğretmenler CIA ajanıydı. FETÖ okulları o ülkeyle ilgili bilgi toplayan bir istasyondu.

O halde bu örgütü kullanma yoluna gittiler diyebilir miyiz?

Bu durum açıkça biliniyorken FETÖ bir araç olarak kullanılmıştır. Oysa bir terör örgütünü kullanmaya başladığınız zaman o araç da bir süre sonra sizi kullanmaya başlar. Bunu Demirel’den Çiller’e kadar tüm siyasilerin sezmesi gerekiyordu ama Gülen’in Amerika demek olduğunu biliyorlardı. Bu ülkeyle ilişkileri yürütmek için Gülen ve cemaatine göz yummaya devam ettiler.

Bu göz yumma bir süre sonra bir zorunluluğa döndü sanırım…

Gülen örgütü devleti ele geçirdiği için siyasi koltuğa kim oturduysa onlarla çalışmak zorunda olduğunu biliyordu. Yargı, polis, medya bu örgütün kontrolü altındaydı. Hatta kendilerinden olmayan medya bile onların kontrolündeydi. Bu iklimde FETÖ giderek büyüdü ve AK Parti döneminde paralel devlet yapılanması olarak karşımıza çıktı.

17-25 Aralık’tan sonra toplumdan destek görmediler

Cemaat adı altında büyüyen bu terör örgütünün toplumdaki etkinliği nedir?

Aslında toplumda yayılmadılar ama etkileri çok arttı. Fiziksel olarak milyonlarca insan olmadılar. Medya ve yargıyı kontrol ettikleri için etki alanları çok genişti. Kimileri çıkarları için ya işbirliği yapıyordu ya da korkudan ağızlarını açamıyorlardı. 17-25 Aralık’tan sonra devlet Fetullah hareketini paralel devlet yapılanması olarak tanımladıktan sonra örgüt toplumdan bir daha destek göremedi. Onların büyüklüğü etkileriydi. Devlet bu gücü sınırlayınca geriye hiçbir şey kalmadı.

Özellikle 2000’li yılların başında yaşanan faili meçhul cinayetlerle FETÖ’nün bağlantısı nedir?

Hrant Dink cinayetini yazarken beni uyardılar. Herkes bunların gücünü biliyordu ve o yüzden sessiz kalıyorlardı. Ben tek başıma kavga verdim. Hablemitoğlu cinayetinin dosyası uzun süre hiçbir delil bulunmadan açık kaldı. 15 Temmuz’dan sonra dosya yeniden açıldı. Dink, Rahip Santoro ve Malatya Zirve katliamıyla ilgili net olarak şunu söyleyebiliriz; Eğer bir cinayeti önleyemiyorsanız failsinizdir. Bu cinayetler emniyetin telefonları dinlediği dönemde meydana geldi. Cinayetleri kurcaladığım zaman karşıma FETÖ’nün gazetecileri çıktı ve FETÖ’den başka bu faili meçhul cinayetleri yapabilecek cesarette hiçbir örgüt yok.

Bu örgütün Türkiye’de işbirliği yaptığı başka oluşum ve kesimler var mı?

FETÖ işlerine kimseyi ortak etmez, sadece kullanır. Atatürkçü sanılan kişilerin birçoğu aslında FETÖ’cü. Yurtta Sulh Konseyi’nin metni değme Atatürkçünün yazamayacağı bir profesyonellikte kaleme alınmış. Eğer 15 Temmuz darbe kalkışması başarılı olsaydı Atatürkçülerin yönetime el koyduğu sanılacaktı. Sürekli farklı rollere bürünen FETÖ’cüler sosyal ortamlarda alkol alıyor, eşlerinin başını açıp bikiniyle havuza sokuyor, namaz kılmıyor, abdestini paçasındaki tozla teyemmüm yaparak alıyor. Şeytan bile bunları görüp utanır.

Kitabınızda küçük yaşta cemaate giren ve terörist olarak yetiştirilen çocuklardan bahsediyorsunuz. Her söyleneni itiraz etmeden gerçekleştirecek bir duruma nasıl getiriliyorlardı?

Ergen yaşta çocuklar etkiye çok açıktır. Hayatta bir yer bulmanın tam aşamasında olurlar. Gülen’in başında bulunduğu terör örgütü de bunu bilerek ortaokul ikinci sınıftaki öğrencilere çengel atıyorlardı. Çocuklar robot gibi belli bir nizam içinde yaşıyorlardı. Ne öğrenirlerse beyinlerine yazılıyordu. Hafta sonu ailelerini görmüyorlar ama mutlaka sivil imamlarla bir araya geliyorlardı. Toplantıda duadan, namazdan ve Gülen kasetinden başka bir dünyayı algılayamaz hale getiriliyorlardı. Bu noktadan sonra da bu insanın geriye dönme şansı yok.

Hayatları boyunca FETÖ tarafından kontrol ve denetim altında tutuluyorlardı öyle değil mi?

Mezun olunca kıtada da tekrar bir sivil imama teslim ediliyorlardı. Kurmaylığa gidiyorlarsa katalogdan bir kızla evlendiriliyorlar, eğer reddederse dışlanıyorlardı. Bu sefer işleri rast gitmiyordu. Arkadaşları terfi ve başarı ödülleri alırken şefkat tokadı dedikleri olayı yaşıyorlar ve tekrar onların istediği çizgiye gelmek zorunda kalıyorlardı.

Oldukça iyi bir eğitimden geçmiş insanlar nasıl kayıtsız ve şartsız itaati seçebiliyorlar?

Örgütün ne kadar büyük olduğunu gördükçe bağlılıkları daha çok artıyordu. Üstleri Gülen’den öyle bir bahsediyor ki, onun içtiği bardaktan su içmek için yalvarır hale geliyorlardı. Yüksek lisans için ABD’ye gidecek derecede mantığın, aklın, bilimin vücut bulduğu adam, oradaki yemekhaneye gidip Gülen’in su bardağından içebilmek için adeta yalvarıyor, düşünün. Bunların ayılıp uyanması olağanüstü zor. Kendi aralarında Allah’ın varlığını sorgularlar ama Gülen’le ilgili en ufak bir şüpheye yer bırakmazlar.

Bu örgütün aile ilişkileri nasıl peki?

FETÖ’cülerin bir sınırı yok. ABD’de Zarrab davası görülürken FETÖ’cü polis, mali şubedeki cd ve flash disklerin kopyasını annesine vermiş. Bir insan annesini yasadışı bir işe ortak eder mi? Bunlar da izan, şeref, namus diye bir şey yok. Sadece örgütün amacı var. Şu an hepsi yurtdışına kaçtı. Karşınızda bir FETÖ’cü varsa tüm bildiklerinizi unutun. Muhafazakâr camiadakiler hala inanamıyor. Bir yerde yine insaniyetleri, inançları vardır diye düşünenler var. Oysa darbe başarılı olsaydı FETÖ’cüler dindarları başörtülerinden asarlardı.

Ya darbe gerçekleşseydi…?

Darbe gerçekleşmiş olsaydı bugün darbe karşıtıymış gibi görünen birçok insan FETÖ’cüleri alkışlayacaktı. Birçoğumuzun katledileceği ya da hapse atılacağı bir süreç başlayacaktı. Sonrasında Güneydoğu ABD’nin Suriye politikasının devamı olarak Türkiye’den kopartılma sürecini yaşayacaktı. Türkiye büyük bir kaosun içine girecekti ve değişik gruplar arasında çatışmalar yaşanması kaçınılmaz hale gelecekti.

17-25 Aralık sürecinde Gülen cemaatinin FETÖ/PYD yapılanması ortaya çıkmasaydı ve bugüne bu şekilde gelinseydi karşımıza nasıl bir tablo çıkardı?

Bu olaylar yaşanmasaydı 2025’te orgeneral seviyesine çıktıklarında zaten her şey onlara ait olacaktı. FETÖ’nün ABD diye bir patronu var, örgüt sadece taşeron. Bu yüzden FETÖ’nün saldırılarını örgütün değil, ABD’nin planları olarak görmemiz gerekiyor. Bizim karşımızda devleti ele geçirmeye çalışan bir örgüt vardı. 15 Temmuz’da kendi dar amaçlarıyla patronunun geniş amaçlarını gözeten bir yapının darbe kalkışmasını izledik.

Darbe neden öngörülemedi?

Kimsede darbe yapılacağı konusunda genel kanı yoktu. Darbelere artık tarihi geçmiş bir yöntem olarak bakılıyordu. Fakat FETÖ yurtdışıyla bağlantılarını sağlam yaptığı için bu eski yönteme başvurdu. Biz 28 Şubatçıları ve 12 Eylül darbecilerini yargılarken hiç ummadığımız anda FETÖ darbeye kalkıştı.

Darbe kalkışmasının tiyatro olduğunu söyleyenler mevcut. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tiyatroda önceden sahne planlanır ve oyun sonunda oyuncular arasında hasılat bölüşülür. Erdoğan kahraman olurken darbeciler vatan haini yaftası yiyip, mallarına el konuldu ve aileleri perişan oldu. Böyle bir tiyatro, bir paylaşım olabilir mi? Böyle bir anlaşmayı kim kabul eder? Darbenin tiyatro olduğunu iddiasını darbeciler bile dile getirmedi ama bazı ahlaksızlar böyle bir sözü ortaya atmaktan utanmadı. Kontrollü darbe diyenlerle de bu konuda tartışmaya her zaman açığım.

Darbe kalkışmasında ABD ve NATO’nun rolü nedir?

NATO, darbeden sonra darbecileri koruyarak olayın neresinde olduğunu gösterdi. Koridorlarında odalarını kullanan FETÖ’cülerin teslimiyle alakalı Türkiye’ye iadesini sağlamak bir yana, en iyi çalışma arkadaşlarını kaybettiklerini söylediler. ABD hem darbe gecesi yaptığı açıklamalarla ve tüm gelişmelere rağmen FETÖ’yü himaye ederek sorumlu olduğunu ortaya koydu. Üstelik İncirlik Üssü’nün darbe sırasında kullanılmasına da itiraz etmediler. Bu açıdan baktığımızda ABD Gülen’in ancak ölüsünü teslim eder, onu da biz istemeyiz.

15 Temmuz darbe kalkışmasında TSK’nın donanımlı silahlarını kullanan FETÖ neyi ön göremedi?

FETÖ muhaliflerin de darbe kalkışmasını destekleyeceğini sanıyordu. AK Partililerin, muhafazakârların da darbeye direnmek gibi bir gelenekleri olmadığını düşündüler. Yanıldıkları nokta bu oldu. Aynı yanılgıyı Kurtuluş Savaşı’nda da yaşadılar. Her şey onların lehine görünürken inançlı bir halkın karşısında yenildiler. Burada da aynı inancı görüyoruz. İnsanımız vatansever duygularla sokaklara çıkıp direndi. Bilerek ölüme gitti, tanka karşı durup önüne yattı. Bu büyük ruhu yüz yıl önce göremeyenler yüz yıl sonra da fark edemediler.

FETÖ’nün ABD destekli bir terör örgütü olduğunu göz önünde bulundurursak Türkiye hala bir tehlikeyle karşı karşıya mı?

Tehlike devam ediyor. Saldırının türü değişir fakat amaç aynıdır; kaos ve karmaşa. Rus Büyükelçi Karlov suikastında olduğu gibi bir komutanın, bir siyasetçinin ya da bir devlet adamının yanındaki kişinin gerçekleştireceği bir saldırı, ülkede yaratacağı ortamın ardından demokrasiye vurulacak bir darbe ihtimalini göz önünde bulundurmak lazım. Suikast ihtimali azımsanamaz. FETÖ’nün hamisi ABD öyle bir devlet ki kendi başkanının bile suikastını aydınlatmadı.

TSK’daki FETÖ’cülere yönelik operasyon ve temizleme sürecinden sonra terör olayları sona erdi. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Hendek olayları sırasında görev alanların tamamının FETÖ’cü oldukları ortaya çıktı. Bir terör örgütünün amacı bir başka terör örgütünü de kullanarak istikrarsızlık yaratmaktır ve bu durumdan nemalanmaktır. Örgütün etkinliği azaldıkça hem TSK’nın hareket kabiliyeti yükseldi hem de emniyet açısından büyük ilerleme kaydedildi.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *