“Öteki” derken Empati kurmak

“Öteki” derken Empati kurmak

Bakın dostlar! Empati diye bir şey var. Öğrettiler ve sonrasında tavsiye edip durdular bize yıllarca. Ama ne öğretip tavsiye edenler ne de bizler hakkını veremedik bir türlü. Bunu niye söylüyorum? Herkesin malumu, Kur’an, Amine’den doğma, Abdullah oğlu Muhammed’e yaklaşık yirmi üç yıl gibi bir sürede tedricen vahyedildi. İlk neslin bireysel ve toplumsal aklını o süre

Bakın dostlar!
Empati diye bir şey var.
Öğrettiler ve sonrasında tavsiye edip durdular bize yıllarca.
Ama ne öğretip tavsiye edenler ne de bizler hakkını veremedik bir türlü.

Bunu niye söylüyorum?
Herkesin malumu, Kur’an, Amine’den doğma, Abdullah oğlu Muhammed’e yaklaşık yirmi üç yıl gibi bir sürede tedricen vahyedildi.
İlk neslin bireysel ve toplumsal aklını o süre içinde inşa etti.
Yani Kur’an yani Mushaf, gökten öylecene zembille inmedi veya kitapçılardan hediyesi şu kadardır diye satın alınabilecek bir şekilde insanlara takdim edilmedi.
Peyderpey, içire içire, sindire sindire, gerektiğinde kafaya vura vura, sırası geldiğinde, sebepler oluştuğunda, ihtiyaca binaen ders vere vere seslendi insanoğluna.
Anlayan anladı iman etti, anlamayan anlamadı inkâr etti ama bu iş hep böyle oldu.

Hal böyleyken yani geçmişin insan aklını, zikrettiğimiz süre içinde olgunlaştıran Allah’ın ve vahyinin uygulaması ortada iken, şimdinin insanının eline tutuşturulan Mushaf’ın, her Müslüman tarafından aynı derecede nasıl bir anda, nasıl şıpın işi anlaşılmasını bekliyor ve istiyoruz ki biz? Ve farklılıkların kaçınılmaz olduğu gerçeği bilinip durulurken ve sanki geçmişte üretilenler yetmezmiş gibi durduk yerde niye sosyal, niye siyasal, niye uhrevi anlamda “öteki” ler icat ediyoruz ki biz?
Üstelik İslam düşüncesindendir diye bilinenlerin bin dört yüz yıllık türlü zaaflarla şekillendiği bize yabancı değilken ne hakkımız var buna?
Keza o zaaflardan mülhem gelişen “öteki” kavramının, tarih içinde bir dolu sıkıntılara yol açtığı bilgisi kitaplarda sayfalar dolusu yazılmışken.

İşte bu yüzden empati, hem geçmişi hem de bugünü, bugünün insanını anlamak için.
İşte bu yüzden empati, bugün her ağzını açanın, kendisine rağmen düşünce ortaya koymaya çalışanlara “öteki” ne dair etiketleri yapıştırmasına vahiy bağlamında yetkili kılınmadığına; asıl vazifemizin ne biliyorsak, neye sahipsek hırgür çıkarmadan paylaşmaktan başka bir şey olmadığına dikkat çekmek için.

Kabul edelim artık, bizden evvelkilerin yaşadığı anlama sürecini bugünün insanına vermekten imtina ediyor, sanki şimdiye kadar yaşadığımız düşünsel maceramızın nasıllığını unutmuşçasına herkesin mutlak anlamda bizim gibi bilmesini, anlamasını ve yaşamasını istiyoruz.
Ve ne yazık ki üstesinden gelmesi zor usullere yani Kur’an’ı anlamanın anlamına dair ortaya çıkmış bir dolu farklı disiplinlere muhatap olan insanlardan, İslam düşüncesi adına tek ses çıkmasını beklemek gibi bir zaafın içindeyiz.

Oysaki bu beklenti eşyanın tabiatını zorlamaktan başka bir şey değildir.
Ana babamızın, eşlerimiz ve çocuklarımızın, konu komşumuzun, hısım akrabamız, dostumuz, arkadaşlarımızın hangi birisinin siyak/sibak, muhkem/müteşabih, tarihselcilik, modernizm, modernite, görecelik, huruf-u mukatta ve daha bir dolu meselelerden haberleri var?
Özel gayrette bulunmayan hangi insan o tür kavramsallaştırmalar ve disiplinlere vakıf olmuştur ama Müslümanlardırlar değil mi?
En yakınlarımız dahil hangi birimiz doğrudan o disiplinlere özgü ders alarak, doğrudan Kur’an ve hadis okuyarak Müslüman olduk ki? Hadi, onu bunu yaftalayanlar, örneğin tarihselci, modernist vs. diye neredeyse tamuya gönderenler, sıkıysa koyunlarında yatan eşlerini, çocuklarını, ana babalarını vs. kategorize etsinler de bir görelim!
Hiç namaz kılmamış, hiç oruç tutmamış, olayları, rejimi siyasi anlamda kendileri gibi değerlendirmeyen en yakınlarının cenaze namazlarını kılmayıp dua etmesinler kolaysa?
Kastımız iman etmenin nasıllığını tartışmak değil elbette, bilakis vahyi ve tabii ki hayatı tanımlamaya dair her türlü bilgiye eşit derecede ulaşma ve anlamanın imkansızlığını ortaya koymaya çalışmaktır; tabii ki başkaları adına da empati kurarak.

Usulden bahsettiğimize göre, siz hangisini tercih edersiniz? Tefsir mi, hadis mi, fıkıh mı, itikat mı? Hangi ameli ve itikadi mezheplere, hangi öğretilere tabi olmak istersiniz?
Eşari mi, Maturidi mi; Şii, Sünni ve onların alt kollarından birine mi?
Tasavvuf ve dahi felsefeye ne dersiniz?
Hatta siyaset bilim, hukuk, sosyoloji, antropoloji, astroloji ve kimya, simya, tababet, riyaziye vs. gibi daha neler nelere!
Birilerinin kitaplarında dile getirdiklerine, sağda solda sufle ettiklerine, gazete köşelerinde yazdıklarına bakarsak böyle!
Sahi ilk nesil, saydıklarımızın hangisine muhataptı?
Onlar bu kabullerle mi Müslümanlıklarını deklare ettiler?

Saçma değil mi bütün bu sorular?
Madem öyle biraz daha açalım: Hz. Muhammed’in etrafındaki insanların çoğu okuma yazma anlamında ümmiydi; ne iman etmeleri tıpkıbasımdı ne de imanlarını eyleme sokmaları birbirleriyle birebir örtüşüyordu, çoklarında cehalet diz boyuydu ki rivayetlerden çıkan sonuç bu, isteyen bir daha baksın Siyer’e, Siret’e ve diğerlerine.
Ama tüm bu farklıklarına rağmen Hz. Muhammed’in etrafındaydılar, düşe kalka onunla birlikte mücadele ettiler ve zaten Hz. Resul farklılıkların üzerine gitmeden etrafındakileri vahyin ışığında kuşatmış, incitmeden, ürkütmeden yanında tutmuştu ki aksine davranmaya görsün, vahiy yoluyla zılgıt yemesi işten bile değildi.
Yani İslam Peygamberi Muhammed, geçmişlerinde türlü hatalar işlemiş, kendi cinslerinin canına kıymış, zalimlik yapmış fakat sonrasında pişman olup iman etmiş insanların suçlarını hiçbir şekilde yüzlerine vurmamış, her daim müşfik, her daim kuşatıcı olmuştu.

Onun için “öteki” Kur’an, vahiy gerçekliğine iman etmeyen, inkâr edenlerdi.
Onun için “öteki” bizatihi zalimler, bizatihi hem kendi canına hem de güzide ashabının canlarına kastedenlerdi.
Onun için “öteki” vahyin tüm mesajlarını karşısına alanlar, Müslümanlara ambargo koyanlar, işkence edenler, hicrete zorlayanlardı.
Ve onun için “öteki” savaştan kaçanlar, varken paylaşmaktan kaçınanlar, nifak çıkaranlar yani münafıklardı; ta ki gerçekten iman edip Müslümanlıklarını ilan edene kadar.

Sonrasında herkesin bildiği üzre işler karışmış, mezhepler, tarikatlar, fırkalar ve diğer disiplinler “öteki” yarışına girmişler; hem de birbirlerinin canına kıyma, kanını dökme yani katliamlara sebep olma pahasına!
Garip olan şu ki her şey Allah rızası için, her şey Muhammed aşkına!

Peki, şimdi biz başka türlü mü davranıyoruz, söylemlerimizde ve sosyal ilişkilerimizde bizatihi “öteki” ne hayat vermiyor muyuz?
Geçmişin “ötekine dair kavramları yetmiyormuş gibi her fırsatta yenilerini icat etmekle, onları bize rağmen düşünenlere yakıştırmakla meşgul değil miyiz?
Bu hatayı ben yaptım, biz yaptık ve halen hatalarımızda ısrar ediyoruz ama altını kalın kalın çizerek söyleyeyim, olması gereken bu değil.
Başka bir vesileyle dile getirdiğim gibi, Müslüman ve mü’min kavramlarının henüz suyu çıkmadı ve İslam var oldukça çıkmayacak da.

Bir insan açıkçası iman nokta-i nazarında karşı tavrını göstermedikçe, kendi kabullerinin İslama aykırı olduğunu açıkça deklare etmedikçe yani her fırsat ve vasatta Müslümanlığını önplana çıkardıkça, bizim “Yok sen öyle değilsin, aslında sen şusun, busun!” deme hakkımız yoktur ve üzgünüm bu Rabbimizin yeryüzü vekâletliğine soyunmaktan başka bir şey değildir. Ve evvel emirde burada da empati olmazsa olmazdır; yıllardır benzer kategorizasyonlara biz de muhatap olduk çünkü.
Bu cihetten ilave edeyim ki bir iki sözden, bir iki yazının satır aralarından, bize rağmen sandığımız davranışlardan yola çıkarak niyet okuyuculuğuna soyunmak sınırları zorlamaktır.
Ama yazılarında “öteki” ne dair açık vurgular varsa ve yazı sahibi her hatadan kendini istisna tutuyorsa “öteki” derekesine indirmeden eleştirmek de en tabii hakkımızdır.

Burada ele almaya çalıştığım “öteki”, zımnında uhrevi akibeti çağrıştıran yakıştırmalardır. Yani Müslümanlıktan çıkaran, sapkın kategorisine indirgeyen değerlendirmelerdir.
Ve buradan hareketle empati merkezli yaşadığımız düşünsel serüveni canlandırırsak gözümüzde, yapılanların ne kadar yanlış olduğu hususunu bir daha teyit etmek zorunda olacağımız kesindir.

Fakat şimdi bana birileri izah etsin: Kabullerimize uymayan düşünce sahipleri için gelenekçi, modernist, tarihselci, Harici, Selefi, radikal vs. demenin uhrevi anlamdaki karşılığı nedir? Eğer açıkçası ötede yani ahrette mekân belirleyemiyorsak, o etiketler sıklıkla niye kullanılır? Kaldı ki o iş bize vazife kılınmış da değilken.

Hülasa:
Kendi iman ve eylemlerinden sorumlu insanların, başkalarının İslam düşüncesi adına dile getirdiklerini şahıs, kişi merkezli olarak “öteki” ne dair kavramlarla nitelemeleri bireysel ve sosyal ayrışmaları tetikleyici davranışlardır. Dediğim gibi o tarz söylemlerde bulunanları da eleştirmek usuldendir ama doğrudan ama ima yoluyla İslam dairesi dışına çıkarmadan.
Eğer bizim düşüncelerimize, kabullerimize uymuyor diye yaftaladığımız insanlar adına, ilk nesil Müslümanlar dahil kalkış noktamızdan bu yana yaşadığımız düşünsel macerayı da merkeze alıp empati kurmayı başarabilirsek, sonraki süreçlerde hata yapma yüzdemizin azalacağı da kesindir.

Eleştiri elbette olması gereken ama her zaman ve vasatta denilmeye çalışıldığı gibi ben böyle biliyor ve böyle düşünüyorum şerhini düşmek koşuluyla ve uhrevi mekân isnat ederek haddi de aşmadan.
Haddi aşanlara da-ki örnekler mebzul miktarda, vahiy ve peygamber gerçekliğini hatırlatarak.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *