Bugün tanık olduğumuz anayasa tartışmaları, Kemalizme dayalı resmi ideoloji anlayışı ile, küresel sistemin himayesindeki liberalizm ideolojisinin çatışmasından ibarettir.
Önümüzdeki süreçte Türkiye gündeminin başat maddesini “yeni anayasa” çalışmaları teşkil edeceğe benziyor. 12 Eylül darbesinin ürünü olan mevcut Türkiye Cumhuriyeti Anayasası üzerinde geçen süre içerisinde çeşitli revizyonlar yapılmış olsa da söz konusu metnin geneli itibariyle “darbe anayasası” niteliğini koruyor olması gelinen noktada ciddi bir sorun teşkil ediyor. Mevcut dünya konjonktürüyle uyumlu olarak liberal demokratik değerler çerçevesinde inşa edilmekte olan “Yeni Türkiye”ye eski anayasa oldukça dar geliyor. Haliyle “yeni köye eski âdet” aşılması gereken bir sorun olarak ortada duruyor.
Bu çerçevede birkaç yıldır devam eden tartışmalar, artık belli bir kıvama ulaşmış görünüyor. TBBMM’de yer alan siyasi partiler bu konudaki çalışmalara katılım konusunda uzlaşmaya varırken, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve kanaat sahipleri de hedeflenen yeni anayasa için görüşlerini serdederek sürece destek vermeye çalışıyor.
Görünen o ki, yeni anayasa tartışmalarının odaklanacağı ana konu, sistemin temel niteliklerini ifade eden ve mevcut anayasada “değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek” şekilde koruma altına alınmış bulunan ilk 3 madde olacak. Bu yöndeki tartışmaların da şimdiden belli bir yoğunluk kazandığı görülmektedir zaten.
Anayasa tartışmalarında, “Yeni Türkiye”nin inşası çerçevesinde mevcut Hükümetle birlikte hareket eden liberal kesimlerin temel argüman olarak “ideolojisiz anayasa” söylemini benimsediği görülmektedir. Örnek olarak, TESEV öncülüğünde aralarında Mazlum-Der’in de bulunduğu çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bu yönde gerçekleştirdikleri çeşitli panel ve basın açıklamaları ile, bu çevrelerle irtibatlı köşe yazarlarının kaleme aldıkları yazıları zikredebiliriz.
Örneğin, TESEV, TUSKON, TÜSİAD, Türkiye Barolar Birliği (TBB), Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE), Abant Platformu, Yeni Anayasa Platformu ve Mazlum-Der’in 15-16 Haziran 2011 tarihlerinde Malatya’da Turgut Özal Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği “Yeni Anayasa Çalışmalarına Mukayeseli Bakış” başlıklı çalıştayda ortaya konulan maddelerden biri de şuydu: “Devletin ideolojisi olmamalı.”
Yine TESEV tarafından aralarında anayasa hukukçuları, akademisyen ve gazetecilerin de olduğu 10 isme hazırlatılan geçtiğimiz Nisan ayında kamuoyuna açıklanan Anayasa taslağında “ideolojiden arındırılmış bir devlet” önerisinde bulunuluyordu.
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne de, geçtiğimiz ay (4 Ekim 2011) kaleme aldığı “İdeolojisi olmayan anayasa” başlıklı yazıda şu ifadelere yer veriyordu:
“TBMM, sahibi ve koruyucusu olmayan bir anayasayı değiştirecek. Anayasa’nın devletin resmî ideolojisini temsil etme kapasitesi, bizim anayasamızın en önde gelen vasfıydı. Askerler bir ulus-devlet ideolojisi ve bunun üzerine inşa edilmiş Cumhuriyet değerleri ve bu değerleri laiklik prensibinin öncülüğünde korumak ve bu işi de silahlı muhafızlar marifetiyle sürdürmek şeklinde özetlenebilecek bir hegemonya formülü uyguluyordu. Bu hegemonya formülü bugün tamamıyla çökmüş durumda. Ulus devleti yaşatma kapasitesi AK Parti’nin muhafazakâr değerlerinden güç alıyor. Türkiye, demokrasi peşinde olan Arap ülkelerine en çok ihtiyaç duydukları şeyi, Müslümanlar tarafından denenmiş bir laikliği ihraç ediyor. Bu yeni hegemonyanın kendi ideolojisini ve bu ideolojiyi kurumlaştıran bir anayasayı yapması, bu değişimin doğal sonucu değil mi? Peki hangi ideoloji? Bütün dünyada olduğu gibi sermayenin, ulus devletin, demokrasinin ve özgürlüklerin ideolojisi. Her yerde egemen olduğuna göre formüle edip anayasaya yerleştirmeye gerek yok. En pratik yöntem, bütün ideolojilere anayasayı kapatmak. Türkiye ideolojisiz bir anayasa yapmalı…”
Türköne, yazıyı şöyle noktalıyordu: “İlk adım: İdeolojilerden arınmak.”
Liberal kesimlerin bu tür beyan ve açıklamaları, birkaç yıldır dillerden düşürülmeyen “sivil anayasa” söyleminin aslında neye tekabül ettiğini de gözler önüne serer niteliktedir. Birçok İslami çevrenin bile konjonktürel gerekçe ve pragmatist beklentilerle dahil olduğu “sivil anayasa” söylemi, gerçekte “liberalizmen başka ideoloji tanımama” anlayışına tekabül etmektedir. “İdeolojisiz anayasa” argümanın Türkçesi budur.
Mümtaz’er Türköne’nin yukarıda paylaştığımız yazısındaki şu ifadeler de zaten bu gerçeğin açık itirafı durumunda: “Türkiye, demokrasi peşinde olan Arap ülkelerine en çok ihtiyaç duydukları şeyi, Müslümanlar tarafından denenmiş bir laikliği ihraç ediyor. Bu yeni hegemonyanın kendi ideolojisini ve bu ideolojiyi kurumlaştıran bir anayasayı yapması, bu değişimin doğal sonucu değil mi? Peki hangi ideoloji? Bütün dünyada olduğu gibi sermayenin, ulus devletin, demokrasinin ve özgürlüklerin ideolojisi.”
Bugün tanık olduğumuz anayasa tartışmaları, Kemalizme dayalı resmi ideoloji anlayışı ile, küresel sistemin himayesindeki liberalizm ideolojisinin çatışmasından ibarettir. Çeşitli İslami çevreler ise, bu tartışmada, İslami söylem ve argümanlarla özgün İslami bir cephe açacakları yerde, Kemalizme muhalefet adına liberal kesimlerin “ideolojisiz anayasa” argümanına dayalı “sivil anayasa” yaklaşım ve taleplerine destek vermektedirler.
Mazlum-Der gibi, kendilerini “İslami kesim” içerisinde tanımlayan kişiler tarafından idare edildiği halde, söz konusu “ideolojilerden arındırılmış anayasa” yaklaşım ve talebine doğrudan destek verip katkı sağlayan kuruluşlar olduğu gibi, daha belirgin bir İslami kimlikle kamuoyu önüne çıkan çeşitli çevre ve kuruluşların da “sivil anayasa” söylemlerine taraftar olmakta bir beis görmediği müşahade edilmektedir.
“Kemalizmin geriletilmesi” gibi beklentilerle dahil olunan bu tür süreçlerin daha ziyade “Müslümanlara ne getirdiği” sorusu üzerinde durulurken, asıl mesele göz ardı edilmekte ve “Müslümanlardan ne götürdüğü” sorusu ne yazık ki akla getirilmemektedir. Oysa konjonktürel gerekçe ve pragmatist beklentilerle içerisine girilen bu tür angajmanların ne tür sonuçlara yol açtığını yıllardır gözlemlemekteyiz.
İlkesel duruş yerine, konjonktürel kazanımlar uğruna ödünç alınıp kullanılmaya başlanan Batılı kavramların ve dahil olunan İslam dışı muhalefet süreçlerinin Müslümanları nasıl dönüştürdüğünü, özgün İslami duruştan nasıl adım adım uzaklaşmaları sonucunu verdiğini hep müşahade ettik. Bugün çeşitli İslami çevrelerin Kemalizmin geriletilmesi adına mevcut Hükümet ve onun destekçisi liberal çevrelerin “sivil anayasa” söylemine destek vermekle içerisine düştükleri durum, bu dönüşüm sürecinin yeni bir evresine tekabül etmektedir.
Bir Müslüman hangi kazanım karşılığı olursa olsun nasıl olur da, “ideolojisiz anayasa” gibi bir argümana arka verebilir? Bir Müslümanın, liberalizmin rüzgarına kapılarak “Anayasada değiştirilemez madde olmamalı” söylemini dillendirebilmesi kabul edilebilir bir durum mudur?
Bütün bunlar, Kemalizmi geriletmek adına kendi iddialarından da vazgeçmeye razı olmak ve liberalizm dinine teslim olmaktan başka ne anlama gelebilir? Yarın İslami bir toplum teşekkül ettiğinde bu toplum için “ideolojisiz bir anayasa” mı yapılacaktır? Müslümanların anayasasında “değiştirilemez maddeler” olmayacak mıdır? Kısacası Müslümanların bir sabitesi bulunmayacak mıdır?
Kemalizmi geriletmek adına dillere pelesenk edilen bu tür liberal argümanların, yalnızca Kemalizmi değil, İslami bilinci ve duruşu da gerilettiği ve Müslümanların zihninde geri dönülmez tahrifatlar yaptığı ne zaman anlaşılacak? Liberalizm, demokrasi gibi Batılı kavram ve değerler asla nötr değildir. Bu kavramlar, yerleştikleri dili ve zihni dönüştürür ve yönlendirir.
Müslümanlar her şart ve konjonktürde kendi dilleriyle, yani tevhidce ile konuşmalı, kendi argümanalrıyla muhalefet yapmalı ve kendi özgün taleplerini dillendirmelidirler. Anayasa tartışmalarında Müslümanlara yakışan tutum, liberalizmin değil, İslam’ın tarafında yer almaktır. Müslümanlar “sivil anayasa”nın değil, “İslami anayasa”nın taraftarı olmalı ve bunu deklare etmelidirler.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *