Allah’a Şirk Koşmak -II-

Allah’a Şirk Koşmak -II-

Kâinatın sahibi olan Rabbimiz, sahibi olduğu varlık üzerinde dilediğini şekilde, dilediği kadar tasarruf yapması her şeyin Rabbi olmasının gereğidir ve yalnızca tek Rabb olmak O’nun hakkıdır.

RABBLIK’DA ŞİRK KOŞMAK

İlyas Yorulmaz

Övülmeye layık olan yalnızca alemlerin Rabbı olan Allah’dır. Çünkü her şeyi yaratan, kendince planladığı bir hesaba göre yarattığı her şeye bir amaç ve görev yükleyen ve yüklediği görevi yerine getirebilecek kabiliyet ve bilgi ile donatan ve buna göre yarattığı her şeyin ihtiyaçlarını karşılayan O’dur. Kâinatın içinde dünya, insanın denendiği bir saha olarak, insanın yaşayabileceği her türlü ortam ve malzeme ile donatılmış, sonra bu hazır ortamda insan dünya arzının toprağından yaratılmıştır.(20 Taha 55) “Bahçe komşusu arkadaşı ona karşılık vererek ‘Seni (dünyada) topraktan, sonra bir atımlık sudan yaratan ve sonra da seni adam yerine koyanı mı inkâr ediyorsun? Ancak benim Rabbim yalnızca o Allah’dır ve ben hiçbir kimseyi Rabbime ortak koşmam.”(18 Kehf 37-38)

Rabbimiz hesap gününden sonra cennette, oraya layık olan bu isimsiz insanı, diğer bir cennet arkadaşı ile sohbet ederken, dünyada yaşadığı, her insan için ibretlik olan bu diyalog, bir insanın Rabbine teslimiyetini anlatıyor. O halde dünya hayatında imtihan olunan insana, elçiler ve elçilere indirilen kitaplar, insanı yaratan Allah’ı âlemlerin Rabbi olarak tanıtmıştır. İnsan, elbette O’nun indirdiği kitabından öğrendiği ve doğru tanıdığı Rabbine teslimiyet yaşadığı sürece, son nefesini verinceye kadar devam etmelidir. “Ey iman edenler!… müslüman olarak ölün” ayeti bize teslimiyetin sürekliliğini hatırlatıyor. Bu arada “Âlemler” lafzı için bir parentez içi açıklama yapmak gerekirse, genelde yanlış olarak insanımız tarafından kullanılan “Ruhlar âlemi, cinler âlemi, berzah âlemi, melekler âlemi, gayb âlemi” ayrı ayrı mekânlarmış gibi kullanıldığı anlamda Allah’ın kitabında hiçbir yerde kullanılmamıştır. Âlem kelimesi ‘zaman’ anlamında insanların yaşadığı her çağı ve her dönemi içine alan zamanı ifade etmiştir. Örnek “İn hüve zikrün lilaalemiin = O Kur’an âlemler için öğüttür” Muhammed (as) ve önceki Nebilere söylenen “âlemlerin Rabbi” isim tamlaması, onlardan sonra yaşayan tüm insan topluluklarını ve diğer yaratılmış varlıkların tamamını içine alır. Allah her dönemin her zamanın Rabbi iken Allah’dan başkalarının Rabbler edinilmesi durumunda, Allah’a kulluk eden inanmış, teslim olmuş her insana “De ki ‘O Allah her şeyin Rabbi iken, ben ondan başka bir Rabb mi arayacağım?”(6 En’am 164) diye söylemesi gerekenin bu olduğu öğretilmiştir. 

Allah’dan başka Rabb aramanın, O’ndan başkalarını Rabb edinmenin Allah’a ortaklar koşmak olacağı İbrahim (as)’ın tecrübesiyle açıkça anlatılmıştır. “Bu defa güneşi doğmuş bir halde görünce, ‘Bu benim Rabbim’dir. Çünkü bu daha büyük’ dedi. Güneş batınca, ‘Ey kavmim! Ben sizin Allah’a koştuğunuz ortaklardan uzağım. Ben yüzümü, doğru ve gerçekleri kabul etmiş (hanif) olarak yalnızca O’na, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben asla ortak koşanlardan değilim’ dedi. Kavmi onunla tartışınca ‘Allah beni doğru yola eriştirmişken, O’nun hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? Rabbim benim hakkımda herhangi bir şey dilemedikçe, ben Allah’a ortak koştuklarınızdan korkmam. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmüyor musunuz? Sonra siz, haklarında Allah’ın hiçbir bağlayıcı delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?’ Şimdi biliyorsanız söyleyin bakalım. Bu iki gruptan (Allah’a şirk koşanla, koşmayan) hangisi Allah’ın yanında güvenli olmaya daha layıktır?”(En’am 78-81)

İbrahim (as)’ın bu tecrübesinde düşünen ve akleden insanlar için çıkartılacak çok güzel örnekler var. Gayb niteliğinde olan herhangi bir konuda, akıl sahibi insanın kendi kabiliyeti ile kesin bir sonuç elde edemeyeceğini ve yürütülen aklın sonunda zandan başka bir sonuca ulaşılamayacağını görüyoruz. Rabbimiz “Zannın doğrudan yana hiçbir şey ifade edemeyeceğini” Yunus 36 ve Necm 28 ayetlerinde öğretiyor. Eğer Rabbimiz vahiyle kendisini İbrahim peygambere tanıtmasaydı, İbrahim (as) sürekli doğru bir Rabb buluncaya kadar Rabb arayışı içinde olacaktı.

Rabb kelimesinin anlamının içinde “sahiplik” anlamı olduğunu Kur’an’ın öğretisiyle Allah’dan başka insanlar için de kullanılabileceğini öğreniyoruz. Yusuf suresindeki 41’inci ayette “Yusuf ‘Ey Hapishane arkadaşlarım! Şimdi ikinizden biriniz sahibine (rabbine) kırmızı içecekten ikram edecek. Diğerinize gelince, o da asılarak öldürülecek ve başından kuşlar bir şeyler yiyecek. İşte benden ikinizin yorumunu istediğiniz rüya ile (Allah tarafından) böyle karar verildi’ dedi.”(12 Yusuf 41) Mısır ülkesinin hükümdarının sakilik (içki hazırlayan) görevi verilmiş, zindana atılanlardan birisine Yusuf (as) “Sen Rabbin olan yöneticine hizmet etmeye (sakilik yapmaya) devam edeceksin” diyerek hapishane arkadaşının rüyasını böyle yorumlamıştır. Hükümdarın yanında görevli olarak çalışması ve hizmet etmesinin yanında, Rabbı olan hükümdarın ülke yönetimini elinde bulundurmasından ve tebasının sorumluluğunun, güvenliğinin ve adil bir şekilde yönetilmesini yüklenmesinden dolayı Yusuf (as) arkadaşına, efendisi hükümdar için “Rabbine döndüğünde” demekle “Rabb” kavramının anlamını daha iyi anlıyoruz. Osmanlı döneminde zengin ailelerin çocuklarının eğitimini sağlamak amacıyla ücret karşılığı evlerde ders veren eğitmenlere rabbe fiilinin kökünden türeyen “erkek için Mürebbi, bayan için Mürebbiye (terbiye eden, eğiten, hayatı öğreten)” deniliyordu. Okullarda eğitim amaçlı okuma yazma öğretenlere ise “Muallim”(öğretici) denmekte. Muallim ile mürebbi kelimelerinin farkını anlamak zor bir şey olmasa gerek. Muallim belli bir program içerisinde kendisine yüklenilen programın dışına çıkmadan öğrenciye, günümüzde olduğu gibi 12 yıl gibi uzun bir süre içinde planlanmış programlar sonunda kademeli bir eğitim takip ederek teorik bilgi öğretir. Mürebbi ise eğittiği öğrenciye yaşadığı çocukluk hayatından erişkinlik çağına kadar önüne çıkabilecek her şeyi, yani a’dan z’ye her alanda öğrencisine programsız anlık ihtiyaçlara bağlı olarak, yaşayarak, uygulamalı (pratik) olarak öğretir. Bu anlam bizim Allah’ın sıfatlarından olan Rabb kavramını doğru anlamak için gerekli ve bilinmesi gereken çok önemli bir kavramdır.

Rabb yaratıcıdır, yaratandır. “Senin Rabbin dilediği şeyi yaratır ve yarattıkları içinde, en hayırlı olanı seçer. Allah bütün noksanlıklardan uzak olup, onların koştukları şeylerden de çok yücedir.”(28 Kasas 68) Rabb, yaratmanın yanı sıra yarattığı her varlık için uyması gereken hükümleri belirleyen ve koyduğu hükümlere insanın dışındaki varlıkları, isteseler de istemeseler de boyun eğdirendir. 

Biz Rabbimizin koyduğu hükümlere fıtrat kanunları diyoruz. Allah’ın koyduğu bu fıtrat kanunlarında asla bir değişiklik olmaz. Bu değişmez Allah’ın kanunları, insanın imtihan alanı olan bu dünyanın ve tüm kâinatın, Rabbimizin belirlediği vakte kadar değişmemesi, farklı zamanlarda yaşayan insanların, değişimden dolayı Allah’ın koyduğu hükümlere mazeret üretmelerinin önünü tıkamak içindir. İnsan, Rabbinin koyduğu fıtrat kanunlarına istesin veya istemesin uymak mecburiyetindedir. Bir örnek verirsek, her insan anne ve babanın biraraya gelmesi ile hayata gelir. Bu kuralın dışında Allah’ın verdiği istisnaların (topraktan yaratılan ilk insanlar ve babasız yaratılan İsa as gibi) dışında “Ben anasız babasız dünyaya geldim” demesine hiçbir insan inanmaz. Aynı zamanda Rabbimizin koyduğu bu kanun, her insanın yaşayarak şahitlik ettiği bir yaşam tecrübesidir. 

Mutlak surette, Rabbimizin yarattığı her varlık için konulmuş fıtrat kanunlarının dışında Rabbimiz, imtihan olan insana, uyması ve itaat etmesi için özel hükümler (emirler, yasaklar) belirlemiştir. İmtihanının gereği Rabbinin hükümlerini kabul edip etmemesi, uyup uymaması insanın bizatihi kendi inisiyatifine “İnsana yolunu gösterdik, dileyen şükreder, dileyen de inkâr eder”(76 İnsan 3) bırakılmıştır. “O halde Rabbinin hükmünü terk etme (sabret), onlardan günahkâr veya doğruları inkâr edenlere de itaat etme.”(76 İnsan 24) 

Ancak her nimetin bir külfeti var. Rabbinin nimeti ile yaşam bulmuş ve yaşadığı hayatta Rabbine itaat etsin veya etmesin, yaşamını devam ettirecek her türlü imkân Rabbinin lütfu ile önüne (31 Lokman 20) serilmiştir. Rabbinin emirlerine ve yasaklarına karşı tercih ettiği tavır olumsuz ise, yani inkâr ve isyan etmeyi seçerse elbette bunun karşılığı olarak gerek bu dünyada gerekse hesap gününde azab etmesi Yüce Allah’ın Rabb olduğunun göstergesidir. “Biz doğruları inkâr edenler için zincirler, boyunduruklar ve yakıcı bir ateş hazırladık.”(76 İnsan 4) Adil olduğunu ve hiçbir kuluna haksızlık yapmayacağını ilan eden Rabbimiz, kendisine iman edenle itaat etmeyeni bir tutmaması ve her ikisine hak ettiği karşılığı vermesi O’nun Rabb olduğunun gereğidir. İtaat eden iyilere de hesap gününde, altlarından ırmakların aktığı ve her türlü tükenmez nimetlerin olduğu cennetler olduğunu itaatlerinin karşılığı olarak vaat etmiştir. “Onların üzerinde yeşil ipekten ve parlak kumaştan elbiseler olacak ve gümüşten bilezikler takılacak ve Rableri onlara tertemiz içeceklerden içirecek.”(76 İnsan 21)

Rabb, kulu sıkıntıya düştüğünde, kendisine samimi olarak dua edenin dualarını işiten ve duasına icabet edendir. “İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rabbine samimi, içinden gelerek dua ederler. Sonra Rabbi onlara kendinden bir rahmet tattırdığında, onlardan bir grup hemen Allah’a ortaklar koşmaya başlarlar.”(30 Rum 33) Ayette olduğu gibi sıkıntılı zamanda Rabbine yalvaran insanın, Rabbi tarafından genişliğe kavuşturulduğunda yan çizip, hatta Rabbine dualarında başkalarını ortaklar koştuğunu Allah’ın ayetlerinde görüyoruz. 

“Allah’dan başka, kıyamet gününe kadar çağrılarına cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapık kim vardır? Hâlbuki dua ettikleri onların dualarından habersizdirler.”(46 Ahkaf 5) 

Rabbimiz Kitabı Kerim’inde Peygamberler ve salih kullarının dualarını inananlara “Siz de Rabbinize bu şekilde dua edin” anlamında bu duaları örnek olarak vermiştir. Duaların başında ya “Rabbena = Ey Rabbimiz” veya “Rabbii=Ey Rabbim” diyerek başladıklarını görüyoruz. Bu şu anlama geliyor “Ey Rabbim ben insan olarak sana olan muhtaçlığımı, senin Rabblığını kabul ederek, dualara yalnızca senin karşılık vereceğine inanarak sana sesleniyorum” anlamına gelmektedir. Kur’an’daki örnek dualarda kul, Rabbinden başkalarını araya sokmadan (falancanın hürmetine gibi) yalnızca Rabbi Allah’a seslenmektedir. Dualarında başkalarını araya sokmak Allah’a ortaklar koşmak demektir. 

Rabb yarattığı her varlığı en iyi bilen ve yarattıklarına en yakın olandır. Kullukla denediği insanın içinden geçirdiği her şeyi, ister açıktan söylesin, isterse içinde gizlesin Rabbi olan Allah onu bilir. Hata yapan insan Rabbine samimi olarak yönelip, bağışlama dileğinde bulunursa, Rabbinin bağışlamasıyla onu karşılayacağını iyi bilmesini istiyor. Kulunun Rabbinden gizleyeceği hiçbir şeyi yok. Bu ayette olduğu gibi kendi yaptıklarının değerlendirmesini kendisi yapıp, kendi nefsini temize çıkarıyorsa Rabbini devreden çıkarıyor demektir. Öyle değil mi? Yaşadığımız bugünkü hayatta kendini Allah’ın has kulu olarak ilan ederek reklam yapan o kadar çok insan var ki, adamların hesap gününü beklemeye tahammülleri yok. Allah adına kendileri için hüküm veriyorlar ve bir de insanlara, bu Allah dostlarını sevmelerinin imanın gereği olarak dayatıyorlar. Ayet kendini temize çıkarmayı müstekbirlik olarak bildiriyor ve Yaratıcısı olan Rabbinden hiçbir şeyi gizleyemeyeceğinin bilinmesini istiyor. “Küçük sürçmelerin dışında, günahların büyüklerinden ve çirkin davranışlardan kaçınanları, şüphe yok ki Rabbi bağışlamasıyla kuşatacaktır. O Rabbiniz sizi yeryüzünden ilk defa yaratırken ve annelerinizin karnında henüz cenin halindeyken dahi, sizi en iyi bilendir. Onun için kendi nefsinizi kendiniz temize çıkarmayın, zira kendisinden sakınıp korunanı da en iyi bilen O dur.”(53 Necim 32) 

Ayrıca Rabbimiz Nisa suresi 49-50’nci ayetlerinde “Sen kendi nefislerini temize çıkaranları görmedin mi? Hâlbuki Allah dilediği kimseleri temize çıkarır ve o nefislere en küçük bir çekirdek kadar dahi olsa, asla haksızlık yapılmaz. Bak (kendilerini Allah’ın yanında temiz olduklarını iddia etmekle) Allah adına nasıl da yalan uyduruyorlar, bu apaçık bir günah olarak onlara yeter.” diyerek kendi kendini temize çıkarmanın, Allah adına yalan söylemek ve Rabbine iftira etmek olduğunun bilinmesini istiyor. 

Allah’ın ayetlerinden Âlemlerin Rabbı Allah’ı rabb olarak tanımaya çalıştık. Yaratmak, hüküm koymak, gizli açık her şeyi bilmek, yarattığı canlı varlıkları yaratılışlarının amacına uygun eğitip, amaçlarına uygun programlamak, yedirip içirmek, barındırmak, korumak, kullarının dualarına icabet etmek gibi Rabb olmanın gereğini öğrendik. Bu bilgi bizim sahte Rabbları, gerçek Rabbimiz Allah’dan ayırmanın yoludur. Velhasıl kâinatın sahibi olan Rabbimiz, sahibi olduğu varlık üzerinde dilediğini şekilde, dilediği kadar tasarruf yapması her şeyin Rabbi olmasının gereğidir ve yalnızca tek Rabb olmak O’nun hakkıdır. Varlık âleminde yaratılmış insan, yüce Rabbine kul olması ve yaşadığı süre içerisinde kulluğunun gereklerini yerine getirmesi için, aralarından seçtiği elçilere Rableri indirdiği vahiy ile hitap etmiş (konuşmuş) (42/52) ve kullarından neler yapmasını, neleri yapmamasını açık ve uygulamalı olarak elçiler vasıtası ile öğretmiş, bildirmiştir. Sıratı müstakim olan ve insan ile Rabbi arasında en kısa ve en doğru yol olan Kur’an’ı Kerim’in rehberliğinden uzak durup, şeytan ve şeytanların ayartmasıyla, insanların çoğu doğru yol rehberi Kur’an’ın dışındaki kaynaklara yönelmiş ve yöneltilmişlerdir. İnsanlar, Kur’an dışı kaynakların yazarlarına, önce Allah’ın seçkin (veli) kulları sıfatını vermişlerdir. Allah’ın bu seçkin kullarının Allah ve dini İslam adına yazdıkları ve söylediklerine Allah’ın yardım edip yazdırdığı propagandası ve reklamı yapılarak, bir de büyük âlim sıfatı giydirilince, Allah’dan başka Rabb edinilen hikmet ehli insanlar, her dönemde insanların gözdesi haline getirilmişlerdir. “Onlar hahamlarını ve rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesih’i Allah’dan başka rabler edindiler. Hâlbuki onlara, kendisinden başka ilah olmayan, tek bir ilaha kulluk etmeleri emredilmişti. Allah, onların koştukları ortaklardan uzaktır.”(9 Tevbe 31) Hatta, bu ayette görüldüğü gibi, Âlimler ve rahiplerin dışında bir de Allah’ın elçisi Meryem oğlu Mesih İsa’yı Rabbler edindiler. İsa (as)’ın ağzından Allah ve dini hakkında vahiy dışı sözleri uydurarak (5 Maide 116), hem kendilerini hem de Allah’ın elçilerini Rabb ilan ederek Allah’ın dini İslam’ı tahrif edip bozacak yolları ve kaynakları çoğalttılar. Peki, bu şeytanlar Allah’ın dinini bozabildiler mi? Hayır, çünkü dinin aslı kitabın, Allah’ın korumasıyla korunmuş olması nedeni ile dini bozamadılar. Ancak dinin mensuplarını bir takım yöntemlerle Allah’ın kitabından “anlayamazsınız, hata ederseniz dinden çıkarsınız, şu kadar ilim yapmalısınız” gibi sözlerle, insanları uzaklaştırarak bozdular ve cahilleştirdiler. Buna örnek verecek olursak Mezheb ulemasının Allah’ın açık hüküm verdiği veya hüküm vermediği başka bir konuda verdikleri hükümleri (içtihatları), araştırmadan mutlak doğru kabul etmek, hükmü vereni Rabb kabul etmek anlamına gelir. Mezhepçilik yapmak, ne olursa olsun yanlış doğru, ben falanca mezhebin mensubuyum, diğer mezheb içtihatları ile karşılaştırmadan bu mezhebin içtihatlarını kabul ediyorum demek o mezhebi Rabbleştirmek demektir. Kur’an’dan referans almayan hiçbir hüküm kabul edilmez. Mesela Kur’an’da zina suçunun cezası 100 sopa olarak belirlenmişken, zina eden taşlanarak öldürülür hükmünü vermek, hem Allah’ın hükmünü değiştirmiş ve hem de kendisini Rabb ilan etmiş ve bu hükmü kabul eden de hüküm vereni Rabb olarak kabul etmiştir. Kur’an’da namaz kılmayan için hiçbir cezai uygulayıcı hüküm yokken, Namaz kılmayan öldürülür diyen de, hapsedilir diyen de dinde hüküm koyma adına Rabblığını ilan etmiş, hükmü kabul eden de hüküm vereni rabb edinmiştir. Tevbe suresi 31’nci ayet, âlimlerin ve rahiplerin Rabblık konumunu bu şekilde anlatıyor. Allah’ın elçisi İsa (as) asla Allah’ın hükmünün karşısında hüküm vermemiştir. Rahipler İsa’nın adını kullanıp O’nun ağzından hükümler vererek İsa’nın verdiği veya emrettiği hüküm diye insanları uymaya çağırdıklarında, kutsal kitaplarından hükmün veya emrin doğruluğunu onaylamadıklarından, İsa adına söylenen yalandan dolayı İsa’yı Rabb edinmiş oldular. Kur’an konunun önemine binaen geçmiş peygamberlerin nasıl istismar edilerek Rabb konumuna getirildiğinin örneklerini verdiği halde, son Nebi Muhammed (as)’a da hüküm koyma yetkisi verdiklerini, hatta Kur’an’ın hükümlerini kaldırdığını (nesh ettiğini) iddia ederek peygamberimizi Rabb konumuna getirmişlerdir. 

Konunun önemini bilen içtihat sahibi mezheb imamları içtihatlarının sorumluluğunu bildikleri için, insanlara “Bize göre bu içtihadımızın doğrusu budur. Bir başkasına göre yanlış olabilir. Delilimizi araştırsın, daha doğru bir delil bulursa ona uysun” diyerek, kendini Rabb konumuna koymaktan bilinçli bir şekilde kurtarmış oluyorlar. Yani içtihatlarını mutlak doğru diye insanlara sunmuyorlar. Bunlara rağmen İslam âlimlerinin gayretleri sonucunda elde ettikleri içtihatları, Allah’ın dini içerisinde kabul edilmeleri ve sanki Allah’ın dininde eksiklik varmış, Allah’ın emri gibi anlamaları, bugün de gündemde olan, dinde düzeltme, yenilenme tartışmalarını ortaya çıkarmıştır. Hâlbuki Allah insanlar için indirdiği dinin hükümlerini ve dinin esaslarını yalnızca kendisinin belirlediğini, dininde hiçbir eksik bırakılmadığını “Bugün dininizi kemale erdirdim (hüküm ve uygulama olarak hiçbir eksiği yok), size olan bu nimetimi tamamladım ve mensubu olmanız gereken din olarak size İslam’ı seçtim (razı oldum).”(5 Maide 3) bildirdiği halde, insanların hüküm olarak verdikleri içtihatlar dinin değişmez hükmü imiş gibi kabul edilmesi Allah’ın Kitabı’na göre çelişkidir, aynı zamanda müdahaledir. Geçmişte yaşamış İslam âlimleri bu konunun sorumluluklarını çok iyi bildikleri için, Kur’an’da Rabbimizin insanlara bıraktığı, Kur’an’ın belirlediği temel hükümlerle çelişmeyen içtihatlarını İslam dinine sokmamışlar, içtihatların tamamına “FIKIH” (İnsanın bir problemini araştırıp, akletmesi sonucunda eldi ettiği sonuç) demişlerdir. Çünkü insan aklının ve anlayışının eseri olan fıkıh (içtihatlar) zamanla ihtiyaca, toplumlara göre değişebilen hükümlerdir ve keyfi değil, ihtiyaç varsa değişmelidir.

Allah’dan başka Rabb edinmeyen insanlar, Rablerinin kendilerine indirdiği kitabı Kur’an’da “Sen yalnızca onları Allah’ın dinine davet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların arzularına uyma ve onlara de ki; Allah’ın kitaptan indirdiklerine iman ettim ve aranızda adalet üzere karar vermekle emr olundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın sorumluluğu bize ait, sizin yaptıklarınızın sorumluluğu da size aittir. Bizimle sizin aranızda bundan (Kur’an’dan) başka hiçbir bağlayıcı delil yok. Allah aramızda olanları bir araya getirip hükmünü verecektir. Çünkü dönüş O’nadır.”(42 Şura 13) öğrettiği gibi, muhatablarına Allah’dan başka Rabb edinilemeyeceğini ilan etmeleri teslimiyetlerinin gereğidir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *