Cemaatçiliğinizi Sevsinler!

Cemaatçiliğinizi Sevsinler!

Üzülerek söyleyeyim ki daha yanımızdakilerden, daha hısım akrabamızdan, daha mahallemizdeki, kasaba ve şehrimizdeki derdi ve sıkıntısı olan insanlardan, Müslümanlardan haberimiz yok bizim.. Gitgide yabancılaşıyoruz birbirimize, neredeyse selam vermeyecek hale geliyoruz..

“‘Cemaatleri oluşturan ‘cemaat-çilerin’ yerini Müslüman şahsiyetler, kör taassubun yerini şuurlu itaat; yetersiz ve liyakatsiz önderciklerin yerini, Peygamberi temsil eden imamlar aldığı zaman ‘Yahudileşme’ temayülünden kurtulunmuş olunacaktır…
Mustafa İslamoğlu”..

Had bilmem gerektiğini hatırlatacak olanlara rağmen baştan ifade edeyim ki; aforizma olduğu söylenen bu sözlerle verilmeye çalışılan mesaja itiraz şerhini düşmek durumundayım; bana göre doğrudan adres göstermekte, nokta atış yapmaktadır da ondan..Lakin “cemaat-çiler” diye, öndercikler diye patolojik bir gerçekliğe işaret etmesi açısından alıntı yapmayı da kendi adıma lüzumlu gördüm..

Çünkü ne yazık ki cemaatçilik diye bir vakıa var; çünkü ne yazık ki birileri cemaatçi olmayı dininin gereği sayabiliyor; ne yazık ki denildiği gibi bazılarımız kör taassup denilen illete yakalanmış vaziyette ve kendilerini en sağlıklı düşünen ve en iyi eyleyenlerden sayabiliyorlar; çünkü ne yazık ki bazılarımız “öndercik”ler ya, kendilerini her şeyin fevkinde görebiliyor, doğru iş yaptığı zannıyla da metazori yanında tuttuğu insanlarla “Ben ne diyorsam o!” havasını çalmakla iştigal edebiliyorlar!.
Emre amade pozisyon alanlar da cemaatin hayrına, Allah için hizmet ediyoruz varsayımıyla çalınan havayla birlikte şen şakrak halay çekebiliyorlar!

Hiç soramıyor, sorgulayamıyorlar, bizi durduk yerde kimler, ne hakla, niye oynatıp zıplatıyorlar diye!

Kendi iradeleri yok ortada, teslim olmuşlar başka iradelere, önderciklere!

***

Anlaşılacağı üzre, ne yazık ki bazıları kendi düşünce ve eylemlerini kutsama derdinde..

Sanırsınız ki dünyanın merkezinde onlar var, sanırsınız ki allame-i cihan her biri, sanırsınız ki bildikleri ve düşündükleri kutsal mı kutsal!

Şimdi sorayım, bu tarz kabul ve davranışları olanlar iddia edildiği gibi “cemaatçi” değildir de nedirler?

Böylesi tutum ve davranışlar daha çok bölünmeye, daha çok parçalanmaya, hırgür ve nizaya, en önemlisi doğru bilginin hakkınca paylaşılamamasına, doğru eylemin de hakkınca örneklendirilememesine; yani hayrın önünün kesilmesine sebep olmazlar mı?

Düşünmezler mi hiç bunun vebalini “öndercik”ler?

Yoksa “Üç beş kişi de olsak bulunduğumuz yerde bizim borumuz ötsün yeter, düşünmekse biz varız işte..” derdindeler mi?

Yoksa kendi gettolarında iktidar olmayı, egolarının yani nefislerinin tatmini için yeterli mi görüyorlar?

Mutluluk onlar için kendi dar alanlarında insanlara sözlerini mi dinletmek?

Müslümanlıktır, tebliğdir, mesajı insanlığa ulaştırmaktır, bu şekil mi oluyor şimdi?

Cennet dediğimiz şey, bu şekil düşünen ve davrananlara mahsusen mi vaad edilmiş?

Ya sorulduğunda yaşananlardan rahatsız olduklarını, aslında düzeltilmesi gereken çok şeyler olduğunu söyledikleri halde vakıaya teslim olanlara ne demeli?

Teslim oldukları İslam mı; yoksa kendi acziyetleri nedeniyle başka birilerinin kaprisleri, hezeyanları, arzu ve hevesleri mi; yoksa onların da dünya yansa bir kalbur samanı yanmaz mı?

Yoksa onlarda mı dediklerinin aksine kendi âlemlerinde mutlu ve bahtiyarlar; o yüzden mi ki her ortaya davet edildiklerinde zil takıp şıkıdım şıkıdım oynuyorlar?

Yoksa onlar da mı cemaatçilik ayağına kendilerine talimat verilmesinden hoşnutlar, emre itaat etmekten, sorgusuz sualsiz görevleri yerine getirmekten de imtina etmiyorlar?

Dikkat edilsin, cemaatçilikten bahsediyorum ben, kendisini önder zannedenlerden de!

Cemaat olmayı kendi iktidarının, önderliğinin gereği sayanların, kerameti kendinden menkul düşüncelerini cemaat içinde muhkem kılmaya çalışanların, egemenliklerinin sarsılacağı, ellerinin altındaki insanların kaçacağı endişesiyle sair düşünce sahiplerine karşı cüzzamlı muamelesi yapanların, bunun için ne kadar gayr-i medeni, gayr-i insani davranışlar varsa sergilemekten çekinmeyenlerin ve bütün bunları da Allah rızası için yaptığını söyleyenlerin cemaat algısından dem vuruyorum ben..

Sahici liderlik konusuna, Peygamberi temsil etme iddiasına da girmedik daha..

Bahs-i diğer de ondan.. Öte yandan varsa böyle bir icazet, böyle bir yetki veren, varsa liyakat filan tanımlayan kurum, biz de bilelim; ki imamsız ve itaatsiz göç etmeyelim dar-ul bekaya!

***

Peki, her fırsatta ümmetin derdiyle hemhal olduğunu söyleyenlere yakışan bir durum mudur bu?

İslam mesajının evrenselliğinden, mesajdan mülhem insanlığın, Müslümanlığın maruz kaldığı zulme sessiz kalmamaktan bahsedenlerin, her söz ve yazılarında bu bağlamda düşünce ortaya koyanların burunlarının dibindeki insanlarla yani Müslümanlarla çekişme içine girmeleri akıl işi midir?

Tutmuşlar büyük büyük, beylik mi beylik laflar ediyorlar!..

İtibar mı edeceğiz şimdi bu hastalıklı davranış sahiplerinin sözlerine?

Bir yandan bulundukları yerlerde güya Allah için harala gürele birbirlerini yemekle, insanları “öteki”leştirip harcamakla meşgul olacaklar, diğer yandan, yine güya Allah için “Diğer coğrafyalardaki Müslümanlarının sorunlarına nasıl çözüm üretebiliriz, onlara zulmeden Dünya siyasetine nasıl yön verebiliriz?” konusunda düşünce üretecekler, ben de yiyip yutacağım öyle mi?
Durduk yerde zılgıt yememek, yanlış anlaşılmamak için ifade edeyim: Elbette ki diğer coğrafyalarda yaşanan zulümlere tepkisiz kalınmamalı, elbette ki insanlık, Müslümanlık için her ne yapılması gerekiyorsa ivedilikle yerine getirilmeli; aksi bir durum nasıl düşünülebilir ki?

Ama ben bir başka zaafa dikkat çekmek istiyorum; tabii ki anlayana; tabii ki derdi olana!

***

Bu bağlamda olmak üzre açıkça ifade edeyim ki; evlerinin önünü temizlemekten aciz olanların dünyayı temizleme iddiası ile yola çıkmaları ne hikmettir ki inandırıcı gelmiyor bana.. Yani illa birilerine tahakküm kurma güdüsüyle şekillenmiş kendi egolarına söz dinletemeyenlerin, dünyaya nizamat verilmesi gerektiğine dair söylemlerini hiç ciddiye alamıyorum ben.. Bulundukları yerde Allah için dostluk, Allah için kardeşlik(I) merkezli birliktelik, Peygamber örnekliği çerçevesince paylaşıma dayalı güç kuvvet (II)oluşturamamış ve bütün bunları imanının(III) gereği olarak dert etmemiş olanların, diğer coğrafyalardaki Müslümanların dertlerine derman olabileceklerini sanmak ancak iyi niyetimizle mümkündür.. Ortada bir güç birliği, ortada bir dayanışma olsa eyvallah…

***

Havanda su dövüyor gibiyim, farkındayım; ama olsun, anlayan anlar sonuçta..

Ama hemen yanı başınızda böyle yürümüyor mu işler?

Devekuşu muyuz biz ki başımızı kuma gömüyor, görülmesi gerekenleri görmezden geliyor, toplumsallaşmanın önündeki en büyük engellerden biri olan bireysel kaprislerimizin, egolarımızın ortalığa tehlike saçmasına yani birlikteliğe zarar vermesine göz yumup duruyoruz; hem de Din Adına!

Yine sırası gelmişken ve önemine binaen altını çizerek söyleyeyim ki böylesi “cemaatçi”ler yüzünden, böylesi kaprisli “öndercik”ler sebebiyle neredeyse her gün yeni bir cemaat ortaya çıkıyor.

Bunun nedenleri üzerine düşünsek ya biraz!

***

Kabul edelim ki içimizdeki birilerinin, bir nefeslik dünyada iktidara oynamaları, kendi kaprisleri ekseninde bir başka birilerini ötekileştirme çabalarıdır türlü cemaatlerin ortaya çıkmasına sebep,  yoksa hayırda yarışmak adına yola çıkmak filan asla değildir..

Kandırmayalım birbirimizi, gerçekçi olalım biraz; bölünmenin, küçücük şehir ve kasabalarda bile insanları sağa sola kaçırarak başka cemaatlerin ortaya çıkmasına sebep olmanın ne hayrı olabilir ki?

Parçalanmamamızı, bölünmememizi, kardeş olmamızı, Allah’ın ipine, ama birlikte sımsıkı sarılmamızı başka “Bir”i mi söylüyor bize?(Al-i İmran 3/103)

Sağdan saysak akıllı uslu düşünen ancak bir avuç insanın çıkabileceği yerlerde bile kaç cemaat mevzi almış durumda, bilmiyor muyuz bunu?

Düşünelim bakalım bu ayrışmaların temelinde sanıldığı gibi İslam düşüncesi tartışmaları mı yatıyor, yoksa içimizden birilerinin çevresine hegemonya kurma arzusunu dışa vurmaları; İslam’ın öngördüğü dostluk, kardeşlik hukukunu, artık patolojik bir rahatsızlığın göstergesi haline gelmiş cemaatçilik taassubu nedeniyle çiğnemekten çekinmeyenlerin söz ve eylemleri mi?

Bana göre İslam, her aklı esenin farklı bir Müslümanlık iddiası ile onlarca cemaatin türemesine sebep olmasını onaylayan bir Din değildir.. Aksini iddia edenler Kur’an’ın parçalanmamayı öneren, kardeşliğin ve dostluğun tesis edilmesini salık veren ilgili ayetlerini yeniden gözden geçirsinler..

Nasıl olsa her birimizin elinden düşmüyor Kur’an, öyle ya!

Durmasınlar; şura ve istişareden, danışma ve meşveretten dem vuran, hal ve hareketlerimizin yani davranışlarımızın; yani türlü şekillerde dışa vurduğumuz karakteristik özelliklerimizin nasıl olması gerektiğini bir bir sıralayan ayetleri de bir daha, bir daha okuyup tefsir etsinler.(IV)

Kim ne derse desin, kendi evi ve mahallesinde, kendi kasabasında bu kavramların hakkını vermekten aciz olanların, malum kavramlar istikametinde tavır ve örneklik ortaya koyamayanların yaşadıkları toplum için lüzumlu gördükleri İslam hukukunun tesisinden bahsetmeye filan hakları  yok..

Tabii ki bana göre!

***

Hülasa:

Her vasatta biteviye bireysellikten, bireyselleşmenin sebep olduğu çöküntüden şikayet edenler ve bunun paralelinde toplumsallaşmanın önemine dikkat çekenler, ihsas ettirdiğim bu meseleler üzerine de kafa yorsunlar biraz.. İnsanlar niye yanımızdan kaçarlar, kaçmakla kalmayıp niye bir başka cemaat oluştururlar veya niye bireyselliği tercih ederler, ortak İslami hassalar gereğince niye birlikte hareket etmezler, düşünülsün beraberce.. Tabii ki ayrılıp gidenler de!

Kur’an okuduğumuzu, Hz. Resul’ü örnek aldığımızı ve dahi Müslüman olduğumuzu söylememize rağmen, şahsi kaprislerimiz hala baskınsa ve gayr-i insani, gayr-i medeni ve gayr-i İslami davranışlarımızı hala değiştiremiyorsak, vay başımıza gelenler!

Üzülerek söyleyeyim ki daha yanımızdakilerden, daha hısım akrabamızdan, daha mahallemizdeki, kasaba ve şehrimizdeki derdi ve sıkıntısı olan insanlardan, Müslümanlardan haberimiz yok bizim.. Gitgide yabancılaşıyoruz birbirimize, neredeyse selam vermeyecek hale geliyoruz..

Sonra da büyük büyük iddialar peşindeyiz.

Sevsinler!

Gidiş hayrı göstermiyor, hayra alamet değil davranış ve duruşlarımız!

***

Ey, en Müslümanlığımızla Dünyaya nizamat vermeye soyunan bizler!

Önce kendi evimizin önünü süpürsek, hatır gönül tanımayan egomuzu adam etsek de böylelikle çevremize tertemiz örnekliler gösteriversek ya!

İşte o zaman Rabbimizin yardımı yakındır..

İşte o zaman yeryüzünde zulümler azalır..

Unutmayalım ki başımıza her ne geliyorsa kendi kabahatlerimiz yüzündedir.

Şükür ki ‘O’ bağışlayacağını da söylüyor; şükür ki O’nun rahmeti bol, cenneti geniş..

Endişeye mahal yok, tabii ki korkuya da, merak edilmesin hepimiz sığarız O’nun cennetine..

Yeter ki yemeyelim birbirimizi ve O’nun ipine sarılalım, yeter ki vahyi bağlamda Hz. Resul örnekliği noktasında irade koyalım..(V)

Ne demişler?

Arif olan anlar!

—————————–

I: Al-i İmran 3/103: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O’nun lütfu ile kardeş oldunuz; ve ateşli bir uçurumun kenarında (iken) sizi ondan (nasıl) korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız.”

II: Enfal 8/46: “Allah ve Resulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

III: Buhari, İmân/7: “Hiçbiriniz, kendisi için arzu ettiği şeyi kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz..”

Müslim, Birr/15: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu tehlikeye atmaz. Her kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da o kimseden Kıyamet gününün bir sıkıntısını giderir. Her kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet gününde onun kusurunu örter..”

Şura 42/38: “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”

IV: Al-i İmran 3/159: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

V: Şura 42/30: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *