Benim bunları söylemem lazım

Benim bunları söylemem lazım

Okuyup makam mansıp, kariyer sahibi olamayanlar üzülmesinler. Çünkü onlar, inandıkları değerler adına bedel ödeyerek en doğrusunu yaptılar.

İslam dünyası kahır içinde…

Zulüm almış başını gidiyor…

Geçmişini karanlığa mahkûm eden insan, modern çağ olarak tanımladığı şimdiki zamanın işkence aletlerini yani istila, tehcir, soykırım, asimilasyon uygulamalarını; toplu katliamlar ve daha nicelerini muhatabın konumuna, gücüne göre kullanılmak üzre, evveliyatı olan Irak, Afganistan, Filistin; şimdilerde vaki olan Mısır, Tunus, Libya, Bahreyn ve Suriye dahil örneklerde görüldüğü gibi bir bir ortaya çıkarıveriyor…

 

Şaşılacak bir şey yok aslında…

Bu geçmişte zaten böyleydi, şimdi de devam etmesi garip kaçmamalı…

Ama soralım şimdi, kötülüğü iş edinenler bu cesareti nereden alıyorlar? Halen zalimlik rağbet edilen bir meslekse ve bu kabulü sarsacak ve iktidardan edecek Tevhidi bilinç toplumsal bazda kabul görüp yayılmamışsa bilelim ki bu cesareti tevhidi duyarlılığa sahip olduğunu iddia edip bihakkın yerinde getirmeyen bizlerin gafletinden alıyorlar…

 

Üzgünüm, ağır kaçıyor ama özeleştiri yapalım artık; sadece onlar değil biz de suçluyuz!

 

Bu durumun sebepleri bellidir: En başta İlahi iradeyle bağlarımız çözüldü. Kur’an ayetlerinin kendi anlayış ve koşullarımıza göre uyarladık, uyarlayanlara kulak verdik hep. Yıllardır o, şu, bu kabahatli, suçlu diye diye kendi çözülmüşlüğümüzün farkına varmak istemedik, fark etsek bile ihmal ettik!

İktidarı ve iktidarın yaslandığı kanunları, onlara çanak tutan demokrat, liberal ve bir o kadar da İslamcı geçinen kalaycıları ve tencere dibi yalayıcılarını eleştirirken ve onlara karşı tarz-ı siyaset geliştirdiğimizi sanırken kendi muhasebemizi yapamadık, yapmak istemedik. Eleştirdiklerimizin, tenkit ettiklerimizin, karşı çıktıklarımızın tam da içine daldık, şimdi de çıkmak bilmiyoruz.

Her çözülmüşlüğe mazeret üretip kılıf bulduk. “İnandık demekle kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz” diye Kur’an’dan cesaretle uyardığımız kalabalıklara/insanlara benzedik. *

Hâlbuki kendi sürecimiz açısından meseleyi ele alırsak başlangıçta niyetler halisaneydi ve çözülmeye kesinlikle prim verilmeyecekti, sürekli teyakkuzda olunacaktı, öyle söz verilmişti çünkü.

Ama gel gör ki şimdiki durduğumuz yer kaygan, kavram ve anlam dünyamız karmakarışık…

Fetvalarına değer verdiğimiz bazı âlim diye bilinenler, sözlerini dinlediğimiz, yazılarını okuduğumuz bazı aydınlar ve her biri cemaat önderi olmaya namzet bazı ağır ağabeyler(!) sağ olsunlar, dün öyle, bugün böyle diyerek en azından o günlere kadar din merkezli geliştirilen bireysel ve toplumsal kabullerimizin oluşturduğu anlam dünyasını sonunda tahrif ettiler!

 

Örneğin başörtüsü…

Türkiye’deki Müslümanların varlık/kimlik mücadelesinin neredeyse başat faktörü…

Çok şeyler yazıldı, çizildi; çok şeyler söylendi hakkında…

Sonuçta ne oldu?

Artık ondan bahsetmekten gına geldi(!), sıradanlaştı ve haliyle Kur’an/vahiy ölçekli bin dört yüz yıllık gelenek modernleşme ve çağdaşlık adına, en ilginci de kızlarımıza, bacılarımıza ve hatta eşlerimize bireysel ve sosyal bilinç kazandırma uğruna feda edildi…

Oysa, bir zamanlar aynı başörtüsü için Kur’an ayetleri, sahih gelenek baz alınarak İslamın tahfif edilemeyecek bir vecibesi olduğu söyleniyordu…

 

Yakın geçmişi yeniden anımsayalım…

O dönemde öğrenim gören genç kızlar bu sebeple yasaklı, mağdur oldular…

Birçoğunun son sınıfta olmak üzre öğrenim hakları ellerinden alındı. Bir şekilde mezun olup çalışanlarsa işlerinden terke zorlandı…

Bizim gibilerin ise o zamanlar tuzu kuru, çocukları küçük ve eşleri çalışmıyordu. Sorunlarla yüz yüze gelmeden asıp kesmek gürlemek parayla değildi nasıl olsa…

”Biz okula göndermeyiz, başını da açtırmayız” iddiaları havalarda uçuşuyordu…

Sonra çocuklar büyüdü, haliyle onların lise ve üniversite tahsili gündeme geldi…

Öğretilmiş ve akabinde inanılmıştı bir kere. Bireysel ve sosyal bilinç kazanmanın/kazandırmanın yolu, çaresi yok, çocuklarımızı okutmaktı!

Böylece kendimizin, ailelerimizin, aslında cemaat olmaklığımızın yetmediğini itiraf edercesine, her vasatta eleştirmekten hiç de geri durmadığımız laik/seküler eğitim/anlayış veren okullara; ahlakın dejenere edildiği, kadın-erkek ilişkilerinin vıcık vıcık olduğunu bildiğimiz kampüslere göndermeyi gündemimize alıp konuştuk bir müddet…

 

Söyleyeyim, o vasatlarda ailesi tarafından destek çıkılmayan ve sosyal bağ kurulamayan binlerce kızımız heba olup gitti…

Sonrası malum, başörtüsü mağduru olan arkadaşlarını okul kapılarında yalnız bırakıp başlarını açıp giden gidene… Mezun olup, makam mansıp, para pul kazandıktan sonra daha dün birlikte olduklarına hava atan atana!

Yani boşuna söylenmişti; “Başörtüsü çıkarılarak tahsil yapılamaz, caiz değildir… Başörtüsü demokratik bir hak değil, bilakis İslami bir vecibedir… O İslami bir kimliktir, ödün verilemez…” ve benzeri sözler…

Boşuna yapılmıştı Sultanahmet mitingleri, başörtüsü için el ele yürüyüşleri ve benzeri eylemler!

Birçok insanın boşuna canı yanmış, ikna odalarında boşuna baskı altına alınmışlardı!

Çok şükür(!), artık (Yaşasın!) AKP var, düzeltecek her şeyi, şunun şurasında ne kaldı?

Anayasa mahkemesi noktayı koydu ama kim dinler, toplumsal mutabakat çoktan oluşmaya başladı bile!

Nitekim üniversiteye girişteki adaletsizliği yani katsayı sorununu çok şükür(!) hallettiler. Sıra başörtüsüne tamamen özgürlükte(!)…

Ama zaten süreç yola sokmuştu her şeyi! Aslında başörtüsü diye bir sorun var mıydı ki gündemimizde?

Hem yola birlikte çıktığımız dava erlerinin(!) birçoğunun çocukları okuyup mezun oldular çoktan!

Onlar artık makam, mansıp, kariyer ve cüzdan sahibiler…

Şimdi soruyorlar bize, geçmişte malum sebeplerle mağdur olanlar; “Sahi biz niye okula gitmedik?” diye…

 

Yazık, ellerinden aldık onların okuma özgürlüklerini, makam, kariyer ve aynı ölçeklere sahip cüzdan sahibi kısmetlerini!

Kızmakta ve gücenmekte haklı değiller mi?

Madem akıl verenler çözülecekti, niye akıl verdiler sağa sola?

Soralım ve düşünelim; yeni nesil bu çözülmüşlük örnekleri ortalık yerlerde hem de kibirli kibirli, mağrur mağrur dolaşırken yer mi başörtüsü tavsiyelerini?

Hiç kulak asar mı; ahlaki değerler, kimlik sahibi olmak, mücahid ve mücahide olma tavsiyelerine itibar eder mi?

Örnekler hemen yanı başında nasıl olsa!

 

Peki, sormazlar mı, “Bu ne yaman çelişkidir?” diye. Hiç kritiği yapılmaz mı, bu çözülmüşlüğün, bu dağınıklığın?

Ne diyebiliriz ki?

“Şeytani vesveselere kulak asmayın, vahye sırtını dönmüşleri, ayetleri kendi yaşam standartlarına göre uyarlayanları rehber edinmeyin, örnek almayın onları! Sahih gelenek ne ise, tevhidi umdeler neyi gerektiriyorsa, Peygamber örnekliğinde neyi görüyorsak ona ittiba edin!”

Diyebileceğimiz bu sadece…

Arada zikretniştik, insan bu, zaaflarla malul ve o yüzden taklit eder! Hesap günü taklit edilenler, örnek alınanlar, vahyi değersiz sayan sözlerine itibar edilenler onları terk edecek olmasına rağmen böyle işte…

 

Peki, örnek alanlar suçlu da örnek alınanların hiç mi kabahati yok?

Bize öğrettikleri, dedikleri başka, kendi uyguladıkları bir başka olanların hiç mi suçları yok?

Örnek alınanlar, tavsiyelerine kulak verilip itibar edilenler açısından geline nokta düşündürücü!

Sevinmeli miyiz yoksa kahrolmalı mıyız?

Onlar liberal/özgürlükçü olmuşlar da haberimiz yok! Öyle ya “Dinde zorlama yoktur!” hükmü ilahisi ortada, ne olmasını bekliyorduk ki?

Fakat onların, “Şunu yapmayın, şunu etmeyin; başörtüsü kimliktir, çıkarmayın; sistemin baskılarına boyun eğmeyin çünkü haramda hiçbir kimseye itaat yoktur!” vb. sözlerine uyanlar, bu sebeple lise/üniversiteye gitmeyenler, gitseler de aynı gerekçelerle terk edenler, hatırlatalım, onlara haklarını asla helal etmeyecekler; bunu böyle bilsinler!

Çünkü öyle diyenler, görüldüğü gibi iddialarının tersin yaptılar, tesettür konusunda sarf ettikleri sözlerin arkasında durmadılar!

Onları âlim, aydın, okumuş çocuklar olarak görüp/inanıp peşlerinden gidenler; öğrendiklerini, doğru gördüklerini eşlerine ve çocuklarına tavsiye edenler ve güzel örneklikler bulacakları ümidiyle bir şekilde onlarla sosyal birliktelik oluşturduktan sonra tersine davranışlar nedeniyle aile içi çatışmalar, problemler yaşayanlar da haklarını helal etmeyecekler, bunu da bilsinler!

 

Kimse kusura bakmasın, kimse yanlış da anlamasın ama başörtüsü sadece bir örnek, güncel anlamda tartışılan konulara lütfen dikkat! Neleri sulandırıyorlar, farkına varalım beraberce…

Sair konularda da bize başka yerleri gösteriyor bazıları! Amiyane tabirle sağ gösterip sol, sol gösterip sağ vuruyorlar!

Vahyi tarif ediyoruz diye yola çıkanlar meğer……neyse…neyse!,

Dediğim gibi, hep kabahatli başkaları değil…

Biz yöneten iktidarlar, siyasal yapı ve kanunlar değil sadece suçlu!

Bilelim ki ve zaten biliyoruz ki kıyamet günü suçladıklarımız,” Biz sizi zorla çekip çevirmedik; hem buna gücümüz de yoktu, siz kendi isteğinizle bize tabi oldunuz!” diyecekler…**

 

Vahiy/Kur’an, herkesin anlam dünyasına hitap için elimizin altında, ondan mülhem konuşurken mangalda kül bırakmayıp tevhidi duyarlılık, tevhidi kimlik, İslami bilinç, Müslüman hassasiyeti, Mü’minlerin özellikleri gibi konularda bize ders verenler dönüp baksınlar geçmişlerine, muhasebe yapsınlar bir bir, tabii ki biz de beraber…

Sözleriyle eylemleri örtüşmediği için kendilerini örnek alanların kafalarını çoktan karıştırdılar haberleri olsun. Bir kavram karmaşasıdır gidiyor, anlam kirliliği hakeza…

Yoktu buna hakları, kavramların içini boşaltmak olmamalıydı onların işleri ve sözlerinin arkasında olmalıydılar her daim… Yazık değil mi insanlara, yeni yetişecek nesle?

Bu karmaşa içerisinde yeni gönüller, yeni akıllar nasıl inşa edilecek? Tevhidi mücadeleymiş, İslami kimlikmiş, sahih İslam düşüncesiymiş, İslami hareketmiş, vahyi kuşanmakmış, geçin efendin geçin!

Nostaljik oldu artık bu başlıklar… Şimdi daha ileri bir demokrasi var, laiklik var ve daha iyisi liberal rüzgârlar estikçe esiyor… Rüzgârı böyleyse, bu sayede ahlaki umdeler yerle yeksan olmuşsa, Kur’ani kimlik ve daha birçokları slogan haline gelmişse, fırtınasından Allah korusun artık!

 

Neyse…

Okuyup makam mansıp, kariyer sahibi olamayanlar üzülmesinler. Çünkü onlar, inandıkları değerler adına bedel ödeyerek en doğrusunu yaptılar. Garip bir tavsiye ama haklarını da helal etsinler(!) kendilerini yolda bırakanlara… Kızmasınlar onlara, gücenmesinler, aksine acısınlar; Rabb’imizin inayeti ve mağfireti için dua etsinler bol bol…

Herkesten daha fazla merhamete ihtiyaçları var da ondan…

 

Sözün hülasası…

İçimizdeki, (bizi yolda bırakan) beyinsizler yüzünden helak olmak istemiyorsak, tevhidi duyarlılık noktasında kararlı olup, toplumsal dönüşüme katkıda bulunmada azmimizi sürdürmek şiarımız olmalı bizim…***

Unutmayalım ki bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez.****

 

* Ankebut 29;/2

** Saffat 37;32..

*** A’raf 7;155

**** Ra’d 13;11

 

Kasım 2009 tarihinde İktibas dergisinde yayımlanmış yazının güncelleştirilmiş halidir…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *