İslam düşmanlığı, Alman emniyetinde geçen yıldan beri ayrı bir suç başlığı olarak kayıt altına alınıyor. Resmi rakamlara göre Almanya’da 2017’de camileri hedef alan 49 saldırı düzenlendi.
Almanya İçişleri Bakanlığı, İslam düşmanlığını Ocak 2017’den beri siyasi motifli nefret suçları arasında ayrı bir kategori olarak görüyor. Bu kararın alınmasının başlıca nedeni ise Almanya’da 2015 yılının ortasından 2016 yılının ortasına kadar camileri hedef alan kayıtlı 73 saldırı gerçekleşmesiydi. Bu saldırıların ardından 2016 yılının sonunda Alman İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Almanya’da İslam karşıtı suçların artıp artmadığını tam olarak öğrenmek istediklerini açıklamıştı.
Deutsche Welle’den Jan D. Walter ve Astrid Prange’ın hazırladığı habere göre, son birkaç yıl içinde Suriyeli, Iraklı, Orta Asyalı ve Kuzey Afrikalı iç savaş mültecilerinin kitlesel göçü, İslam karşıtı PEGIDA (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatanperver Avrupalılar) hareketinin doğmasına ve popülerleşmesine, sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselmesine ve Alman toplumunun geniş bir kesiminde İslam karşıtı görüşlerin körüklenmesine neden oldu.
Alman İçişleri Bakanlığı’nın nefret suçlarıyla ilgili son rakamları ise Mayıs ayında açıklanması bekleniyordu. Ancak geçen hafta Alman basınında, Sol Partili milletvekili Ulla Jelpke’nin federal hükümete verdiği soru önergesinde yer alan rakamlara ilişkin haberler çıktı. Buna göre 2017 yılında şu ana kadar camileri hedef alan 49 saldırı düzenlenirken, toplamda İslam düşmanı motifli 950 suç işlendi. Bu olaylar, 33 kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.
Veri toplamanın zorluğu
Aşağı Saksonya Kriminoloji Araştırmaları Enstitüsü’nün eski direktörü Christian Pfeiffer de bu kapsamda en güvenilir verilerin en erken 2019 ya da 2020 yılından itibaren hazır olabileceğini söylüyor. İslam düşmanlığı kategorisinin eklenmesinin önemli bir adım olduğunun aşikar olduğunu söyleyen Pfeiffer, bu şekilde İslam düşmanı suçlarla gelecekte daha iyi mücadele edilebileceğine dikkat çekiyor.
Berlin’de bulunan ve ırkçılık mağdurlarına hizmet veren bir danışmanlık merkezi olan “ReachOut” da nefret suçlarını derleme sürecindeki zorlukların bilincinde. Kurumda proje yöneticisi olarak görev yapan Sabine Seyb, DW’ye yaptığı açıklamada “Ağımızda 2015 yılından bu yana ırkçı motifli saldırıları kayıt altına alıyoruz ve bir vakayı belirli bir kafa yapısına dayandırmanın ne kadar zor olduğunun farkına varıyoruz” diyor.
Seyb, potansiyel kurbanların korunması amacıyla belirli önlemlerin alınabilmesi için, somut kriterler dikkate alınarak detaylı bir derleme yapılması gerektiği görüşünde.
Türk camilerine saldırılar
Güncel vakalarla ilgili sürdürülen soruşturmalar, Seyb’in kastettiği noktayı anlaşılır kılıyor: 9 ve 12 Mart arasında beş Alman şehrinde camilere, bir Türk kültür merkezine ve bir Türk-Alman dostluk derneğine saldırılar düzenlendi. Bazı faillerin PKK’yla bağlantılı olduğuna dair göstergeler mevcut. Bu çerçevede saldırıların motifi elbette İslam düşmanlığı olmuyor, Türkiye’nin Afrin’de sürdürdüğü askeri harekatı protesto oluyor. Buna ilişkin kriminolog Pfeiffer, “Türkiye’deki iç politika durumu göz önüne alındığında, bu tamamıyla şaşırtıcı olmaz” diyor.
Diğer yandan da göçmenleri, yabancıları ve tesislerini hedef alan saldırıların faillerinin aşırı sağcı grupların üyeleri olabilecekleri şüphesi belirginleşiyor. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, nefret suçu vakalarının yüzde 90’ı “sağ” motifli. Siyasi motifli ve şiddet içerikli suçların yüzde 85’inin de aşırı sağcılar tarafından düzenlendiği biliniyor.
İşbirliği vurgusu
Yaşanan son olaylar, camiler ve farklı yönelimlere sahip cami derneklerinin tehlike altında olduğunu gösteriyor. Pfeiffer, vakaların net bir istatistiki derlemesinin hangi camilere kimlerin tehdit oluşturduğunu anlama noktasında katkı sağlayabileceği görüşünde.
Bu tür vakaları önlemek için genel bir formülün mevcut olmadığını belirten Pfeiffer, tesislerin video gözetimine alınmasının elbette atılacak ilk adım olabileceğini söylüyor. Saldırıları önleme noktasında maksimum başarıya ulaşmanın yoluysa Pfeiffer’e göre cami dernekleri ve yerel devlet kurumları arasında karşılıklı güven esasına dayalı işbirliğinden geçiyor.
Pfeiffer, “Temsilciler çoğunlukla kendileri için kimin potansiyel bir tehdit oluşturduğunu bizzat biliyor. Yerel makamlarla işbirliği içerisinde spesifik tehlike durumunu analiz ederek duruma uygun güvenlik konseptleri geliştirebilirler” diyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *