Ekrem Dumanlı’ya açık mektup

Mevlana’dan utanmaktan dem vuruyorsunuz! Hâlbuki Mevlana’nın bıraktıkları, utançtan yüzümüzü kızartıyor. Size soruyorum: o çok beğendiğiniz Rumi’nin Mesnevisini çoluk çocuğunuzla, eşiniz-dostunuzla yüzünüz kızarmadan okuyabiliyor musunuz?

EKREM DUMANLI’YA AÇIK MEKTUP

Sayın Ekrem Dumanlı!

Gazetenizde 18 Aralık 2010 tarihinde ‘Mevlana’dan Utanmak’ başlıklı bir yazı yazdınız. Doğrusu yazınızı okuyunca Mevlana’dan değil, Dinimden utandım. Eğer bahsettiğiniz konularda utanılması gereken biri varsa o da Allah ve Rasulü olsa gerektir. Utanmak diye bir şey bilenler için utanma mevzuu İslam ahlakı ve İslam akidesi olmalıdır. Çok kutsadığınız Celaleddin-i Rumi, anlattığı onca müstehcen hikâyeden ve İslam dışı düşünceden utanmamış da, onu eleştiren Müslümanlar mı utanacakmış? Celaleddin-i Rumi’yi toprak çoktan örtmüş durumda ama sizin gibi Rumî-severlerin utanmaları işe yarayabilir.

Celaleddin-i Rumi ile ahlakınız ne kadar da benzeşmektedir: gayri Müslimlere karşı alabildiğine mutabasbıs bir dil kullanıyorsunuz; Müslümanlara gelince ise bir o kadar kibirli oluyor, adeta bir melik-i adûd kesiliyorsunuz. Mevlana’yı eleştirenlere “Hâlâ da aynı teraneyi homurdanan dar bir zümre” sözleriyle adeta saldırıyorsunuz. Yüzünüzdeki o ‘hoşgörü’ maskesi bir anda kurt adam görüntüsüne dönüşüyor. Küffara karşı alabildiğine mütevazi, müminlere karşı ise olabildiğince şedidsiniz. Alt tarafı Mevlana’yı eleştirmek değil mi, neden bu kadar rahatsız olmaktasınız? Söyler misiniz, neden sizin sivri diliniz ‘homurtu’ olmuyor da, sizleri eleştirmek homurtu oluyor? Allah’tan, kendisini cehenneme koymasını, oraya başka hiç kimsenin girmemesi için de bedenini büyütmesini isteyen sizin büyüğünüz, bu isteğini sadece cehennemlikler için mi düşündü? Müminlere bu hümanizmadan hiçbir pay(!) isabet etmedi mi?

Moğol istilasına karşı Mevlana ne yapmış? Sizin ifadenize göre Mevlana ve tekkeler insanlara sabrı tavsiye etmişler, azmi tavsiye etmişler! Aslında biliyor musunuz, tarih gerçekten tekerrür ediyor. Günümüz Moğolları Irak’ı işgal ve istila edince de, bazı günümüz hocaları Müslümanlara benzer şeyleri tavsiye etmiş, Irak’ta can, mal ve namus bırakmayan ABD görevlilerine de oldukça munis danışmanlıklar yapmıştı! Bu çağdaş Rumîler kimdir dersiniz? FBI’dan ve Dışişleri Bakanlığı’ndan gelip kendisine “Siz Irak’ta Amerikalıların nasıl tasarrufta bulunmasını istersiniz?” diye fikir danışan yetkililere o çağdaş Rumî, o kadar kibar davranmıştı ki, gözlerimiz yaşarmıştı! Acaba, başka kimseye değil de o zata danışılmasının bir özel sebebi var mıdır sizce? Celaleddin Rumî’nin Moğollar’la ilişkisi de böyle bir şey olmasın? O zaman Celaleddin Rumi nasıl Moğollar’a karşı halkı yatıştırma misyonunu icra etmişse, bugünün Rumileri de aynı misyonu icra etmektedirler. Bu misyonun en son örneğini de Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı ardından İsrail aleyhine oluşan öfkeyi dağıtmak şeklinde olmuştu, hatırlarsınız…

Onun için gerek eski, gerek yeni Moğollar tarafından İbni Teymiye gibi âlimlere kurşunlar, eski ve yeni Rumilere sevdanın yolları…

Mevlevî çizgide değişen bir şey yok. Ne kadar İslam karşıtı varsa hepsine gülücükler, Müslümanlara ise kin, öfke ve saldırı… Mevlana Kalenderî dervişi Şems’e gösterdiği perestijin binde birini olsun Fahreddin Razi’ye gösterememiştir. Sizin de 12 Eylül’ün cuntacı generallerine, Çevik Bir gibi 28 Şubat aktörlerine, Ecevit ailesine, S. Demirel’e, Tansu Çiller’e, Mesut Yılmaz’a, Deniz Baykal’a, pek çok manken, şarkıcı, türkücü v.d.na gösterdiğiniz hoşgörüyü, sizin meşrebinize uymayan Müslümanlara haram saymaktasınız. Tabi iyi ki de öyle yapmaktasınız… O da bir başka bahistir.

Moğollar’ın Anadolu ocağında eridiğini söylüyorsunuz; o gündür bugündür, kimsenin bir yerlerde eridiği yok, sadece İslam daha da ılımlılaştırılıyor, İslam milliyetçi, ulusalcı, liberal ve demokratik kültüre feda ediliyor. İslam mistikleştiriliyor. Dünyanın bütün derdi, İslam’ın bir DİN olarak dünyaya müdahil olmamasıdır; uyuşturulmuş, uyuzlaştırılmış, çağdaş kafir sistemlerin bastonu olmuş bir ‘din’ olarak kimse İslam’dan rahatsız değildir. Onun için CIA, FBI ve diğer siyasal birimler gelip sizlerden fikir soruyorlar, fark etmiyor musunuz?

Mevlana’nın ‘mülayim tavrı’ndan bahsediyorsunuz! Bu bir ezberdir. Ben size Ariflerin Menkıbeleri’nden bir menkıbe nakletsem acaba nasıl yorumlarsınız? Ahmed Eflaki’nin deyimiyle bir gün ‘kıskanç fakihler’ Mevlana’ya, “Şarap helal midir veya haram mı?” diye sorarlar. Mevlana taşın geldiği yeri anlamıştır… Soru, Şems-i Tebrizi’yi hedef almaktadır. Soruya verdiği cevap, onun mülayemetini göstermektedir! Şöyle der: “İçsen ne çıkar, çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. Fakat küçücük bir havuzu, şüphesiz bir damla şarap pisletir. Böylece tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki, eğer Mevlana Şemseddin şarap içiyorsa, her şey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahbenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır.” İşte sizin, “Dertli, hüzünlü; öteki âlemi öncelediğini” iddia ettiğiniz mülayim Mevlana!

Bu nasıl mülayim Mevlana ki, kitabının dibacesinde, bir yığın hurafeyle ve edep dışı hikaye ile dolu kitabını Kur’an’a benzetmekte, onu, Kur’an’ın kendisini tanıttığı ifadelerle (Vakıa suresi, 77-80) tanıtmaktadır. Âlemlerin rabbinden indirildiğini, temiz kâtiplerin elleriyle yazıldığını; içi batıllarla dolu kitabının önünden ve ardından batılın gelemeyeceğini (Fussilet suresi, 42. ayete atıf) iddia etmektedir. Demek böyle oluyor erenlerin mülayimliği!

Mevlana’dan utanmaktan dem vuruyorsunuz! Hâlbuki Mevlana’nın bıraktıkları, utançtan yüzümüzü kızartıyor. Size soruyorum: o çok beğendiğiniz Rumi’nin Mesnevisini çoluk çocuğunuzla, eşiniz-dostunuzla yüzünüz kızarmadan okuyabiliyor musunuz? Yoksa o pasajları gizlice okuyup, sonra da hiçbir şey yokmuş gibi mi davranıyorsunuz? Mesela 5. ciltte anlattığı, müstehcenin de ötesinde o iğrenç hikâyeleri açıkça okuyabilir misiniz? Buna cesaretiniz var mı? Bakın ben kitabın sayfa numarasını vermiyorum. Çünkü o örneklerin körpe dimağları nasıl ifsat edeceğini biliyorum.

Rumiyi eleştiren ve sizin zannınıza göre, utanmamız gereken bizlerin yazılarında, kitaplarında ise öylesi edepsizlikleri, ahlak dışı hikâye ve temsilleri -elhamdu lillah- bulamazsınız.

Ahmed Eflaki’nin anlattığına göre, Mevlana’nın adeta aşık olduğu şeyhi Şems-i Tebrizi, Allahın kendisini çok sevdiğini, bu sebeple istediği zaman bir kadın suretinde, hatta bazen de sakalı çıkmamış genç bir delikanlı suretinde yatağına geldiğini söyleyebilmektedir! Allahu Teala “Rahman çocuk edindi” sözünden dolayı Hristiyanlara olan gazabından neredeyse göklerin çatlayacağını, yerin yarılıp dağların yıkılıp yok olacağını bildirmektedir. Sizce Hristiyanlar’ın “Allah çocuk edindi” itikadı mı daha sapıktır, yoksa Şems’in, istediği zaman Allah -hem de tüysüz bir delikanlı suretinde- yatağıma gelir itikadı mı? Ve bu iğrenç sapkınlıklar sonucunda utanmak kimin payına düşmelidir?

Şems-i Tebrizî’nin adı geçtiği yerlerde iş bu “sakalı çıkmamış delikanlı” figürünün ayrı bir anlamı mı var acaba? Çünkü Mevlana, oğlu Sultan Veled’i Şems’e mürit yaptığı zaman, “Bahaaddin’im haşhaş yemez ve asla livata yapmaz…” uyarısında bulunmuştur ve bu düşündürücüdür.

Şems-i Tebrizi’nin kadınları överken, onların fıtratlarına ilişkin bir yargısının bulunduğu sayfa numarasını veremeyeceğim.

Mevlana’nın diyalogçuluğundan bahsediyorsunuz. Meğer ne çok şey almışsınız hazretten… Sizler de Yahudilerle Hristiyanlarla diyalog yapıyorsunuz, ehli kitapla amentüde ittifakınız olduğunu söylüyorsunuz ama sizin gibi düşünmeyen Müslümanlara gelince, her türlü iftira ve aşağılayıcı yaftalarla onları küçümsüyorsunuz.

Ben de sizin sözlerinize nazire yaparak diyebilirim ki, eğer sizler asr-ı saadette yaşasaydınız, Din’i siyasete alet ettiği için, İslam’ı siyasallaştırdığı için, ‘müslüman-demokrat’ olmadığı için herhalde Rasulullah’ı eleştirirdiniz! Yahudi ve Hristiyanları küstürmekle suçlardınız! Medine’de çoğulcu bir yönetim anlayışı geliştirmediği için Peygamber’i eksik bulurdunuz!

Biz Müslümanlar savaş hakkında da barış hakkında da Allah’ın koyduğu hudutları çok önemsiyoruz. Allah’ın buyruklarını, kendi hevamızdan uydurduğumuz diyalog ve hoşgörü adına haleldar etmiyoruz. İsten inanın, isten inanmayın, bizim kaynağımız Kur’an, rehberimiz/önderimiz Rasulullah Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’dir. Biz savaş tutkunu değiliz. Ama önderimiz/rehberimizin 54 yaşından sonra zırh giyip kılıç kuşandığını biliyoruz. Allah’ın onca savaş emrinden haberdarız. Yeri geldiği zaman savaşmak, Müslümanları zilletten kurtarır, yılışık hoşgörücülük dirayetsizliğinden arındırır. Yeryüzünde namusu haleldar edilen, ülkeleri yağmalanan, cesetleri parçalanan, köpeklerle işkence edilen insanlar için savaştan başka bir yol önerilemez.

Dünyanın hangi bölgesinde hangi kitapçıya gitseniz karşınıza Celaleddin-i Rumi’nin bir eseri çıkıyormuş! Biz bunun aksini iddia etmedik. Çünkü Kur’an’a kurşunlar gönderen uluslar arası düzen, tabi ki Rumi’nin ve Neo-Nurculuğun kitaplarına güller gönderecektir. Ama siz zafer sarhoşluğuyla(!) bundan da bir ibret almamaya devam ediyorsunuz.

Kısacası, geçmişin olduğu gibi bu çağın da Mesnevi’ye, Mesnevi’nin şerhinin şerhi mistik hezeyanlara değil, Kur’an’a, Kur’an’ın şerhi olan Sünnet-i Rasulillah’a ihtiyacı vardır. Bizler, Allah’a karşı edepsizlik etmekten utanırız vesselam. (24 Aralık 2010)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *