Kurban Bayramı ve İbrahim mi dediniz?

İbrahim (a.s)’ın imtihanı ile bugünün ‘kurbanı’ arasında bir kıyaslama yapalım ve bugünkü kurban ibadetinin(!) İbrahimî eylemin neresinde durduğunu birlikte anlamaya çalışalım.

KURBAN BAYRAMI VE İBRAHİM Mİ DEDİNİZ?

Mehmed Durmuş

Yılda bir kez Zilhicce’nin 10. gününde Haccın dışında da kurban kesilebilir mi, kesilebilir. Bunun dinen herhangi bir sakıncası var mıdır? Hayır, asla. Böyle bir kesim ibadet midir? Elbette ibadettir. Çünkü İslam’da, Allah rızası için yapılan her iş ibadettir. Kurban kesimi de, Allah rızası için olduğu sürece salih bir ameldir ve ibadettir. Bununla beraber peşinen söyleyeyim ki ben, haccın dışında kurbanın farz olduğuna inananlardan değilim. Mendup bir ibadet olarak kurban kesmekte bir beis olmadığına inanmaktayım.

Bu arada, bilhassa Türkiye’de, dinî nitelikli her işten gocunan bir jakoben laik kesimin kurbandan da gocunduğu için ‘kurban bayramını’ hayvan katliamı gibi değerlendirmesi ve bu saikle kamuoyu oluşturucu aktivitelere girişmesi, ciddiye alınacak hiçbir önem arzetmemektedir. Çünkü eğer eti yenilen hayvanlardan ‘kurban’ kesmek hayvan katliamı ise, o halde bu çağcıl beylerin ve bayanların hiçbir şekilde et yememeleri ve hayvanların soylarının tükenmemesi için birtakım koruyucu tedbirler alınması uğrunda mücadele etmeleri beklenir. Allah, koyun-keçi, sığır ve deve gibi hayvanları süs olsun diye değil, etinden, sütünden, derisinden yününden ve hatta dışkısından insanlar yararlansınlar diye yaratmıştır. Hayvanlar, oturma odasında koltuklara oturtulmak üzere yaratılmış değildir. Hayvanların sütünden mamul gıda maddelerini tüketen, yününden ve derisinden üretilen eşyaları giyen/kullanan bir kimsenin, sıra etine gelince gazel okuması edebe mugayirdir.

“Kurban kesimine evet ama ‘müslüman’ bir toplum da kurbanı böyle kesmemeli; sokaklarda bayram günlerinde TV’den izlettirilen o bildik görüntüleri istemiyoruz, kurban kesen insanlar, geride bir yığın pasak ve kokmaya hazır kirlilik bırakmamalılar. Temizlik, kurban bayramı günü de imandan gelmeli!” diyenler ise sonuna kadar haklıdırlar. Kurban kesen veya kesmeyen, kurbana inanan veya inanmayan, kurbana taraftar olan veya karşıt olan bütün insanlar, kurban kesen insanların çok yoğun ve çok galiz kirlerini ve günlerce süren kokularını terennüm etmek zorunda değildirler. Bu memlekette başka zamanlarda başka vesilelerle başka kirlilikler üreten insanların varlığı, kurban kesenlerin pasaklarını örtmeye bahane yapılamaz.

***

Gel gelelim, benim ‘kurban’ ve ‘kurban bayramı’ ile ilgili asıl diyeceklerim başka.

Kurbandan söz eden neredeyse hemen her yazıda, her konuşmada İbrahim Peygamber’in bir şekilde anılması, kurbanın meşruiyetinin İbrahim (a.s)’la sağlanması çok garibime gitmektedir. Hatta ne yalan söyleyeyim çok zaman, böyle bir alakalandırmadan dolayı -İbrahim ve mirası adına- utanç duyuyorum. Bunun nedenini açıklamaya çalışacağım.

İbrahim Peygamber, adını insanlık tarihine altın harflerle yazdırmayı hak edecek bir adayış örneği ortaya koymuştu. Yıllarca bir çocuğu olmadığı halde, yıllar sonra kavuştuğu oğlan çocuğunu da Allah yolunda feda edeceğine dair Allah’a söz vermişti. Rabbi ise onu imtihan etmiş, sözünün eri olduğunu, gerçek bir mü’min, gerçek bir Müslüman ve gerçek bir adam olduğunu, adam gibi adam olmanın nasıl bir şey olduğunu, kendisinden sonra gelecek müminlere göstermesine izin vermişti.

Evet, İbrahim (a.s) Allah yolunda büyük bir sınavdan en büyük başarıyla çıkmış, biricik evladını feda etmeye niyetlenmişti. Ama Allah onun, bu sözünün eri oluşunu bütün dünya aleme göstermesinden sonra tabir yerinde ise olaya anında müdahale etmiş ve oğlunun yerine bir kurban kesmesini istemiş, böylece İsmail de, İbrahim’in oğlu olarak o babaya layık bir evlat olduğunu göstermişti. (Bu arada, İbrahim’e verilen ‘zibh-i azîm’i Hüseyin olarak yorumlamak da ne yazık ki bir başka mistik hurafe örneğidir).

Kurbanın İbrahim’le İsmail’in bu imtihanından kaldığını iddia etmek ilmi dayanaktan yoksundur. Çünkü konuyu bu şekilde işleyen kişiler sözlerinin bir yerinde, “aslında kurban taa Adem’in iki oğlundan beri vardı” gibi bir cümleye de yer vermektedir. Adem’in iki oğlunun herhangi bir hayvan kestiğini vahiy bildirmiyor ise de, inandığı tek tanrı adına ya da tek tanrıya yaklaştırıcı olduğuna inanılan tanrılara bir hayvanı kurban etmenin, neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt olduğuna dair bir hayli emare bulunmaktadır.

Hac suresinde kurbanla ilgili ayetler dikkatlice okunursa, sırf bir hayvanın kanını akıtmaya kutsal bir anlam yüklenmediği, hayvan kesmenin biraz da sosyo-ekonomik durumla alakalı görüldüğü fark edilir.

Hele hele, sırat köprüsünde, sahibini taşıyacak bir kurban simgesi Kur’an tarafından hiçbir şekilde bahsedilmez. Sırat’ı bu dünyada beşeri ideolojilere kurban edenler, kestikleri bir koçla ahiretteki uydurma sırat köprüsünden kolayca geçmek istemektedirler.

Günümüzde kurban kesmek, İbrahimî bir eylem olmanın çok ötesinde, adeta bir et festivaline dönüşmüş durumdadır.

***

Şimdi, İbrahim (a.s)’ın imtihanı ile bugünün ‘kurbanı’ arasında bir kıyaslama yapalım ve bugünkü kurban ibadetinin(!) İbrahimî eylemin neresinde durduğunu birlikte anlamaya çalışalım.

İbrahim (a.s), rüyasında Allah’a verdiği söz gereği biricik çocuğunu Allah yolunda kurban etme sınavı ile denenmiştir. Yani İbrahim’in kurbanı biricik ciğerparesi idi. Bizler ise ahırdan bir hayvan kesiyoruz ve bunu İbrahim’in oğlunu kurbanına benzetiyoruz. Demek ki üç-beş kuruşa aldığımız ve et yemek için kestiğimiz kurbanlık hayvanla İbrahim’in oğlu arasında alaka kurabiliyoruz…

İbrahim’in yaptığı iş, hiç olmayacak bir şeydi, Allah yoluna adanmışlığın eşi benzeri olmayacak bir örneği idi. Bunun için de Rabbi onun bu tevhid eylemini bütün âlemlere örnek olsun diye Kitab-ı Kerim’inde zikretmiştir. Bizlerin ‘kurban ibadeti’ ise sonuçta üç yüz ila bin lira arasında bir parayı tedarik edebilen herkesin yaptığı bir hayvan kesimidir. Bunu büyük bir fedakârlıkmış gibi anlatmak ve İbrahim’in kurbanı ile kıyaslamak kanaatimce, İbrahimî mirasa karşı bir saygısızlıktır. Tamamen maddi imkânla alakalı bir iş olan bir hayvan boğazlamak nasıl bu kadar fedakârlık sayılmaktadır, anlamak mümkün değildir. Eğer bu, öylesine büyük bir fedakârlıksa, marketten 80 ila 800 lira arasında alış veriş yapmak da fedakârlık sayılmalıdır.

İbrahim (a.s)ı bizzat Allah ‘halîl’ edinmiş, öyle adlandırmıştı. Evine gelen ve hiç tanımadığı misafirlere derhal bir buzağı kızartacak kadar fedakârdı. İbrahim paylaşımcı idi. Bugünkü ‘kurban ibadeti’ ise, İbrahim’in kurbanından ziyade, meşhur bahçe meselinin kahramanı olan üç kardeşin fakirden mal kaçırma ahlakına benzemektedir. Bayramlaşmalarda günün bir numaralı gündem maddesi, kesilen hayvanın kaça alındığı, kaç kilo et ve kaç kilo kemik çıktığı, kurbanların fiyat açısından mukayesesidir. Elbette gerek kurban bayramında gerekse diğer 364 günde zaten gerektiği kadar infak eden, fakirleri, yetimleri ve akrabayı düşünen takva sahibi müminler bu eleştirilerimizin kesinlikle dışındadır. Ve inşaallah onların İbrahimî mirasın gerçek sahipleri olmasını umarız.

İbrahim (a.s)’ın salâtı, ibadetleri, hayatı ve ölümü sadece ve sadece Allah’a tahsisli idi. Din’i Allah’a has kılmıştı. Günümüzde ise çoklarının kurbanı (ve de hayatı), sadece hayvanı kesme anında üç kere tekbir getirirken Allah’a tahsis edilmektedir. İslam’ı sadece bir nüfus bilgisi olarak kafa kâğıdına yazdıran, Allah için hiçbir ibadî eylemi bulunmayan kimseler, büyük bir iştiyakla ‘kurban’ kesmektedirler. Sonra da vaiz efendi her bayram namazında kürsüden, İsmail’in babası tarafından nasıl kurban edilmek istendiğini ve Allah’ın gökten nasıl bir koç indirdiğini anlatmaktadır.

İbrahim Peygamber, zamanının kâfir otoritesi tarafından ateşe atılmak istendikten sonra oradan hicret etmiş, tevhid mücadelesinden vazgeçmemiş ve bugünkü Mekke’ye yerleşerek oğlu ile birlikte Beytullah’ı inşa etmişti. Mekke gibi hiçbir ziraî faaliyetin yapılamadığı ekinsiz ve susuz bölgeye yerleşirken Allah’tan tek bir şey istiyordu: Allahım diyordu, çocuklarım namaz kılsınlar yeter! Onun literatüründe namaz, hayatın tamamını kuşatan tevhid bilincinin sembolü idi. Çocuklarına bırakmak istediği miras, sadece Allah’ın ilah edinilmesi ve bunun sembolü olan namazdı. Ama bugün İbrahim’in yolunu takip ettiklerini düşünen ve beş vakit namazda onlarca kez İbrahim ve ailesine salat okuyan, onu yücelten toplum, çocukları için iyi maaşlar, zengin evlilikler, memleketin en iyi okullarında okutmalar, lüks konutlar ve müreffeh bir hayat miras bırakmak istemektedir.

Biz Müslümanlar, canımızı, malımızı, eşimizi, çocuklarımızı hasılı her şeyimizi Allah yoluna feda etmediğimiz sürece İbrahim’den bahsetmekte biraz daha temkinli olmak zorunda değil miyiz? Allah İbrahim’i ve beraberinde olanları biz müminler için üsvetün hasene olarak göstermektedir. Yani İbrahim bizler için insanlık ve Müslümanlık timsalidir. Müslümanlık çıtamız odur. İbrahim ve beraberindekiler toplumlarına, Allah’a, tek olarak O’na hiç kimseyi şerik koşmaksızın iman etmedikçe kendileriyle toplum arasında tam bir ayrılık olduğunu deklare etmişlerdi. İbrahim’in Din’i, onunla toplumunu din/zihniyet/ideoloji bakımından tam olarak ayrıştırıyordu. Bizim ‘kurban bayramı’mız ise toplumla bizi birleştirmekte, olması gereken tevhidi sınırları sürmekte, egemen şirk sistemi ve şirk kültürüyle uzlaşmaya yaramaktadır.

Kısacası, en itidalli yaklaştığımızda bile gördüğümüz, kurban bayramında Müslümanların nihayetinde bir hayvan boğazlamalarıdır. Elbette bu hayvanın etinden yemek, Müslümanların kendilerine helaldir ve pek çok insan, çevresini de gözetmektedir. Fakat abarttığımız ‘kurban’ işte bundan ibarettir. Bu işte bir fedakârlık göze çarpmamaktadır. Müslümanlar eğer, kurbanlarının en az yirmi katı değerindeki binek araçlarını tamamen Allah yoluna feda edebilirlerse, işte o zaman bir fedakârlıktan bahsetmenin zamanı gelmiştir denebilir. Bugünkü ekonomik düzeyde bir hayvan kesmek, ekseriyetin gücünün yettiği bir alım-satımdır. Eğer Müslümanlar olarak İbrahim’in fedâ-kârlığı ile aramızda bir alaka kuracaksak, önce kendimizi o yönde ispatlamalı, sonra bu alakayı kurmalıyız.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *