Biraz da kendi kendimize ‘Molla Kasım’lık yapalım

Birbirinden habersiz, duyarsız, duygusuz, ilgisiz ve alakasız Müslümanlar, dış dünyada (âfakta) bir şeyleri değiştirmeye yelteniyorlar. Hâlbuki iç dünyada (enfüste) bir şeyler değişmeli ilkin. Nefisler, kalplerimize imanı gerçek anlamda yerleştirebilecek denli incelmeli, rikkate kesp etmeli…

BİRAZ DA KENDİ KENDİMİZE ‘MOLLA KÂSIM’LIK YAPALIM

Mehmed Durmuş

Kendi kendimize iğne batırıyorduk ki araya kurban konusu girmişti. Kaldığımız yerden devam edelim.

Kendimize iğne batırmalıyız; aksi takdirde, Rabbimizin, “Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” ikabının muhatabı biz olabiliriz. “Vusûlsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir” tespiti, sanki bizim bu günlerimiz için söylenmiş gibi.

Bir değerli dostum vardı, yakınlarda Rahmet-i Rahmân’a kavuştu. Öğrencilik yıllarımızda birbirimizin ‘sahabe’si olmuştuk… Nice özlemlerimiz olmuştu paylaştığımız… Nice devletler kurmuş, nice devletler yıkmıştık… Nice sloganları, gariban öğrenci evlerimizin alüminyum çaydanlıklarından doldurduğumuz çaylarımızın buharıyla birlikte terennüm etmiş, birbir(ler)imizin hızı, enerjisi, şarj cihazı olmuştuk.

Lakin çeyrek asra yaklaşan bir zaman dilimi bizi öyle bir sınavdan geçirdi ki çok istediğimiz ya da ister göründüğümüz halde birbirimizle şöyle bir akşam oturup, o rutubetli öğrenci evlerinin sıcak hatırasını yâd etme keyfini bile yaşayamıyorduk. Her birimizin artık önemli işleri vardı! Zikrettiğim arkadaşım/kardeşimle ara sıra kentin işlek caddelerinde karşılaşıyorduk ve “…! Allah’a şükür ki bu kaldırımlar var!” diye espri yapıyordum kendisine. Ayak üstü lafladıktan sonra bir kere daha görüşmek dileğiyle ayrılıyor ve sonra yine izimizi kaybediyorduk…

Artık kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, sırdaşlarımız ve ben, yani bizler görüşemiyoruz, konuşamıyoruz, dertleşemiyoruz. Her birimizin çok önemli işleri var! Bir zamanlar yıkılması için kafa yorduğumuz bir sistemin, şimdilerde sağaltılması, ömrünün uzaması için kafa ve kalp yoruyoruz. Her şey bizden soruluyor artık. Bizler olmasak devlet çoktan gavurlara teslim olup gitmişti. Bir zamanlar tağut olan devletin kurumları bizi o kadar alakadar ediyor ki, namazımız değilse de(?), hayatımız, ölümümüz ve nüsüklerimiz neredeyse tamamen devlet için oluvermiş durumda.

Evet, müminler kardeşti ama kardeşler artık kaldırımlarda ancak rastlaşıyorlar. Yine de çarşıyı, işlek caddeleri ihmal etmemek gerekir… Eski dostlarımızla karşılaşma ihtimalimizi tümden riske atmamalıyız…

Müslümanlar olarak reel-politik ve reel-ekonomik şartlar o kadar kuşattık ki bizi, meğer bu Müslüman mücahidleri kuşatmak ve esir almak ne kadar da kolaymış dedirtti el âleme. Artık Müslüman müslümanı arama, sorma gereği duymamaktadır. Nasıl olsa yine şehrin en büyük camilerinin haziresindeki bir cenaze ilan panosundan ölüm haberimiz de duyulacaktır. Arkasından bir iki duygulanır, rahmetlinin iyi insan idiğini belirtiriz, olur biter. Hele bir de Yasin-i şerif okursak, daha ne yapmalı!

Dostlar!

İnanın ki o çok yücelttiğimiz, adeta Samirî’nin buzağısı gibi teshirinde olduğumuz teknoloji bizleri kuşatmış vaziyettedir. Ne gariptir ki, iletişim alet-edevatı çoğaldıkça, iletişim araçları kulağımızın, gözümüzün burnumuzun içine sokulurcasına yayılmış olmasına rağmen, Müslümanlar arası görüşmede gelişme değil, gerileme yaşanmaktadır. Bu kadar insan bu kadar kontörlerle kiminle konuşur, insan hayret etmektedir.

Bilgisayar teknolojisi de sanıldığı ve iddia edildiği gibi, Müslümanların, ‘davalarına’(!) hizmet etmeyi getirmemiştir. Adeta kalpler arasına plastikten, kablolardan ve tenekeden duvarlar örmüş, mesaja karşı çok sert yalıtımlar oluşturmuştur. Teâruf toplumu olmak yerine, evine, arabasına, eşine ve işine perestij eden bir nevi uyurgezer cesetler olduk. Bilgisayar iletişim imkânlarıyla (e-mail v.b.) Müslümanların birbirlerini sormaları, soranlara cevap verilmesi bir tenezzül meselesidir artık… Oysa klasik dini metinlerimizde hala selamlaşma adabı, kimin kime önce selam vereceği, selama nasıl mukabelede bulunulacağı inceden inceye anlatılmaktadır.

Müslümanların cep telefonu, compüter sevgisi Müslüman kardeşine olan sevgisini unutturmuştur. Elli kadar kardeşinden iyi olan kredi kartları zaten çoktan Müslümana ekonomik özgürlük bahşetmiştir!

Müslümanların hâl-i pür melâli sadece bundan ibaret değil. İlgisizlik sanki sıfatımız oldu. Hiçbir işe hiçbir tepki vermeyen, gayet kenardan, kuytu yerlerden “dur bakalım n’olacak?” diye olan-biteni izleyen, şayet bir yerlerde görüş alanına çıkmasını yararlı kılacak bir durum varsa o zaman zıplayıp çıkan insanlar Müslüman ismini taşımaktadır.

Birbirinden habersiz, duyarsız, duygusuz, ilgisiz ve alakasız Müslümanlar, dış dünyada (âfakta) bir şeyleri değiştirmeye yelteniyorlar. Hâlbuki iç dünyada (enfüste) bir şeyler değişmeli ilkin. Nefisler, kalplerimize imanı gerçek anlamda yerleştirebilecek denli incelmeli, rikkate kesp etmeli, Allah’ın rızası önüne ve ardına hiçbir şeyi geçirmeyecek bir kıvama gelinmeli önce. Aksi takdirde hiç kimsenin dış dünyada hiçbir şeyi değiştirmesi mümkün olmayacaktır. Diğer türlü, Peygamber (sav) dönemi bedevîlerin ‘günahı’nı açıklayamayız.

Evet, Müslümanlar olarak umarsız, duyarsız, vurdumduymazız; sanki kulaklarımıza ve kalplerimize kurşun dökülmüş. Bir kardeşini aramak için, açacağı telefonun getireceği külfeti hesap eden bir Müslüman sizce kime/neye duyarlıdır? O çok kutsanan bilgisayar teknolojisi üzerinden gönderdiğiniz bir selama bile iki kelime ile cevap vermeye tenezzül etmeyen bir Müslüman acaba hangi önemli bağlantılara sahiptir? Kiminle görüşür, kiminle hangi meseleyi halleder dersiniz?

İşte böyle aziz dostlar. Karamsar demeyesiniz diye, parmaklarımdan tuşların başına kadar gelen bazı sözcükleri şimdilik yazmıyorum, sakin olun diyorum onlara. Ama herhangi bir şeyden şikâyet eden bir Müslüman önce dönüp kendine bir bakmalı, enfüste bir sorun olup olmadığını sorgulamalı, sonra dışarıya, âfak’a, başkalarına bakmalı ve eleştirmeye yeltenmelidir. Usulü sorunlu olanın, maksada vusûlü de elbette sorunlu olacaktır.

Âlemlerin rabbi Allah’tan, zaman zaman taştan da katı hale gelen kalplerimizi yumuşatmasını, bize sırât-ı mustakîm’in ilk yolcularının iman, iz’an, basiret ve şecaatini nasip etmesini temenni edelim.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *