“Safını demokratik kültürden yana belirleyenler için iyi bir atış noktasıdır ‘İslam Devleti’ mefhumu”

“Safını demokratik kültürden yana belirleyenler için iyi bir atış noktasıdır ‘İslam Devleti’ mefhumu”

Acaba, İslam devletini değil de, ‘leviathan’ terimine birebir denk düşen çağdaş demokratik devletin tam bir totaliterizm olduğunu söyleyecek bir babayiğit var mıdır, muhafazakar demokratlar arasında?

İSLAM DEVLETİ: TOTALİTERLİK, FAŞİZM, BİLMEM NE BELA!

Mehmed Durmuş

Safını demokratik kültürden yana belirleyenler için iyi bir atış noktasıdır ‘İslam Devleti’ mefhumu. Bunun son örneklerinden biri de, iktidar partisinin bir numaralı gazetesinin sâbık yönetmeni, şimdi ‘Karar’lı gazeteci Mehmet Ocaktan. Ocaktan, İslam Devleti’nin iç yüzünü gözler önüne serdi!… (Karar Gazetesi, 8 Ocak 2018).

28 Şubat süreci denilen fırtınalı günlerde bir yerlerden ‘süfle’ edilenler derhal durumdan vaziyet çıkarıyor ve İslam’ın tesettür gibi, namaz gibi mukaddeslerine doludizgin küfrediyorlardı. Salyaların bini bir para idi. En büyük hedef ise, ‘İslam Devleti’ idi. İslam devlet önenir miydi? İslam’ın bir devlet modeli var mıydı? Kur’an’da devlet kelimesi geçiyor muydu? Hz. Peygamber siyasetle ilgilenmiş miydi? V.s. v.s.

28 Şubatın o cafcaflı günleri geçeli çok oldu. Şimdi devran değişti. Artık ‘halife’ / ‘halifelik’ sözcüklerinin dillerde dolaştığı, muhafazakâr demokrasi iktidarının altın günlerini yaşadığı bu demde yine ‘İslam Devleti’ne dil uzatılması, biraz manidar doğrusu.

Gazeteci Mehmet Ocaktan öncelikle, bir ‘özel hayat’ putu yontuyor eliyle ve adeta putu elinde, sanki bir sokak gösterisi yapar gibi nümayişte bulunuyor: “Kabul etmek gerekiyor ki, insanların özel hayatlarına müdahale hakkı veren bir devlet, kelimenin tam anlamıyla totaliter bir devlettir.” Yazar bu nümayişini, Mevdudi ve Seyyid Kutub merhumların isimlerini anarak kuruyor. Taşı öyle bir gediğine yerleştiriyor ki, Mevdudi-Seyyid Kutub ile İslam devleti arasındaki alakayı bilenler, totaliter denilen canavardan olmamak için, herhalde bir daha ağızlarına bile alamazlar bu isimleri! Dikkat edilirse, Mevdudi ve Kutub ‘İslam Devleti’ denilen bu totaliter, yani çok berbat nesneyi hem de “Din üzerinden” savunmuşlar! Demek ki Dini bu totaliter canavara alet etmişler! Bak sen şunların işlediği cürüme! Ve ‘İslam Devleti’ denilen bu habis nesne, “gerekirse insanların özel hayatlarına müdahale hakkı” tanımaktaymış!

Ocaktan, Sudan’lı siyaset bilimci-yazar Abdulvahhap el Efendi’yi imdadına çağırıyor, İslam Devleti’ni biraz da ona dövdürüyor aklınca… el Efendi’nin, ‘Who Needs an İslamic State?’ (Bir İslam Devleti’ni Kim İhtiyaç Duymaktadır?) başlıklı kitabı İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve İlke yayınlarınca 1994 yılında ‘Nasıl Bir Devlet’ başlığı ile yayınlanmıştı. Meğer “Modern ulus-devlet gerçeğinin ve bu devletin içinde yeşerdiği uluslar arası sistemin İslamî ideallere bütünüyle düşman olmayışı bir şanstır.” diyen Efendi amcaya göre ‘İslam Devleti’ ideali “Batı tipi otoriter yönetime taraftar, hatta totaliter ve biraz da faşist ulus-devlet tipine İslam ideolojisinin giydirilmiş hali”ymiş. Acaba cümle, “deli gömleğidir” diye mi bitirilecekti?

Ocaktan’a göre, ideolojik İslam anlayışı hemen her dönemde zorbalık ve despotizm örtüsüne bürünmüşmüş… Bunu da tarihsel tecrübeler göstermekteymişmiş… “Bu ideolojik modeli bir ulus devlet çerçevesine yerleştirip, merkezine de ilahi vasıflara sahip şeriatı eklediğinizde ortaya totaliter bir ‘İslam devleti’ modeli çıkacaktır.”mış… Daha da “açıkça ifade etmek gerekirse”ymiş, “halkı İslam’a göre yaşamaya zorlama hakkına sahip bir ‘İslam devleti’ modeli olamaz.”mış.

Ocaktan burada ya kurnazca, açık bir manipülasyon yapmakta, yahut da müktesebatı ancak bu kadarına yetmektedir. Manipülasyon oluşunu şöyle izah edebiliriz: Rasulullah ve onu takip eden dört halife döneminde şahit olduğumuz siyasal durum bir ‘İslam Devleti’ idi ve Allah Rasulü bu devletin başı olarak, insanları İslam’a göre yaşamaya zorlamadı. İslam Devleti’nin mi, yoksa batılı devletlerin mi totaliter olduğunu, tarihi belgeleriyle ortaya koyacak yürek ister. Ocaktan’ın, İslam devletinin totaliter olduğu hezeyanını atıf yaptığı el Efendi, gönlünü batılı sistemlere kaptırmış. Şöyle diyor: “Batı siyasi sistemlerinin ahlakî temeli hususunda ne düşünülürse düşünülsün, bu sistemler İslam dünyasındaki çoğu siyasi sistemden çok daha üstündür. Hatta bu sistemler, Raşid Hilafet ve daha sonraki yıllarda buna benzer devirler hariç bırakılırsa, İslam tarihindeki yönetimlerden daha da iyiydiler.” Ocaktan da el Efendi’ye (dolayısıyla Efendi’nin de gönlünü kaptırdıklarına) gönlünü kaptırmış.

Burada asıl manipülasyon, daha doğrusu art niyet, “halkı İslam’ı yaşamaya zorlamak” söylemi üzerine bina edilerek yapılmaktadır. Bu sözünü ettiğimiz söylem kaide yapılıyor, totaliterlik putu onun üzerine yerleştiriliyor. Halkı İslam’ı yaşamaya zorlamak ne demektir? Nasıl bir siyasal yönetim biçimi, halkı İslamî yaşama zorlamak olur? Halkı İslam’ı yaşamaya zorluyor olmamak için neler yapmak gerekir? Halkı İslam’ı yaşamaya zorlamak bu kadar lanetli iken, mesela halk demokratik yaşam biçimine zorlanırsa, bu masum/günahsız ve zararsız mı olmaktadır? Mesela Müslüman-kâfir ayrımı yapmadan, A’dan Z’ye bütün çalışanların, emeklilerin aylık gelirleri mutlaka bankadan ödenmesi, faizi en büyük haramlardan biri olarak bilen bir Müslüman için bir zorlama mıdır, değil midir? Hacca giden insanların hac paralarını, hem de Diyanet gibi, faizin haram olduğunu söylemesi beklenen(!) bir kuruma bankaya yatırtmak, acaba halkı bir haram cumhuriyetine zorlamak sayılabilir mi? Milyonlarca çocuğu okullarda, dini sadece bir aksesuara indiren, tamamen seküler/dindışı bir eğitime tabi tutmak acaba totaliter sözcüğünün ne yanına düşer?

Acaba, İslam devletini değil de, ‘leviathan’ terimine birebir denk düşen çağdaş demokratik devletin tam bir totaliterizm olduğunu söyleyecek bir babayiğit var mıdır, muhafazakar demokratlar arasında?

M. Ocaktan, özgürlük kavramına şüpheyle bakılmasını yadırgamaktadır. Şuna inanmaktayım ki, İslam’ı hakiki anlamda kavramayan, İslam’ın suyunun suyunun suyu bir illüzyonla tatmin olup, kendisini kandıran insanlardan, özgürlük kavramını gerçek anlamda kavraması beklenemez. Bu insanlar tevhide tamamen yüzeysel olarak ‘evet’ demekteler, tevhidin zıddı olan şirk kültürüne ise asla ‘hayır’ diyememektedirler. Şirke de ‘evet’ demektedirler. Oysa “lâ ilahe illallah”ın başladığı yerde özgürlük felsefesi biter; çünkü orada artık bir teslimiyet başlamıştır. Teslimiyet kulluğu gerekli kılmıştır. Allah ve Rasulü bir işe hükmettiği zaman, mümin erkek ve mümin kadınların kendi hevâ ü heveslerine (demokrasi ve kardeşleri) göre başka bir seçim yapma haklarının olamayacağını emreden bir Din’le bir mukavele imzalanmıştır çünkü. Dolayısıyla tevhid-şirk ayrımı, ihtiva ettiği en keskin farkı ortaya koyarcasına müzakere edilmeden, oturup birileriyle özgürlük terimini tartışmanın bir hikmeti olmasa gerektir.

Bir kimse İslam’a gerçekten iman etmişse, şu basit hakikati bilir: İslam’ı baskıyla yaşatmaktan ne Allah bahis açıyor, ne Rasulullah, ne diğer rasullerden biri, ne Kur’an, ne de insanların itibar ettikleri ‘âlim’ ismine layık herhangi bir kimse… İslam, öyle zorla yaşatılmaya ihtiyaç duyan bir din değildir. Zira İslam’ın bizatihi kendisi zaten hakikattir, haktır, hakkın kendisidir ve sadece İslam haktır. (Bu da totaliter bir cümledir, biliyorum. Şöyle demem gerekiyordu: Ee, İslam da diğer pek çok hakikat gibi, hakikatlerden biridir!)

İslam’ın değil, İslam dışında ne kadar cahiliye ideolojisi varsa, onların zorla yaşatılmaya ihtiyacı vardır. Bunu, kendisini İslam’a nisbet eden her gazeteci-yazarın bilmesi gerekir.

İran’da veya başka bir ülkede İslam adına yanlış siyasetler, yanlış hukuki düzenlemeler yapılıyor olabilir. Bunun izahı, baltamızı bileyip, İslam devleti mefhumuna, yani Müslümanların öz değerlerine saldırmak değil, ilgili özel ve tüzel kişilere hakkı tavsiye etmek, marufu emretmek, münkerden nehyetmektir.

M. Ocaktan, Kur’an’ın tarifiyle devletin, zulmü engellemeyi ve adaleti hakim kılmayı esas alan bir aygıt olduğunu belirtmektedir. Eğer Kur’an bunu emrediyorsa, o zaman demek ki Devlet diye bir şey varmış. Devlet diye bir şey varsa, bu da Müslümanların kurduğu bir devletse, o devletin adı da herhalde İslam devleti olmalıdır. Ama İslam kelimesinden utanan biri varsa, tabi ki adına ‘adalet devleti’ diyebilir, ‘ortak iyinin iktidarı’ diyebilir ya da ‘demokratik devlet’ v.b. diyebilir. Sadece İslam Devleti dememek için…

Adalet, ancak İslam’ın adalet dediğidir. Adalet bir İslam kavramıdır. Adaleti sadece Allah tayin eder. Allah’ın dışında adalet normları belirleyenler adalet değil, zulüm işlemiş olurlar. Mesela Allah, haksız yere cana kıyan kimselerin kısas yoluyla öldürülmelerini emretmekte iken, bu kişilerin öldürülmeyip, bilmem kaç kere müebbet ve ağırlaştırılmış şu kadar yıl cezalar takdir edenler, hem Allah’a meydan okumaktalar, hem de yeryüzünde fitne-fesat çıkarmaya devam etmektedirler. Ve işte, katilin kısas yoluyla öldürülmesini önermek totaliterlik, hapis cezası maskaralığı önerenler ise modernlik/demokratlık/sevecenlik olmaktadır.

Son olarak şu hususa değinmek isterim: Günümüzde biz Müslümanların, Allah’ın emirlerine muvafık tarzda bir İslam Devleti kurabilecekleri, hiç kimseye inandırıcı gelmemektedir. Neden? Çünkü biz Müslümanlar asırlar oldu ki, İslam’dan saptık, Kur’an’ı arkamıza attık, Allah Rasulünü kandil müraîliği dışında hayatımıza bastırmıyoruz bile. Bunu öncelikle kabul etmemiz gerekir. Bu şartlarda tabi ki kurulacak bir İslam Devleti’nden bahsedilemez. Fakat ben iman ediyorum ki, biz müminler, o ilk Kur’an neslinin imanı, azim ve kararlılığı, cevvaliyeti ayarında yeniden iman eder, Kur’an’a dönüş yaparsak, Allah bize hem İslam Devletini nasip edecek, hem de dünyaya adaletin örnekleri olmak nimetini bahşedecektir. Bu imkânsız değildir, mümkinattandır. Buna böyle iman etmek her müminin görevidir. İman bunu da ihtiva etmektedir. Buna iman etmeyen bir insan, inandım deyip de, boş yere ortalıkta kalabalık yapmamalıdır. Bir mümin, şu anda bir İslam Devleti yok diye sevinemez, bunun üzerinden Müslümanlara parmak sallayamaz. Olsa olsa bundan üzüntüye kapılır ve şahsına düşen payı da bizzat kendisi üstlenerek, derin derin düşünür. Bunun için Rabbi ona neyi emrediyorsa, onları yapmaya koyulur. Beş para etmez şirk sistemlerini, kâfir ideolojileri yüceltmez, şeytanın avukatlığını yapmaz. Hiçbir Müslüman Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer dönemine tekabül eden ilk dönem Müslümanlığını “fazlasıyla ütopik” bulamaz. O günkü Müslümanlığı “fazlasıyla ütopik” bulmak, kanaatimce, kişinin İslam’la bağını kesen bir sözdür. Şeytandan ve bu düşünceden Allah’a sığınmak gerekir. O dönemdeki uygulamalar “bir şehir devletinin şartları içinde değerlendirilmeli” imiş. Peki, Allah Teâlâ bizlere, “geniş imparatorluk coğrafyalarında ve modern dönemlerin karmaşık devlet yapılarında” aynı o ilk dönemdekine uygun bir uygulamanın çıkmasının mümkün olmadığı bir Dini mi gönderdi? Bu nasıl bir İslam anlayışıdır?

İslam asla devletsiz olamaz. İslam Devleti’ni istemek, bu uğurda çalışmak bir müminin en büyük görevidir. İslam Devleti’ni hedef olarak görmemek olsa olsa bir nifak alametidir.

medurmus@yahoo.com

(Venhar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment