“İlginç dönemlerden geçtiğimiz” söylenebilir mi?

“İlginç dönemlerden geçtiğimiz” söylenebilir mi?

Bir ülke baştan sona deistleştirilirken hiç sesleri çıkmayan, Allah’ı sadece cenazelerde ve kandil gecelerinde hayatlarına girdirenlerin, bugün gelinen noktada gençliğin ateist ve deist olmalarından yakınmaları hiç etkileyici olmamaktadır.

‘İLGİNÇ DÖNEMLERDEN’ Mİ GEÇİYORUZ?

Mehmed Durmuş

‘Tuhaf zamanlardan’, ‘ilginç dönemlerden’ geçtiğimize dair yakınmalar sıklaşmış görünüyor. Bu yakınmacı söylemler ilk başta bizim mahalle insanının kulağına hoş geliyorsa da, zihinlerimizi tırmalayan, “hah, işte bu!” dedirtmeyen tespitler bunlar.

Bir köşe yazarı hanım ‘ilginç dönemlerden’ geçtiğimizi söylüyor. Bu yakınmaların odağındaki sorun kabataslak şöyle özetlenebilir: Ülkede şu anda din adına herhangi bir engelleme yok. Dün, FETÖ ne istemişse vermiş olan bir iktidar var Türkiye’de ve bugün de, o ‘mendebur örgüt’ haricinde kalan ‘dindar’ kesimlere kesenin ağzını açmış, ne istiyorlarsa vermekte ve hatta dindar kitlelerin rüyalarında bile göremedikleri şeyleri, başlarını döndürürcesine vermek için adeta yarış yapmaktadır. Sözünü ettiğim hanım yazarın köşe yazısında belirttiğine göre, ülkede 4 bin civarında İmam-Hatip okulu varmış. Kur’an kursları, Diyanet’in, önüne hiçbir engel çıkartılmadan, istediği her faaliyeti yapabilmesi, İlahiyat fakülteleri, din aromalı STK’ların bin bir türlü etkinlikleri v.d.

‘Başörtüsü’ ya da ‘türban’ denilen bir giyim ve kılık tarzı ile kamusal alanlarda ‘dindar kadınların’ gönüllerince fink atmalarını da ekleyebiliriz bu tabloya. Devletten aldığı maaşla yetinmemesi gerektiğini iyi kavramış olan, büyük kamusal ihalelerden kemal-i afiyetle ve Allah rızası için nemalandırılan dindar girişimcileri de bu listeye eklemekte yarar var.

‘Din adına’ yapılan bütün bu cömert atılımlara rağmen, yumurta tavuğundan beklenen performans misali, ülkenin çocuk ve gençleri, kendilerinden beklenen ‘dindar nesil’ semeresini vermiyorlar! Bu işte emeği geçenler gençlerin gözlerine bakıyorlar ama yumurtalar başka kümeslere gidiyor… Nasıl oluyor da gençler, deist ya da ateist oluyorlar?

Acaba dindar ailelerin çocukları neden deist ya da ateist oluyorlar?

Şu tespiti çok önemsiyorum: Dindar nesil yetiştiremeyenler de, dindar nesil yetişmemesinden şikâyetçi olanlar da, meseleyi nereden bakarak tespit ediyorlar? Bir başka deyişle fotoğrafı nereden çekiyorlar? Fotoğrafı kim için / kimin adına çekiyorlar? Acaba dindar nesil yetişmemesinden neden şikâyetçiler? Daha da önemlisi, acaba dindar nesil yetişmiyor derken, tam olarak neyi kastediyorlar?

İlginç dönemlerden geçtiğimiz söylenirken, mesela bundan on yıl, yirmi yıl, otuz veya daha fazla yıllar öncesinde acaba ilginç olmayan dönemlerden mi geçmiştik?

Dindar nesil tartışmaları yapanlar için 28 Şubat dönemi bir şekilde milat olarak alınmaktadır. Birçok mesele, 28 Şubat döneminde Müslümanların büyük acılar çektiği temel kabulüne göre temellendirilmektedir. Bu temellendirmeden sonra yapılacak meşrulaştırmaların ‘cuk’ diye oturması beklenmektedir.

28 Şubat darbe yıllarında dindar kesime sistemin şöyle bir nebze dişlerini gösterdiği doğrudur. Lakin mesele doğru tespit edilmeyince, doğru bir netice de çıkmamaktadır. Söz konusu dönemde ceremeyi bilhassa kadınlarımız, kızlarımız çekti. Aslında bu dönemi, Müslümanlar açısından iyi bir ‘imtihan’ (fitne/denenme) günleri olarak alıp, bakalım, iman ettiğimizi söylediğimiz değerlerimiz uğrunda kaç saniye dayanabiliyoruz, inancımızla deizm arasında kaç santimetrelik bir mesafe bulunmaktadır diye okumak da vardı. Bunun yerine, bu hafif yollu sarsıntı, kâfirlerden özür dilemeye, zulmü yapanlardan merhamet dilemeye, Avrupa Birliği’nin eşiklerine kadar yüz sürüp, en büyük zalimlerden hak talep etme sefaletine kadar gitti iş. Sistemin dindar kadınlara/kızlara yaptığı baskı aynı kesime, başkalarının eline düşmemesi için sisteme daha çok bağlılık azmi olarak geri döndü. İlk fırsatta da (3 Kasım 2002) dindar kesim, sisteme karşı eteklerinde biriktirdiği taşların bütününü döktü. Meğer dindarlar sisteme karşı değillermiş -ki kesin olarak öyleydi-, sadece sistemi ‘kötü idare eden’ ‘kötü amcalar’a karşılarmış. Kötü amcalar gitmiş, iyi amcalar gelmişti. Dindarlar şer güçleri püskürtmüşlerdi!…

28 Şubat’ın ‘mağdurları’ artık bütün birikim, enerji ve iştiyaklarıyla sistemin en güzide mekânlarına kurulmaya başladılar.

Sistemin yeni işleticileri ise, mağdur olmuş dindar seçmen kitlesinin rencide olmuş onurlarını tamir, zedelenmiş itibarlarını iade için düzinelerce tedbirler tasarladılar. Bunlardan biri de karşılarına çıkan her okul tabelasına bir ‘İmam-Hatip’ damgasını yapıştırmak oldu. İmam-Hatip okullarının sayısı artırılacak ve dindar nesil yetiştirilecekti.

Oysa bu, geçmişin kabaca tekrarından ibaret bir tasarıdır. Geçmişte İmam-Hatip okullarından, diğer okullara nispeten daha az suç işleyen, vatan-millet-bayrak gibi ulusal değerlere daha fazla tutunan bir nesil yetişmişti. Fakat bu okulların geçmişte de, günümüzde de doğru bir tahlili yapılmamıştır. Anadolu’nun köylerinden toplanan, gözü açılmamış, teknolojinin henüz toplumu kuşatmadığı günlerde gençleri İmam-Hatip okullarında ‘utangaç dindarlar’ olarak mezun etmek kolay oluyordu. Oysa bu okulların aynı zamanda, Türkiye’de İslamlaşmanın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu, ancak çok az sayıdaki insan kavrayabilmiştir. İmam-Hatip okulları ya Milli Görüş’ün arka bahçesi olmuş, ya ‘milliyetçi-mukaddesatçı’ partilerin oy deposu olmuş veya FETÖ’yü de üreten Nurculuk gibi ‘ehli kitap’ fırkalara şakirt tedarik eden devşirme kampları olmuştur. İmam-Hatip okullarından devşirilemeyen, sadece Kur’an Müslümanı olmuştur. Bu okullar Kur’an İslamı’nın önünde en büyük engel olmaya devam etmektedirler.

AKP Hükümeti çok basit bir hesap yapmıştır: 28 Şubat sürecinde İmam-Hatip okullarının önü, kumar uğrunda burnunu da kırdıran başbakanlar istihdam edilerek, kesilmiştir. Öyleyse bugün bu okulları yeniden açar, iktidarın bütün nimetlerini de bu uğurda seferber edersek, istediğimiz ‘dindar nesil’i yetiştirebiliriz!

Bu hesap tutmadı, tutamazdı. Çünkü daha işin başında, ‘dindar nesil’ ismi yanlış bir adlandırmadır. Dindar nesil, sosyolojik bir etikettir ve asla ‘müslüman nesil’ anlamına gelmemektedir. Meselenin can alıcı noktası şudur: İslam olmayan vasıtalarla, İslam olmayan iktidarlar ve İslam olmayan ‘iktidar nimetleri’ ile, İslam olmayan siyaset, düşünce, hedef ve amaçlarla, İslam olmayan bir eğitim sistemi, İslam olmayan bir öğretmen kadrosu, İslam olmayan bir mevzuat ile asla ve asla bir İslam nesli yetişmez, yetiştirilemez.

Ama haksızlık etmeyelim; bu yukarıdaki araç, yol ve imkânlarla ‘dindar nesil’ yetiştirilebilir. Ve işte yetiştirilmiştir de! Şu anda ‘dindar nesil’ yetişmiş bulunmaktadır. Baksanıza, kızcağızın başında bir bez parçası var, yani başı örtülü! Kulağı küpeli erkek arkadaşı ile cafede, ‘Orhan Pamuk masası’na oturmuş, eğleniyor, vakit geçiriyorlar; on liraya kahve, beş liraya çay içiyorlar. Yani ‘dindar gençlerin’ de tıpkı dindar olmayan(!) arkadaşları ile bu tür sosyal mekânlarda yer alabileceklerini ispatlamaktadırlar. Daha ne yapsınlar yani! Herhalde cafeyi bir Kur’an kursuna çevirmesini beklemez kimse!

Bu ‘dindar’ kızın, “tamam başı örtülü ama ya bedeninin geri kalan kısmı?” diye sormazsınız sanırım, çünkü artık bedeninin geri kalan kısmına gelince, orayla ilgili yapılacak şey de, Müslüman erkeklerin gözleriyle alakalı bir şeydir. Yani biraz da erkekler yumsunlar gözlerini…

Bu yazıda şunu anlatmaya çalışıyorum: Şu anda evet bu toplum, ucube bir nesil yetiştirmiş bulunuyor. Ama bu yeni ürünü bu toplum elbirliğiyle yetiştirdi. Hacısından hocasına, diyanetinden Milli Eğitimine, partilerinden seçmenine, esnafından akademisyenine, liberalinden dindarına hemen herkesin bu yeni neslin üretiminde bir katkısı vardır. ‘Üretim’ kelimesini de bilhassa kullanıyorum. Çünkü bu yeni nesil endüstriyel bir zihin yapısıyla üretildi. Bu yeni nesli üreten anne ve babalar çocuk ‘yaptılar’, doğurmadılar. Anne-babalar (şirket ortakları) ‘çocuk yapma’ tabirini kullanırken hayıflanmayanlar, şimdilerde o ‘yapılan’ (yapma/yapay) çocukların deist olmalarından kaygı duyuyorlar.

Bu yeni dindar nesil İslam edep ve terbiyesinin, İslam eğitim felsefesinin tamamen uzağında yetiştirildi. Bunların ebeveynleri güya baskı görmüşlerdi de, kendi çocuklarını özgür yetiştireceklerdi. Öyle oldu, özgür yetiştirdiler. Çocuklarımız adeta Hindistan’ın kutsal inekleri misali, bütün büyüklerden tanrısal bir taltif gördüler. Tanrının önünde eğilmek gibi rüku ve secde edildi onlara.

‘Milli Eğitim’in hiçbir aşamasında bir İslamî terbiye ile muhatap olmayan genç nesillerin, müslümanca bir nesil olmasını kim beklerse, onlara zulüm yapmış olur. Bir kimsenin, ekmediği şeyi hasat etmeyi umması da herhalde zulüm olur. Teknolojinin kendilerine tanrısal bir meta gibi sunulduğu, çok para kazanmanın, çok pahalı arabalara binmenin, çok lüks evlerde oturmanın, alın teri ile kazanmadığı paraları tüketmenin, plajlarda anadan üryan bedenlerini teşhir etmenin bugünün en yüce değerleri olarak alabildiğine pompalandığı bir nesilden kim daha fazla bir şey bekliyorsa, bilsin ki, o ne dediğini bilmemektedir. Bu çağdaş değerleri yüceltenler sanılmasın ki, ateistlerdir; öncelikle ‘muhafazakâr’ olarak da adlandırılan dindarlardır. Dolayısıyla böylesine muhafazakâr toplumdan, öylesine deist nesillerin peyda olması kaçınılmazdır.

Şu anda ateist ya da deist gençlerle, dindar görünen gençlerin zihin yapıları, değer yargıları, dünya ve ahirete bakışları, haram-helal anlayışları, iffet, namus ve edep gibi terimlerden anladıkları (ya da anlamadıkları) arasında neredeyse bir fark bulunmamaktadır.

Deizm, kâinatı yaratan bir Tanrı’nın varlığını lütfen ve teberrüken kabul etmek ama aynı Tanrı’yı hayata müdahil kılmamaktır. Bu anlamıyla deizmin ateizmden fazla bir farkı yoktur. İşin doğrusu bugünün baskın anlayışını oluşturan ve ‘muhafazakarlık’ olarak adlandırılan düşünce ve yaşam biçiminin de deizmden pek bir farkı yoktur. Çünkü muhafazakarlar da Allah’ı hayata karıştırmamakta, Allah varmış gibi inanılıp, yokmuş gibi yaşanmaktadır.

Bir ülke baştan sona deistleştirilirken hiç sesleri çıkmayan, Allah’ı sadece cenazelerde ve kandil gecelerinde hayatlarına girdirenlerin, bugün gelinen noktada gençliğin ateist ve deist olmalarından yakınmaları hiç etkileyici olmamaktadır.

Bir de, deist, ateist, teist, fideist, püriten gibi kelimeler yerine mümin ya da kâfir gibi kelimeleri kullanırsak daha netleşmiş olacağız.

(Venhar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Yener
    12 Nisan 2018, 20:32

    Allah razi olsun
    Mehmet abi
    Buz daginin gorunmeyen kismini da
    Guzel izah etmisiniz

    REPLY