Toplumun ve Bireyin Laikleştirilmesi

Toplumun ve Bireyin Laikleştirilmesi

Esas amaç laik bir devlette laik bir toplum ve bu laik toplumun bireylerinin de laikleştirilmesidir. Yaşanan süreçte devlet laikleştirilerek, laiklik anayasal güvence altına alınmış, toplum ve birey de aynı düzlemde laikleştirilmeye çalışılmıştır.

Toplumun ve Bireyin Laikleştirilmesi

Yakup Döğer

Cumhuriyet elitlerinin laikleştirmede öncelikleri devlet olmuş, Osmanlı sonrası yaşanan iktidar boşluğundan yararlanarak devleti kurumsal olarak ele geçirmeyi başarmışlardı. İktidar gücünü eline geçiren Laik kadroların bundan sonraki hedefi toplumu ulus kimliği adı altında laikleştirme girişimleri olmuştur.

Laik-Kemalist kadroların öncülük ettiği Cumhuriyet’in toplum projesi, modernizm öğretisi olan rasyonalist ve tek tipleştiren ulusalcı bir projedir. Amaç, Türk toplum düzenini, sosyal ilişkileri, maddi ve manevi medeniyeti, Batı Medeniyeti tipine çevirmek, radikal bir şekilde sosyal değişimi gerçekleştirmektir.(1) Yeni bir ulus yaratmak yolunda ilerleyen Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının bu çabasına dönemin edebiyatçıları da alabildiğine destek vermiş, resmi ideoloji ile yakın bir temas içinde, yeni ulusun ideolojisini ve modernleşme çabalarını desteklemek ve geniş kitlelere yaymak için birçok roman kaleme alınmıştır.(2) Bu yazarlar en çok iki sorunun üzerinde durmuştur; kadının toplumdaki yeri ve üst sınıf erkeklerin Batılılaşması. Oysa şüphesiz bu iki alan, Osmanlı kültürüne göre en “yüce”, “gizli”, değer yapısına göre ise en duyarlı alanlarıdır.(3)

Bir çeşit modernleşme projesi olan bu çabalar, devletin sahip olduğu bütün aygıtları kullanarak, sadece dini anlamda değil; aynı zamanda kültür, dil, sanat ve tarih gibi alanlarda köklü bir dönüşümü gerçekleştirme amacına yöneliktir. Dolayısıyla “eski rejim”de sembolleşen siyasi değerlere toptan bir karşı çıkış olmuştur.(4) Tek parti laiklik uygulamalarının köktenciliği, Cumhuriyet’in bu bütüncü toplum projesi göz ardı edilerek anlaşılamaz. Kökenlerini Osmanlı’nın son dönemlerinden alan sekülerleşme süreci, ülkemizde de Fransa’da olduğu gibi Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte devrimci ve köktenci yollardan ivme kazandığı için bu dönem laiklik yorum ve uygulamalarını bir çeşit “laik toplumsallaştırma süreci” olan “laisizm” kavramı ile ifade edilebilir.(5)

Kısacası din, toplumun ve bireylerin özel alanlarında bir özgürlük konusudur, özel alan dışında resmi ve hiyerarşik bir örgütlenmeye konu olacak şekilde denetim altındadır; dolayısıyla bireyler dinlerini ancak devletin tanımladığı şekilde öğrenebilirler. Nitekim Mustafa Kemal, dinin bir vicdan işi olduğunu(6) sürekli söylemiştir. Bu dönemdeki laisizme dönüşen laiklik uygulaması, devlet eliyle Batı uygarlığını yakalamaya ve bunun için de bütüncü bir kültür devrimini gerçekleştirmeye yönelen yeni siyasal rejimin, birçok siyasi reformlar gerçekleştirdi.(7) Dini oluşumları bu hedefinin önünde engel olarak görmesi ve laiklik politikalarını “irticayı önlemek”, “gericiliği önlemek” için zorunlu uygulamalar olarak düşünmesinden kaynaklanmıştır. Cumhuriyet’in başkenti, 1930’larda çağdaşları tarafından eski kentteki Hacı Bayram Camii dışında, minaresiz Kent olarak betimleniyordu. Kemalistler geçmişten kopmak ve toplumu laikleştirmek için bütün argümanları tehlike olarak görmekteydi.(8)

Ümmetten ulusa geçerek egemenliğini ilan eden Cumhuriyet elitleri, devletin toplumla olan ilişkisinin formunu da değiştirmiştir. Yeni kurulan devletin kendine ait yeni bir kolektif kimliğe ihtiyacı olmuştur(9) Bu ihtiyacın karşılanması için yeni toplum tanımı ulus, yeni devlet yapısı laiktir.(10) Laiklik kendi hedefleri için kullanabilecekleri en uygun ideoloji olarak yüzlerine gülmektedir. Bu yönde yeni kurulan düzen için ürettikleri, “uygarlık”, “ilerleme” gibi üretilmiş kavramlar kullanılırken, muasır medeniyete ulaşmak da bir hedef olarak gösterilmiştir.(11) Bu gibi kavramlarla birlikte çağdaşlaşma gibi yeni söylemlerle, devlete ait bürokratik hükümet hegemonyası ile toplum üzerindeki egemenliğini sağlamışlardılar. Toplum içerisinde itiraz edenlere de hakim oldukları gücün diktatoryasını, “İhtimal bazı kafalar kesilecektir”(12) diyerek uygulamaktan geri durmamışlardır.

Bu tür siyasal politikalardan geri kalmadıkları gibi, toplumun kendi içinde örgütlemesine de müsaade edilmeyerek, olası bir toparlanışın önü alınmak istenmiştir. Mustafa Kemal, kitleleri ideolojik ve kültürel çerçeve içinde eritmeye, sıradan insanların İslam’a bağlılıklarını kırmaya ve onları Batılı ve laik bir hayat tarzına kazandırmaya çalıştı. Yeni rejim, İslam’ın örgütlü bütün kurumlarını ilga etti.(13) Tek parti dönemi, Osmanlı’dan gelen sivil toplum mirası devralmıştı.

Osmanlı son döneminde bilim ve eğitim-öğretimin başlıca merkezleri ve en önemli kurumları olan medreseler,(14) tarikatlar, sosyal bir etkinlikten öte, dini ve insani bir görevi ifa eden vakıflar(15) gibi geleneksel sivil toplum kurumlarının yanında, özel teşebbüs, ekonomik gruplar, siyasal partiler,(16) dernekler, ayrılıkçı hareketlerine odaklık yapmaları yanı sıra, komünist ve sosyalist örgütlenme eğilimleri taşımaları nedeniyle her türlü örgütlenme ve işçi hareketleri yasaklanmıştır.(17) Fonksiyonunu yitirdiği gerekçesiyle kadın hareketleri,(18) medya ve siyasal ideolojiler gibi modern sivil toplum unsurları da devre dışı bırakıldı. Tek Parti döneminin (1923-1946) tek tipleştirme ve homojenleştirme politikaları karşısında bu tür sivil toplum unsurları işlevsiz kalmıştır.(19) Bunun bir tek gerekçesi vardır, eskinin tek partisi CHP’nin muhalif gördüğü her oluşuma karşı, “milleti bölmeye çalışıyorlar” sözü. Bütün muhalif hareketler sadece bu sözle itham edilmiştir.(20)

Bunun nedeni Türk modernleşme sürecinde yönetici elitin, toplumu dönüştürmek için laik, jakoben (merkeziyetçi) ve pozitivist bir ideolojiyi referans alarak laik bir toplum oluşturma düşüncesidir. Osmanlı’nın yerini bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti aldı.(21) Yeni Türkiye’nin eski Osmanlı’yla hiçbir alakası yoktu. Osmanlı, saltanat ve hilafet tarihte kalmıştı.(22) Böylece, Tek Parti döneminde, demokrasinin toplumsal ayağı olan sivil toplum unsurlarını oluşturan farklı düşünce, ideoloji, grup, parti, dernek gibi oluşumların hepsi yok edilmiş ve üniter bir yapı ortaya çıkarılmıştır.(23) Bu dönemde sivil toplum kuruluşlarına yönelik engelleyici tavır, köksüz inkılapların süreksizlik korkusundan kaynaklanmıştır. Özellikle bu yıllarda dile getirilen halka rağmen halk için sloganı bu durumu çok iyi özetlemektedir.(24)

Tek parti döneminin politik uygulamalarında, sivil toplum çağdaş Batı uygarlık düzeyine ulaşma açısından engel olarak algılandığı için tasfiye edilmiştir. En medeni toplum Batı toplumudur. Öyleyse yeni Türkiye de Batı toplumunun düzeyine erişebilmek için, özellikle ekonomi ve sosyal değerlerini örnek alacaktır. Batılılaşma esastır.(25) Bu çerçevede politik toplum, halkı medenileştirmek adına sivil toplumun yerel, dinsel, kültürel ve politik farklılıklarını ortadan kaldırmıştır. Bu anlamda, 1912 yılından beri faaliyet gösteren Türk Ocakları, Cumhuriyet Halk Partisi’ne rakip olabileceği endişesiyle 1931 yılında kapatılmıştır.(26) 1933-1938 döneminde yapılan yasal düzenlemelerle sendikalaşma ve grev hakkına kesin yasaklar getirilmiştir. Ayrıca, bu süreçte kuruluş amacını gerçekleştirdiği gerekçesiyle 10 Mayıs 1935’te Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan ve çoğu Tek parti döneminin politik uygulamalarında sivil toplum kuruluşu, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma açısından engel olarak algılandığı için tasfiye edilmiştir.(27)

Mustafa Kemal ve taraftarları, Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetlerin ortasında gelişmiş ve uygarlaşmış bir ulus devlet olarak, “ilel ebed”(28) yaşayacağının olasılığını bir ön koşulu olarak görmüşlerdir. Kemalist elitlerin “meydana getirme” sürecinde devlete bu ayrıcalıklı statüyü atfetmelerinin nedeni, Osmanlı devletinin İslami temellerinin, toplumdaki gelişimi engelleyici ana unsur olduğu Kemalist elitler tarafından bilinmekteydi.(29)

Bu nedenle, Türkiye’yi modern bir cumhuriyet olarak meydana getirme olanağını, sultandan uzak bir ulus devletin yaratılmasında ve İslam’ı bireysel inanca indirgeyecek kadar güçlü ve laik bir milliyetçi ulusal kimliğin oluşturulmasında görülmüştür.(30) Bu bakımdan, Ulusal kimliğin dönüşümü Türk olmayan Müslümanları, mesela Kürtleri milli bünye içinde eritmeye çalışarak yürütüldü. Milliyetçilik uğruna ve milliyetçiliği sağlamlaştırmak amacıyla yapılan her şey mubah sayıldığından, bu politika da doğal karşılanmaktaydı; önemli olan elde edilen sonuçlardı, kullanılan yöntemlerin bir önemi yoktu. Türkiye’yi meydana getirme sürecinin, aslında geri kalmış bir toplumu, devlet merkezci olan ve yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen bir dönüştürme süreciyle modern hâle getirmek olduğunu ileri sürebiliriz. Yani, 1923’teki başlangıcından beri Türk modernitesi devlet merkezci bir modernite olarak gerçekleşmektedir.(31)

Geleneksel olarak yüzyıllardır devam eden bir düzen, bu dönemde yapılan birçok düzenleme ile karşılaştığında, laikliğin anavatanında görülmemiş bir uygulamayı da beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet elitlerinin modern düşünceye saplantıları, akılları ve icraatları ile devlete laikliği giydirebilmek adına yaptıkları zulümleri görüp yaşamış yüz yüze görüştüğümüz canlı şahitler de vardır.(32) Bu döneminin havasını en iyi yansıtan Batı hayranı düşünürlerin başında Abdullah Cevdet gelmektedir. Batı pozitivizminin derin etkisi altında olan bu genç jenerasyonun sözcüsüne göre Osmanlı sadece siyaseten çökmekle kalmamış taşıdığı değerler manzumesi itibariyle de tükenmiş bir medeniyete işaret etmektedir. Abdullah Cevdet meşhur sözünde, “Bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet Avrupa Medeniyedir”(33) derken, aslında kendi toplumuna neleri layık gördüğünü de ifade etmektedir. Cumhuriyet aydınlarının Osmanlı ve din karşısında aldıkları bu olumsuz tavırda, kuşkusuz eski düzenin büyük ölçüde İslam dininden beslenen bir yapıya sahip olması etkili olmuştur.(34)

Laiklik, dayatıldığı Müslüman halklarla bir ilgisi olmadığı gibi, dinsel etkinliklerin, devlet, fikir ve ekonomik yaşamdan ayrı olarak ele alınmasını, devletin dinsel esaslara ve güce dayanmamasını, gücünü doğrudan doğruya ulustan almasını öngören bir kavram olarak tanımlanmaktadır.(35) Zira Laiklik dünyayla ilgili işleri ve otoriteyi dinsel işlerden ve otoriteden ayırmaktır. Devlet, gücünü ulustan aldığından, en büyük dünyevi otoritedir. Bu yönden laiklik, dinin diğer dünyayla ilgili kurumları kontrol etmemesi ve dinin yalnız dünyayla ilgili etkinliklerin ötesindeki, gerçek dinsel hususlarla ilgilenmesini sağlayan, dinin hakkını dine, devletin hakkını devlete veren bir kavramdır.

Bu bakımdan toplumun Batı medeniyetine dönüşünde en etkili ideoloji şüphesiz laiklik olmuştur. Laikliğin özünde, din alanı ile dünya ve kamu alanlarının birbirinden ayrılması, birbirine karışmaması anlamına geldiği iddia edilir. Bir yönetim ilkesi ya da devletin niteliklerinden biri olarak kişileri ilgilendiren yönüyle bir dokunulmazlık alanı çizdiği öne sürülür.(36) Laik devlet kendisinin, din ve ibadet, inanma ve inanmama özgürlüklerini güvence altına aldığını iddia eder. Din adına insanlara baskı uygulanmasına izin vermeyen bir devlettir(37) iddiasını taşımaktadır.

Kişilerin dinsel inançlarını seçmek, bunların belirlediği bireysel ve toplumsal ibadetleri yerine getirmek ya da hiçbir dinsel inanç benimsememek ve bundan ötürü kınanmamak konusunda mutlak dokunulmazlığı ve özgürlüğünün varlığından bahsedilir.(38) Bütün bu yukarıda ifade edilen ve ileri sürülen iddiaların zaman içerisinde içinin ne kadar boş olduğunu da göstermiştir. Şöyle ki, 1935 yılında çıkartılan bir tamimle, kadınların peçe, çarşaf ve peştamal giymeleri bile yasaklanmıştır.(39)

Bununla beraber, bu kadarla yetinilmediği görülmekte, devletin, inanç ve kült alanına da müdahale etmek suretiyle, İslam’ı bir anlamda “Batılı Müslümanlık” haline döndürmeye çaba sarfettiği gözlemlenmektedir. Yani bir bakıma Batılılaşmış Türkiye’ye yakışır bir çeşit “reforme ve medeni” Müslümanlık biçimi oluşturma projesi geliştirmeye çalıştığı da görülmektedir. Nitekim daha Atatürk hayatta iken camilere Batı’daki kiliselere benzer bir şekil vermeye yönelik olarak İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi profesörlerine hazırlatılan projeler, ibadet dilinin ve ezanın Türkçe olması yolundaki zorunlu denemeler yapılmıştır. Hatta Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ün huzurunda incesaz refakatinde Türkçe Kur’an tilaveti denemeleri, devletin İslam’ın kült alanını da kendi beğenisi doğrultusunda şekillendirme çabalarına ilginç örneklerdir.(40)

Bireyin Laikleşmesi

Dine ait ve kutsal denilenlerin devletle ilişiğinin kesilip sadece yasaklanmakla kalmamalı, bunun da ötesine geçilmelidir. Devlet laikleşip sosyal yaşama müdahale etmeli, toplumun kutsalları, gelenekleri, örf ve adetleri itibarsızlaştırılmalı. İşte Cumhuriyet döneminin devrimsel hukuk değişimi bütün bunları sağlamak için yapılmış, dine eğilimin hukukun bütün alanlarından dışarı çıkarılması için çaba gösterilmiştir.(41) Birey olan insanlar sosyal yaşamda özgür olmalı, aklı ile kendilerini tanımlayıp yönetmelidir. Kamusal alan olarak adlandırılan yeni alanlar oluşturularak, bireyin davranışları bu alanlar içerisinde laiklik ideolojisine göre tanzim edilmelidir.

Siyasal sistem tasarımı yapanlar için, öncelikle bireyin bu sistemdeki konumunun belirlenmesi gerekmektedir. Bundan sonra onun hak ve özgürlükleri şekillenecek, anayasal sistemin nasıl yapılanacağı ve hukuki sistemin, sistem içerisinde insanı nereye konumlandıracağı önemlidir.(42) Toplumun ve bireyin dönüşmesi için öncelikle devletin kurumsal olarak dönüşmesi, kurgusunun laiklik üzerine inşa edilmesi gerekmektedir.

Laiklik giderek daha çok benimsendi, Anayasanın bir maddesi oldu (1937) ve onu korumak için önlemler alındı.(43) Açıklama şöyleydi: Dinler vicdanlarda ve mabetIerde kalsın, maddi hayata ve dünya işine karışmasın; karıştırmıyoruz, karıştırmayacağız! Anayasaya muhalif her hareket nasıl bir cürüm ise laikliğe muhalefet de aynı şekilde cürüm sayılacaktır! Bundan sonra İslam din dersleri bütün diğer okullardan da kaldırıldı. Milli Eğitim Bakanı diyordu ki; Devlet İslam dininin eğitimi ile ilgilenmeyecek, camide imam, okulda Din bilgisi öğretmeni için bütçesinden para ayırmayacaktır! Anayasada herkesin inanmakta ve ibadet etmekte hür olduğu yazılmıştır.(44)

Bu süreçte gelişen devlet anlayışında, devlet laikleştirilirken, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, toplumunda devlet kontrolündeki dinle, bireysel inançlarını yaşayabileceği iddiasında bulunuldu. Bu iddia laikliği benimsemiş bir ülke olan Türkiye Cumhuriyetinde, devletin temelleriyle ilişkilendirilerek, hararetli tartışmalar yaşandı.(45) Bu soyut iddia çerçevesinde devletin sürekli müdahalede bulunduğu din, resmi bir hüviyete bürünerek, iman esaslarını dinsiz devletin belirlediği yeni bir din anlayışı ortaya çıktı. Diyanetin kuruluş amacı bu gayeye hizmet üzere belirlendi.(46)

Çağdaş uygarlık (!) ve ilerleme (!) için girişilen bu mücadelede kurucu seçkinler, Batı medeniyetine katılmanın yolunu binlerce yıllık kökü olan toplumsal yapı, kurum ve değerlerin değişmesinde görmüşlerdir.(47) Batı medeniyeti ve siyaseti dairesinde gerçekleştirilmeye çalışılan söz konusu yeni siyaset ve dünya görüşü, anti-İslam ve anti-Osmanlı temelinde yeni bir model olarak ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte mücadele, modernleşme ile ona karşı direnen dinsel kurum ve çevreler arasında sürmüştür.(48) Buna örnek teşkil edebilecek diğer bir milliyetçilik hareketi Fransız milliyetçiliği olmuştur. Fransız örnekliğinin Türk milliyetçiliğindeki bu yapısı, Kemalizm’de anlamını bulmuştur.

Tek parti iktidarı döneminde askeri ve sivil bürokrasiden oluşan ve kendisini halktan soyutlayan modern bürokratik elit ve aydın kesim, Cumhuriyet reformlarının da yürütücüsü olmuştur. Halk için halka rağmen süren reformlarda halka hiçbir zaman tercih hakkı tanınmamış, 1950 seçimlerinde ilk kez DP yolu ile halk kendi tercihinde bulunabilmiştir.(49)

Laik Cumhuriyetin devleti din işlerine her yönüyle karışabiliyordu. Namazda okunan sure ve duaların Türkçeleşmesi için girişimlerde bulunuldu, ezanın Türkçe okunmasında ise ısrar edildi. Gökalp sadece Türkçe ezanı değil ibadetin de Türkçeleşmesini istiyordu. Yani Türkçe Kur’an fikrini ortaya atıyordu.(50) Türkçeleştirilme projesi konusunda 1928 yılında İlahiyat Fakültesince bir komisyon kurulmuş ve bir layiha hazırlanmıştı. Bu komisyonda İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Şekip Tunç, İsmail Hakkı İzmirli, Halil Halit, Şemsettin Yaltkaya, Yusuf Ziya Yörükhan, Halil Nimetullah gibi isimler yer almıştı. Atatürk 12 Ocak 1932 günü İstanbul’a gelir. Aydın milletvekili Dr. Reşit Galip ve Gaziantep milletvekili Kılıç Ali’ye güzel sesli bir hafızın Yerebatan Camiinde Türkçe Kur’an okuması için talimat verir. Hatta kendilerinin de camide bizzat hazır olmalarını ister. Böylece Kur’an’ın Türkçe tercümesi ilk kez ve makamla 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okunmuş olur. Ertesi günü Atatürk’ün huzuruna çıkan Hafız Yaşar Bey, Yerebatan Camiinin küçük olduğunu söyleyince, aynı hutbenin 29 Ocak günü Sultanahmet Camiinde tekrarlanması kararlaştırılır.(51) 7 Şubat 1923 tarihinde Mustafa Kemal Balıkesir’de Paşa Camii minberinden bir konuşma yaptı. Aslında, bu konuşma, bir hutbe niteliğindeydi. Herkesin anlayacağı dille konuşup Türkçe ezanın gerekliliğini belirtiyordu.(52) Ezanı Arapça okuyanların cezalandırılacağı hakkında kanun çıkarıldı.(53) Laiklik sürekli olarak tek yanlı işletiliyor, devlet ibadetin diline dahi karışıyordu. Devlet laikleştirilirken, din de millileştirilmeye çalışılıyordu.

Yapılan harf devrimi de bu bağlamda gerçekleştirilerek, toplumun ve bireyin geçmişle bağının koparılması ve bir gecede köksüzleştirilmesi amaçlanmıştır. Garip olan yan ise, Mustafa Kemal’in Yunan alfabesini “hakiki Türk harfleri” olarak ifade etmesiydi. Mustafa Kemal 10 Ağustos 1928’de, İstanbul‘da Sarayburnu parkındaki gazinoda bir gece toplantısında harf inkılabına dair yaptığı konuşmada şunları söylemekteydi;

“Sevgili kardeşlerim,

Huzurunuzda ne kadar bahtiyar olduğumu izah edemem. Duyduklarımı tek kelimelerle ifade edeceğim: Memnunum, mütehassısım mesudum. Bu vaziyetin bana ilham ettiği hissiyatı huzurunuzda ufak notlar halinde tesbit ettim.

Arkadaşlar, bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz. Anladığınızın asarına yakın zamanda bütün kâinat şahid olacaktır. Buna katiyetle eminim.”(54) Mustafa Kemal sözlerinin devamında; “Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız” demektedir.

Türkçü-İslamcı çizginin temsilcisi olan Cumhuriyet eliti bazı aydınlar, Kur’an’ın Türkçeleştirilmesinden, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesine kadar bir dizi reform girişiminin destekleyicileri olmuşlardır.

Bu çizginin temel eğiliminin İslam’ı Türkleştirmek olduğu söylenebilir.(55) İbadet dilinin Türkçeleştirilmesi faaliyetlerinin ana çıkış noktası milliyetçiliktir. Hedef ulusalcı Türk kültürünü her alanda hâkim kılmaktır.

“Türk toplumunun üzerindeki dini baskının olumsuz etkilerini kaldırmak suretiyle, Türkiye’de radikal bir batılılaşma ve modernleşme sağlanmalıdır.(56) O halde Türk toplumunu geleneksel kültür tipinden, modern kültür tipine doğru dönüştürme çabalarında her şeyden evvel, laiklik ilkesine dayanmanın zorunlu olduğu açıktır. Başka bir deyişle laiklik gerçekleşmeden köklü yeniliklerin yapılması mümkün değildir. Yeni Cumhuriyet her alanda, toplum ve bireyin zihninde ulus kültürünü yaymak istemekteydi. Bu, imparatorluk yönetiminden ulus devlet düzenine geçişin yapıldığı sancılı ve bir o kadar da arzulu yapılmış inkılapları kapsamaktaydı. Yapılan bütün inkılaplar yeni bir vatandaş yaratmayı hedefliyordu. Uygar ve çağdaş bir “vatandaş”. Bunun için de yeni ulusal hedefler saptanması gerekiyordu.(57)

Hedeflenen radikal reformların amacı, millileşmek, yeni Cumhuriyetin ulusal kültürünü oluşturmaktı.(58) Hemen her alanda inkılapçılığı benimseyen Cumhuriyet aydınlarından Batı hayranı Gökalp gerçekleşen bu inkılapları “halka medeniyet götürmektir” diye tanımlamaktaydı. Gökalp’e göre halkta medeniyet yoktur. Güzideler, medeniyetin anahtarlarına maliktir. Fakat halka değerli bir armağan olarak Şark medeniyetini yahut onun bir şubesi olan Osmanlı medeniyetini değil, Garp medeniyetini götürmelidirler.(59)

Cumhuriyet aydını seküler fikirlerle dini harmanlayarak bir “Protestan İslam” yaratmayı düşünmekteydi. Cumhuriyet’in laik aydını dinde reform esini düşünmüş ve bu reformu dilde Türkçeleştirme ile başlatmak istemiştir. Bu sebeple 1928 yılında Darülfünun İlahiyat Fakültesi müderrisleri tarafından “Dini Islahat Beyannamesi” adlı bir reform paketi hazırlanmıştır.(60) Artık Allah’a ve O’nun dinine ait hiçbir ifade ve eylemin söz konusu olamayacağı devlet kurgulanmış ve bu kurgu üzerine bina edilmiştir.

Tek parti iktidarı döneminde de bürokrasi, Batılılaşmanın ve modernleşmenin taşıyıcı gücü olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), örgütlenme ve işleyiş bakımından bürokrasi ile özdeşleşmiştir. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi, yeni kurulan bir devlette reformların ve politikaların üstlenicisi, yürütücüsü olmuştur. Cumhuriyet bürokrasisi, kuruluş dönemlerinde öncelikle askeri bürokrasi ağırlıklı olmuş ve bu ağırlık sayesinde siyasal gücün artırılması hedeflenmiştir.(61)

Kemalizm’in getirdiği, dinsel birlik unsurunu dışlayan laik ulus tanımı, bu anlamda çağdaş bir ulus oluşturma hedefi doğrultusunda laiklik ilkesinin katkısını somutlaştırmaktadır. Bu maksatla 1930’lardan itibaren ortaöğretimde okutulan ders kitapları ve özellikle Medeni Bilgiler kitabı, ulusçuluk-dinsellik çelişkisi konusunda bize önemli veriler sunmaktadır. Türklerin İslam’ı kabul etmelerinin milli birliklerini gevşettiğini söyleyen Mustafa Kemal, İslam’ın milli duyguları ve heyecanı uyuşturduğunu ifade etmekteydi.(62) Büyük çapta Mustafa Kemal’in kaleme aldığı ya da dikte ettiği bu metinlerde şu saptama mühim bir nitelik arz etmektedir:

“Türkler İslami dinini (el yazılarında Arap dini olarak geçmekte) kabul etmeden evvel büyük bir ulus idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti, ulusal hislerini, ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün ulusların fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi.” Atatürk’ün el yazılarının kitaba konulmayan bir bölümünde, “Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu.” dendikten sonra, “Türk ulusu, ulusal hissi dini hisle değil, fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır.” demekte ve laiklik ile uluslaşma arasındaki sıkı bağa vurgu yapmaktadır.(63)

Dinin devletten soyutlanmasında önemli işlev oynayan laikliğin dikkat çeken diğer önemli rolü de ulusçulukla olan yakın ilişkisidir. Mustafa Kemal’in ilkelerinde yer alan Milliyetçilik ilkesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Mustafa Kemal’in öne sürdüğü bu ilke laik karakterlidir. Daha önce kendisini ümmet olarak tanımlayan toplum, öyle kalmaya devam eder uluslaşmazsa, eskiye dair aidiyetini unutmayacağı için, yeni kurulan düzene muhalif olabilecektir. Bu yüzden, ümmetin uluslaşması, devletin ulus devlet olması, belli bir ırka dayalı düzenin kurulması gerekmektedir. Uluslaşma, dinden uzaklaşmayı da sağlayan en önemli modern gelişmedir. Laiklik bu uluslaşma sürecinde de önemli işlev görecektir. Esas olan, laiklik ve ulus olma dürtüsü üzerinden, yeni kurulacak olan düzenin dinden soyutlanmasıdır.

Hilafetin kaldırılmasına kadarki süreçte, devletin laikleşmesine öncelik veren Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin seçkin elitleri, devletin laikleştirilmesinden sonraki süreçte, toplumu ve bireyi olabildiğince laikleştirme girişimlerinden hız kesmemiştir. Esas amaç laik bir devlette laik bir toplum ve bu laik toplumun bireylerinin de laikleştirilmesidir. Yaşanan süreçte devlet laikleştirilerek, laiklik anayasal güvence altına alınmış, toplum ve birey de aynı düzlemde laikleştirilmeye çalışılmıştır.

Dipnotlar

1 Halil İnalcık, “Osmanlı ve Modern Türkiye”, Timaş Yayınları, 5.Baskı, sayfa 184.

2 Abdullah Özbolat, “Bir Ulus Yaratmak: Erken Dönem Cumhuriyet Romanında Din Adamının Temsili Turkish Studies”, Cilt 7/4, Güz 2012, sayfa 2473-2483.

3 Prof.Dr. Şerif Mardin, “Türk Modernleşmesi”, İletişim Yayınları, 2004, 1.Baskı, sayfa 33

4 Prof.Dr. Ahmet Karadağ, “Türk Aydınlarında Cumhuriyet: Farklı Siyasal Duruşlar ve Farklı Sonuçlar”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 14 (2), 2004, sayfa 229.

5 Gül Tuba Dağcı-Adnan Dal, “Osmanlı’dan Günümüze Din-Devlet ve Laiklik Tartışmaları”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt 2, No 1, 2014, sayfa 42.

6 Özer Ozankaya, “Türkiye’de Laiklik Atatürk Devrimlerinin Temeli”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1995.

7 Bernard Lewis, “Modern Türkiye’nin Doğuşu”, çeviren Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, sayfa 256.

8 Feroz Ahmad, “Modern Türkiye’nin Oluşumu”, Kaynak yayınları, 2015, 14.Baskı, sayfa 113.

9 Murat Alakel, “İlk Dönem Cumhuriyet Türkiye’si Ulus İnşası Akademik Bakış”, Cilt 5, Sayı 9, Kış 2011, sayfa 14.

10 Temuçin F. Ertan, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Laiklik”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Mayıs 2007, Sayı 39, sayfa 411.

11 Aydoğan Kutlu, “Cumhuriyet Kavramı ve Türkiye’deki Evrimi”, Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Doktora Tezi, sayfa 129.

12 Nutuk II, 1922, sayfa 691.

13 İra M. Lapidus, “İslam Toplumları Tarihi”, çev. Yasin Aktay-Mevlüde Ayyıldızoğlu Aktay, İletişim Yayınları, Cilt 2, 1. Baskı, 2009, sayfa 84.

14 Mefail Hızlı, “Anadolu’daki Osmanlı Medreseleri: Bir İcmal”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, 2004, 371-409.

15 Abdülkadir Buluş, “Sivil Toplum Kuruluşlarına Tarihsel bir Örnek: Osmanlı Vakıfları”, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı 16, sayfa 21-36.

16 Bernard Lewis, “Modern Türkiye’nin Doğuşu”, çeviren Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, sayfa 280.

17 Mustafa Delican, “Cumhuriyet Döneminde Türk Endüstri İlişkileri: İşçi Sendikalarının Dünü-Bugünü”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 2006, Sayı 51, sayfa 12-33; Osman Doğu, “Türkiye’de Sendikalara Siyaset Yasaklarının Dünü-Bugünü”, TODAİE, İnsan Hakları Yıllığı, 1987, Sayı 9/1, sayfa 128-166.

18 Müge Dişbudak, “Türk Kadınlar Birliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2008, sayfa 66.

19 Ömer Çaha, “Cumhuriyet Türkiye’sinin İlk Yıllarında Sivil Toplum”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, No: 2, 1995, sayfa 102.

20 Prof.Dr. Şerif Mardin, “Türk Modernleşmesi”, İletişim Yayınları, 2004, 1.Baskı, sayfa 180.

21 İlyas Söğütlü, “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Modernleşme ve Bürokratik Vesayet”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (19), 2010/1, sayfa 49–68.

22 Nutuk II, 1922, sayfa 437.

23 Erik Jan Zürcher, “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”, İletişim yayınları, 31.Baskı, İstanbul, sayfa 261.

24 Seyfettin Aslan, “Türkiye’de Sivil Toplum”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış 2010, Cilt 9, Sayı 31, sayfa 267.

25 Halil İnalcık, “Tarihe Düşülen Notlar”, Timaş Yayınları, 1. Baskı, 2015, sayfa 294.

26 Tahir Kodal, “Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Ocakları”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2014, sayfa 309.

27 Seyfettin Aslan, “Türkiye’de Sivil Toplum”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış 2010, Cilt 9, Sayı 31, sayfa 267.

28 M. Kemal’in sözü: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”

29 E. Fuat Keyman, “Türkiye’de Sivil Toplumun Serüveni: İmkansızlıklar İçinde Bir Vaha”, STGM, Ankara, 2006, sayfa 23.

30 Prof.Dr. Kemal Karpat, “Türk Demokrasi Tarihi”, Timaş yayınları, 8.Baskı, sayfa 333.

31 E. Fuat Keyman, “Türkiye’de Sivil Toplumun Serüveni: İmkansızlıklar İçinde Bir Vaha”, STGM, Ankara, 2006, sayfa 23.

32 Videodaki Hacı Yusuf Gümüşoğlu, 1923 Gönen doğumlu, tertemiz bir Anadolu insanı. İnönü zulmünü yaşamış canlı şahitlerdendir. Vefat etti. Allah rahmetiyle muamele etsin. https://www.youtube.com/watch?v=SvkY12uY5os)

33 Prof.Dr. Mustafa Kemal Şan, “Baskıcı Bir Laiklik Modeli Olarak Türk Laikliğinin Anatomisi”, Akademik İncelemeler Dergisi, 2012, Cilt 7, Sayı 2.

34 Prof.Dr. Kemal Karpat, “Türk Demokrasi Tarihi”, Timaş yayınları, 8.Baskı, sayfa 349.

35 İkram Çınar, “Laiklik, Laik Eğitim ve Siyaset”, Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 9, Bahar 2005, s. 55–75.

36 Bahri Savcı, “Laiklik Prensibinin Türkiye Şartları İçinde Mütalaası”, Ankara Üniversitesi, SBF Dergisi, 1964, s. 139-153

37 Özer Ozankaya, “Türkiye’de Laiklik”, Cem Yayınevi, 1.Baskı, 1993, s. 94.

38 Fahri Kayadibi, “Atatürk’ün Dini Yönü ve Din Eğitimine Bakışı”, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2010.

39 Ali Dikici, “Millî Şef İsmet İnönü Dönemi Laiklik Uygulamaları”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 42, Kasım 2008, s. 161-192.

40 Ahmet Yaşar Ocak, “Türkler, Türkiye ve İslam”, İletişim Yayınları, İstanbul 2000, s. 119.

41 Niyazi Berkes, “Türkiye’de Çağdaşlaşma”, Yapı Kredi yayınları, 24.Baskı, s. 257.

42 Zeynep Özlem Üskül Engin, “Birey Kavramının Gelişmi ve İnsan Hakları”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 72, Sayı 1, 2014, s. 201-218.

43 Anayasanın 2. Maddesi: Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

44 Beyza Bilgin, “Türkiye’de Din ve Laiklik”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 42, 2001, s. 41-58; “Fakat bu nasıl yapılacaktı? Müslümanların dini geleneğinde Cemaat teşkilatına müsaade edilmiyordu, okulların hepsi devlet okuluydu. Laikliğin bir gereği olarak da Müslüman halka Cemaat teşkilatı hakkı verilmiyordu. İslam dini gizli ve kaçak olarak öğretilmeye başlandı ve böylece Müslüman halkın değerlerine hakaret denebilecek anlamdaki inkılaplar, Müslüman halka baskı olarak yansıyordu.”

45 Ali Rıza Gül, “Dinin İşlevleri ve İnsan Hakları Ekseninde Devlet Eliyle Din Öğretimi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010, sayı 29, s 137-177.

46 Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Kanun Numarası 633, Kabul Tarihi: 22/6/1965, Yayımlandığı Resmi Gazete: Tarih: 2/7/1965 Sayı: 12038, Yayımlandığı Düstur: Tertip : 5, Cilt: 4, Sayfa: 2911. “Diyanet işleri reisliği ve müşavere heyeti Cumhuriyet ve lâiklik rejimine uygun işler görmeğe başladı. Meselâ Türk dilinde halkı ibadet yerine çağırmak için söylenmesi lâzım gelen sözler, yani okunacak ezanı ve salâtı Türk diline çevirtti. Camilerde Türk halkına hitap eden hatiplerin sözlerini Türkçe söylemeleri esas kabul edildi ve Türkçe hutbeler tertip ettirilip bastırılarak hatiplere dağıtıldı. Diyanet işleri reisliği Cumhuriyet hükümetinin çizdiği program dairesinde ve gösterdiği yol üzerinde bu inkılâp ve yenilik devrinde telaşsız ve sesiz bir halde vazifesine devam etmektedir.” Osman Ergin, “Türkiye Maarif Tarihi”, Cilt 1, s. 282.

47 M. Zeki Duman, “Türkiye’de Laiklik Sorununun Siyasal Temelleri”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, 2010, s. 285.

48 Mehmet Özdoğan, “Türkiye’de Ulus İnşası ve Dil Devrimi”, Akademik Hassasiyetler Dergisi, Cilt 2, Sayı 3, 2015, s. 245.

49 Prof.Dr. Kemal Karpat, “Türk Demokrasi Tarihi”, Timaş yayınları, 8.Baskı, s. 53.

50 Prof.Dr. Metin Ayışığı, “Ezanın Yeniden Arapça Okunması ve Basındaki Yankıları”, metinayisigi.net.

51 Prof.Dr. Metin Ayışığı, “Ezanın Yeniden Arapça Okunması ve Basındaki Yankıları”, metinayisigi.net.

52 Seçil Akgün, “Türkçe Ezan”, Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 13, Sayı 24, 1979, s. 105-112.

53 Ezanı Arapça olarak okumaya devam edenler 1941 yılına kadar “kamu düzenini sağlamaya yönelik emirlere aykırılık” suçundan cezalandırılırlarken, 1941’de çıkartılan 4055 sayılı kanunla, Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine bir fıkra eklendi. Değişikliğe göre, Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hapsedilecek ve on liradan iki yüz liraya kadar para cezasına mahkûm olacaklardı. Öngörülen bu ceza, 4055 sayılı Kanun’la değiştirilen Türk Ceza Kanunu’nun 526 nolu maddesinin ikinci fıkrasının değiştirilmesi hakkında Kanun teklifi ile 31 Mayıs 1950’de kaldırılmıştır.

54 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Cilt 2, 2006, s. 272.

55 Hüseyin Sadoğlu, “Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2. Baskı, 2010.

56 Neriman Tongul, “Türk Harf İnkılabı”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 33-34, Mayıs-Kasım 2004, s. 103-130.

57 Sıtkı Aydınel, “Atatürkçülükte Ulusal Hedefler”, T.C. Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi.

58 Neriman Tongul, “Türk Harf İnkılabı”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 33-34, Mayıs-Kasım 2004, s. 103-130.

59 Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”, Salkımsöğüt Yayınları, 1.Baskı, 2010, s. 46.

60 Mustafa Zengin, “İbadet Dilini Türkçeleştirme Çabası Olarak Türkçe Ezan Örneği”, Adıyaman Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2015, sayfa 10. “Paketi hazırlayacak müderrisler arasında Fuat Köprülü, ŞerafetttinYaltkaya, Halil Nimetullah, Arapgirli Hüseyin Avni, Hilmi Ömer veBabanzade Ahmet Naim Efendi gibi isimlerin yer aldığı bir konseyden oluştuğu iddia edilmiştir. Burada değişen dünya ile birlikte dinde de bir takım reformların yapılması gerektiği ve ibadet diline ait bazı bölümlerin ana dile çevrilmesi üzerinde durulmuştur.”

61 Nihat Yılmaz, Kadir Caner Doğan, Hakan İnankul; “Tek Parti İktidarı Döneminde (1923-1946) Bürokrasi ve t İlişkisinin Weberyan Değerlendirmesi”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 27, Sayı: 3, 2013.

62 “Medeni Bilgiler-M. Kemal Atatürk”, Kaleme alan Prof. Dr. Afet İnan, Örgün Yayınları, 2004, sayfa 44.

63 Aydın Yetkin, “Kemalizm ve Düzenin Laikleştirilmesi”, Atatürk Üniversitesi, Atatürk Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, sayfa 72.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *