Sabah yazarı Mahmut Övür’e göre, “Deyim yerindeyse ikinci FETÖ vakasıyla karşı karşıyayız.”
Övür, Adnan Oktar’ı Fetö ile kıyasladığı bugünkü yazısında, “Onun gibi darbe yapacak bir noktaya gelir miydi bilemem ama en az onun kadar tehlikeli ve pervasız olduğu kesin.” diye yazdı ve dış bağlantılarına da değindiği yazısına şöyle devam etti:
Neler yok ki… Çocuklara tacizden askeri casusluğa, tecavüzden hayali ihracata, 30 ayrı suçlama var. İşin uzmanlarına göre, Türkiye tarihinde ilk kez bir örgüt, bu kadar çeşitli suçtan yargı önüne çıkartılıyor.
Bu yüzden polisin yaptığı operasyon yüreklere su serpti. Çünkü iş öyle bir noktaya gelmişti ki, bırakın aileleri, iş dünyasını, medya bile korkmuştu.
Dokunan yanıyordu. En basiti, gazeteci iftiradan çekiniyordu.
Bu noktada, insan ister istemez, nasıl olur da bir ülkede böyle kirli bir yapı uzun yıllar dokunulmadan yaşayabilir diye sormadan edemiyor.
Tıpkı FETÖ gibi…
Aslında sorunun cevabı, FETÖ olayında saklı. İki şey söylenebilir:
İlki arkalarındaki dış istihbarat güçlerince küresel bir projenin parçası olarak ve dindar-laik ayrımından yararlanarak örgütlenmeleri.
İkincisi de onlarla mücadele edecek güçlü bir siyasi iradenin olmaması.
Bu açıdan Başkan Erdoğan’ın varlığı her iki küresel aparat örgütüyle mücadelede Türkiye için bir şans.
Operasyonla ilgili bir yetkili şu çarpıcı tespiti yapıyor: “Arkasındaki güçleri aşmak, hukuki delillerle bu yapıyı yargı önüne çıkartmak hiç kolay değildi. İki yıl sabırla çalıştık.” Bu kirli yapı, aslında 1985’te ilk kez Nokta dergisinde kapak olduğu günden biri biliniyor. O tarihte Nokta’da haberi yapan Fuat Kozluklu ile birlikte Adnan Oktar’ın “zengin çocukları” mürit yaptığı Kılıç Ali Paşa Camii’ne gitmiş, yaşananlara yakından tanık olmuştum.
Olayın patlamasından sonra yapılan röportajlar ve haberler artınca, Oktar da DGM’lik oldu hatta Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı.
Ama ne hikmetse yükselişi de o tarihten sonra başladı ve durdurulamadı. Bu duruma kendisi de şaşırmış olacak ki bir röportajında şöyle diyordu: “Ben akıl hastanesindeyken bir patlama oldu.
Müthiş bir arkadaş çevresi oluştu.” Hele 1999’da, bugün bile yanında olan Oktar Babuna ile ilgili, medya ve toplumu aldatan bir “kan kampanyası” yaptı ki inanılmazdı. Babuna, insani duyarlılığı kullanarak o kampanyayla binlerce kan ve ilik örneğini ABD’ye taşımıştı. Bu işin arka planında kirli bir akıl olduğunu, dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş fark edince kampanya durdurulmuş ve soruşturma açılmıştı.
Ama yine de olayın perde arkası tam aydınlatılamamıştı. Bu süreçten sonra Oktar’la ilgili şikâyetler artmış ve bir kez daha operasyon yapılmıştı. Ancak o da uzun sürmedi. Bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkan Adnan Oktar, bugüne kadar yaşadığı hayatı da teşhir eden pervasız ve saldırgan bir tavır alacaktı. Ama aynı zamanda İsrail ve ABD’den bazı güç odaklarıyla karanlık ilişkisi olan kirli de bir hayat…
Şimdi ilk kez o kirli hayata gerçek anlamda dokunan bir operasyon yapıldı.
Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde, darbeleri ve bürokratik vesayeti gerileten, başta FETÖ ve PKK olmak üzere bütün terör örgütlerine karşı yürütülen siyasi mücadelenin katkısı çok büyük.
Eğer arka planda böyle siyasi bir mücadele olmasaydı FETÖ’vari kirli yapılar hâlâ varlığını sürdürmeye devam edecekti. Bu operasyon, bundan sonra böyle kapalı ve kirli diğer yapılar için de bir uyarı niteliğinde.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *