“Oku”manın ne’liği üzerine-1

“Oku”manın ne’liği üzerine-1

Bize bu değerlendirmeyi yaptıran sebeplere, konunun muhatapları kesinlikle yabancı değillerdir. Kitap ve dergilerin ve hatta gazetelerin hatırı kalmasın, cemaat ayakta kalsın kabilinden tüketildiğine (!) hangimiz şahit değiliz ki?

Alak/1–2–3:”Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı.

Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.

O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”

 

Türkiye’de, Cumhuriyetin ilk yıllarında okuryazar oranı % 11’lerde iken, TÜİK’in araştırmasına göre şimdilerde bu oran % 85’lerin üstüne çıkmış.. Okuryazar oranını yukarıya çeken faktörlerden biri, Türkiye çapında AB’ye uyum projesi çerçevesince okuma yazma seferberliğinin başlatılmasıdır denilebilir. ”Haydi kızlar okula” ifadesi bunun için üretilmiş sloganlardan sadece biridir. Okuryazar oranını artırma çabalarının yanı sıra Yükseköğrenim seviyesini artırma girişimleri de yabancısı olduğumuz şeyler değildir. Bazı kurumların, örneğin; Diyanet Teşkilatı olsun, MEB’lığı olsun, mensuplarını ön lisans almaya ve lisans tamamlamaya teşvik etmesi, her meslek gurubuna yönelik Yüksekokulların açılması vs. bu çerçevede değerlendirilebilecek girişimlerdir. Var olan işleyişe katkı bağlamında açılmış Çıraklık Eğitim Merkezleri ve Halk Evlerinde sertifika karşılığında verilen meslek edindirme kursları da diploma/sertifika yüzdesini artırma girişimleri olarak ele alınabilir.

 

Türkiye’nin, bu okuma yazma oranını ve öğrenim seviyesini dünya standartlarına çekmeye yönelik çalışmalarını toplumsal bilincin artmasına vesile olarak görenler var.

Peki, bu çalışmalar sonucu ortaya çıkan istatistiki veriler, denildiği gibi gerçekte toplumsal bilincin arttığının; yani bir anlamda iyiye gidişin işareti sayılabilir mi?

Bu sorunun cevabını başka bir alan araştırmasının verilerinde bulmak mümkündür.

Örneğin; okuryazar yüzdesi, öğrenim seviyesi artmış ama kitap okuma yüzdesi yine istatistiklere göre yerlerde sürünüyor yani % 4,5 civarında..

 

Ayrıntıya girersek dergi okuma (% 4), gazete okuma( % 22) yüzdeleri de pek iç açıcı değil. Dergi ve gazetelerin okunabilir nitelikte olup olmaması tartışma konusu olursa % 22’lik oranın çok daha aşağılara düşmesi kaçınılmaz, birçoğu göze ve başka saplantılara hitap ediyor çünkü…

Bu ara, radyo bir tarafa, televizyon izleme oranı % 95 olduğuna göre, görsel güdülenme tarafımızın çok daha iyi olduğunu söyleyebiliriz(!). Filmle ilim olmadığı gerçeğinden yola çıkarsak, üzülerek söyleyelim ki kültürel dokumuz, bilgilenme sürecimiz mahv-ı perişan durumda…

 

Birkaç istatiksel veri daha hatırlatalım: Öğretmenlerin % 8’i hiç kitap okumuyormuş(!).

% 28‘i ayda bir kitap alıyorken (okumak için olup olmadığı belli değil), % 38‘i bu konuda bilgi vermek istemiyormuş. Öğretenler böyle ise toplumsal bilinçlenme hızımızın daha da artacağını söylemek her halde kehanet sayılmaz (!).

Sırası gelmişken, ne hikmetse müfredat sınırlarını aşmamayı kendisine ilke (!) edinmiş öğretmenleri gördükçe üzüldüğümüzü ifade edelim. Pedagojik formasyonun karşılığı herhalde bu olmasa gerek.. Oysa bu dostlarımız, her vasatta eğitim sisteminin iflasından, müfredatın bu sürece olumsuz katkı sağladığından ve yeni neslin zorunlu olarak diploma sahibi kılındığından ama gerçek anlamda öğrenme sürecine tabi tutulmadığından bahsedip dururlar. Sadece bu bahis bile ayrı bir yazı konusudur.

Öğretim üyelerinin durumu daha da vahim: Akademik yayın okuyan sadece % 21,9,

% 56,2’si ise hiç olmazsa ayda bir kitap okuyabiliyormuş (!). Demokrasiyi, laikliği, Kemalizmi savunmaktan, genç kızların başörtüleri ile uğraşmaktan, ders kürsülerini terk edip bir yerlerden aldıkları komutlarla cumhuriyet mitinglerine katılmaktan; en zelili, görünür bir şekilde askere yağ çekercesine brifinglere katılmaktan, koro halinde şarkı-türkü muhabbetiyle darbe çığırtkanlığı yapmaktan her halde ilme ve bilime vakit kalmamış? Dünya ölçeğinde akademik seviyenin, ilmi çalışmaların düşüklüğüne dair rivayetler ayyuka çıktığına göre, demek ki istatiki veriler doğru..

 

Genç kitlenin ise maalesef % 70’inin (okul kitapları hariç) kitapla tanışma şansı hiç olmamış(!)

Varsa yoksa spor, müzik, çoğalma güdüsünün peşinden gitmek, sanal âlem muhabbeti hakeza..

Genç kuşağın durumu böyle olunca, gelecek nesil açısından endişe duymamak herhalde mümkün değildir. Bu genç kuşağın, müfredat bağımlısı öğretmenlerin ve öğretim üyelerinin eğitim ve öğretiminden geçtiğini hatırlatalım(!)..

Esas bizi ilgilendiren başka bir “oku”ma istatistiğine gelelim. ANAR’a göre Türkiye’de evlerde bulunan Kur’an/Mushaf yüzdesi % 94, Türkçe meali kısmen okuma % 70, tamamını okuma ise % 24 civarlarında..

Bu verilerden de kısmen anlaşılacağı gibi, bizim piyasada Kur’an mealleri en çok satanlar listesinin başını çekiyor. Yani, best seller, pop on durumu (!).. Hatırlatalım, bir rivayete göre bir kitabın best seller veya top on listesinde olması okunduğunun işareti sayılmıyor..

E, herhalde doğru olsa gerek, eğer gerçekten okunsaydı, okunup anlaşılsaydı, anlaşılıp eyleme konulsaydı hal-i ahvalimiz böyle mi olurdu?

 

Bu noktada yayınevi sahiplerinin ortak yorumu şu: “İslami hassasiyet taşıyan kitap ve dergilerin satışı ve okunma yüzdeleri önceki senelerin çok altında.. Ama ilginçtir Kur’an/Mushaf çok satılıyor, ikinci sırada mealler ve üçüncü sırada tefsirler var. Tefsir olarak bir dönem merhum Seyit Kutup’un Fizilal-i Kur’an’ı çok satanların başındaydı ama iş okumaya gelince, maalesef! Eğer satış oranıyla, okunma oranı aynı düzlemde olsaydı Türkiye’deki sosyal, siyasal ve İslami bilinçlenme seviyesi herhalde çok daha yukarılarda olurdu.” Bu tespit ve yorumlardaki haklılık payı takdirlerinize…

Anlaşılacağı üzre okuryazar yüzdesi standardı yakalamış gibi, bunun yanında lise ve üniversite tahsili düzeyinde de bir hayli artış var. Aslında bunlar sistematik okumalara, müfredat bazında okumalara örnek verilebilecek şeyler.

 

Fakat bireye ve topluma bilinç kazandırdığı varsayılan genel kültür denilen okuma yüzdesine ait verilerin de yerlerde süründüğü yine TÜİK’in araştırmasıyla tescillenmiş durumda…

Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Davincinin Şifresi, Efendi, Maranki’nin kozmik reçeteleri, Eti Yenmeyen Kuş (!) Hikâyeleri, Musa’nın Gülü, Nasıl Para Kazanılır başlıklı ve isimleri aklımıza gelmeyen benzeri bir dolu kitap çok okunanlar listesinde olduğuna göre genel kültür kalitemizi anlamak zor değildir.

Posta, Takvim, Şok, Fanatik vb. gibi sadece göze ve başka saplantılara hitap eden gazetelerin (!) tirajının artışını da kalite seviyemizi gösteren verilere dâhil edebiliriz.

Bu istatiki araştırmalardan çıkan sonuç, başta da söylediğimiz gibi toplumsal bilincin nitelik, kalite merkezli bir artış sağladığının göstergesi değildir. Kanaatimize göre, bunun sebebi de Kur’an’da ve özellikle Hz. Peygambere vahyedilen ilk ayette bahsi geçen “ikra-oku” emrinin gereğini toplum olarak yerine getirmememiz; yani yeteneklerimizi atalete mahkûm ederek olması gereken hassasiyeti göstermememizdir..

***

Peki, “oku” emrinden anlamamız gereken nedir?

Bilindiği gibi Kur’an, sadece “ikra” yani “oku” der..

Burada dile getirilen okumayı, birbirinden bağımsız olmasa da meselenin tavzihi açısından iki boyutlu olarak ele almakta fayda vardır..

Hz. Peygamber, gerçekte ümmi olup olmadığı tartışması bir yana aslında o kendisine Hira’da “Oku!” mesajı gelene kadar evrene dair, hayata, insana, özetle eşyanın tabiatına dair tüm okumaları gerçekleştirmiş ve bu sebeple seçilmeyi hak etmiş biriydi. Çünkü O kendisine bahşedilen tefekkür yetisini, düşünme melekesini tayin edilmiş sınıra kadar; yani mübalağa etmeden yani haddi aşmadan kullanmanın hakkını vermiştir.

 

Mekke toplumunun dalalete düşmüş yapısını Allah’ın kendisine lütfettiği tefekkür gücüyle fark eden birinin, kendisini hakiki okumaya, vahiyle müşerref olmaya yönlendirecek okumalardan habersiz olduğu düşünülebilir mi?

Oku emrinin sadece peygamberle sınırlı tutulmadığı gerçeği de ortadır.

İnsan olarak, fıtraten bizi eşref-i mahlûkat seviyesine çıkaracak yeteneklerle mücehhez kılındığımızı bize Kur’an söylüyor. O halde yapılması gereken peygamber örnekliğinde de ihsas ettirdiğimiz gibi, var olan bu yeteneklerimize işlevsellik kazandırmaktır. Yani tefekkür etmek, öğüt almak, fıkhetmek, ibret almak, aklı kullanmak, düşünmek vb. gibi melekeler, bahsettiğimiz okumayı gerçekleştirmek için alesta vaziyette beklemektedirler. Yeter ki biz, o melekelere komut verme iradesini gösterelim.

 

Özetle sahici okumak, İlahi mesajın dile getirdiği okumak (ikra-oku), ilk elde yazılı bir metnin okunması değil, bilakis kalbe ilka edilen vahye, ilahi mesaja gönül, kulak vermek, bu çerçevede bir anlam dünyası oluşturmak; sonra hayata, eşyaya bu gözle bakarak başkalarına taşımak; yani mesajı yaymak, korkutmak, müjdelemek ve bu uğurda her türlü mücadeleyi göze almaktır..

Bu, okuma hiyerarşisinde olmazsa olmazlardan birinci boyuttur.

 

İkinci boyuta yani aslında baştan beri konu edindiğimiz istatiki verilerde konu edinilen okumalara gelince, onların bir kısmı sahici okumanın malumat tarafını destekleyen ve aynı zamanda onun verilerini zapt-u rapt altına alan ve sonrasında başkalarının istifadesine sunulan vazgeçilmezlerdendir. Kur’an’ın sonraki süreçte Mushaf haline getirilmesini buna delil olarak gösterebiliriz. Dua edelim ki Rabbimizin sonsuz rahmeti ve inayetiyle Kur’an, bugün yazılı bir belge olarak, üstelik mevsukiyeti konusunda hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde günümüze kadar ulaşmış durumdadır. Aksi halde şimdi bunları konuşuyor, yazıyor olamayacaktık.

O yüzden sorumluluk sahibi insanlar olarak rabbimizin sunduğu nimete şükür sadedinde okuma eylemimizi metin okumalarıyla sürdürmek yani Kur’an meali ve tefsirlerini, bu bağlamda kültür hayatımıza kazandırılmış eserleri, günceli tanıtmaya çalışan kitap, dergi, gazete nevinden her ne varsa okuma gayretini göstermek önceliğimiz olmalıdır.

 

Bugün maalesef, istatistiklerden de anlaşıldığı gibi, toplum olarak ve özellikle iddia sahibi bireyler olarak bilgilenme sürecimize katkı sağlayabilecek ve aynı zamanda dini hassasiyetlerimizi kemale erdirecek bir okuma süreci içinde değiliz.

Kitapların çok az sayılarda basılmasını, cemaat bağlarının ayakta tutmaya çalıştıkları dışında, küçük gurupların çabalarıyla kültür havzasına katkı sadediyle piyasaya çıkan dergilerin kısa zamanda yayın hayatına son vermelerini endişemizin haklılığını ispat sadedinde delil olarak ileri sürebiliriz.

Sırası gelmişken konu edindiğimiz okuma ve okutma ile ilgili acı bir gerçeği dile getirmekte fayda var. Cemaat ilişkilerinin, dost/arkadaş tavsiyelerinin tetiklediği kitap, dergi alma sürecinin sahih okumayla şekillendiğini söylemek herhalde iyimser bir iddia olmaktan öteye gitmeyecektir..

Kendi adıma ve gözlemlerimize bakarak söyleyebilirim ki okunsun diye ele tutuşturulan her şey, şöylesine bir bakıştan sonra kıyıya köşeye iteklenmektedir. Oysa eskiden alınan her kitap, her dergi gelecekte kaynak olarak kullanmak üzere kitaplıklarda muhafaza edilir; konuşulan, tartışılan meselelerin ne’liğine bakmak için kitaplıktan alınıp tekrar okunurdu.. İstisnalar elbette vardır ama şimdilerde bunun böyle geliştiğini söylemek çok zordur; çünkü şekil ortadadır.

Bize bu değerlendirmeyi yaptıran sebeplere, konunun muhatapları kesinlikle yabancı değillerdir. Kitap ve dergilerin ve hatta gazetelerin hatırı kalmasın, cemaat ayakta kalsın kabilinden tüketildiğine (!) hangimiz şahit değiliz ki?

 

Özetle…

Bugün artık, istatistiki verilerin neredeyse ispatı sadedinde, okumamayı ve bunun karşılığı olabilecek araştırmamayı sanki bir marifetmiş gibi sık sık dile getiren birdolu insanımız var (!) ve hemen yakınımızdalar. Maalesef bunları tekrarlayanlar, kötü örnek olma endişesi taşımadan, Kur’an’ın “oku” kavramında mündemiç olan tüm okumaların önünde bir engel gibi durmaktadırlar..

Niye böyle diyor ve yapıyorsunuz, diye sorulduğunda slogan haline getirilerek verilen cevap şudur: “Yeterince okuduk, anlaşılması gerekeni anladık. Bundan sonra önemli olan amel etmek, inanca göre yaşamaktır.”

Sanki kitap yazanlar, dergi çıkaranlar, gelecek nesle kültür mirası bırakmaya çalışanlar aksini tavsiye etmişler gibi!

Oysa inanç ve inanca bağlı üretilmiş sahih bilgi elbette ki eylemsiz olmaz, bunu da en iyi bilen bilgiyi üreten ve bilgiye talip olanlardır. Hatırlatalım, Hz. Muhammed’in ilk okuması Mekke toplumunun şirke, isyana bulaşmış kabullerini fark etmesidir; yani bir anlamda kendi varlık bilincine vakıf olmasıdır.. İkinci okuması vahiyle müşerref kılınması ve cahili sitemi vahiy merkezli yeniden inşa etmesi için görev alanına yani Mekke’ye yönlenmesidir..

Sonra Medine ve sonra Mekke’nin fethi ve sonra işte bugünler..

Okumak dediğimiz bu, fazla söze ne hacet…

Söz dinleyene, söz anlayana…

Devam edecek…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *