‘Lanet’ Kavramı

‘Lanet’ Kavramı

Biz kullar şüphesiz insanların yargıcı değiliz. İnsanlara lanet okumakla muvazzaf da değiliz. Lakin Allah’ın rahmet ettiğini bizim lanet listesine ekleme hakkımız nasıl yoksa, O’nun lanet ettiğini bizim rahmet hazinemize(!) dahil etme hakkımız da yoktur.

Le-a-ne fiilinin sözlük anlamı kovmak, sövüp hayırdan uzaklaştırmaktır. Çoğulu liân ve la’nâttır. Laîn ve mel’ûn kelimeleri bir kişiye lanet edildiğini anlatır. İslam öncesi Arap toplumunda kabilenin dışına atılan kimseye laîn denirdi. İnsanların kendisine çok lanet ettiği kimseye ‘raculun luanetun’ denir. Rağıb el-İsfahanî ve Lisanu’l-Arab’ın müellifi İbni Manzûr şu görüştedirler: Lanet Allah’tan sadır olduğunda, kişinin ahirette cezaya müstahak olmasını, dünyada ise Allah’ın rahmetinden ve yardımından uzak kalmasını ifade eder. İnsanın insana lanet etmesi ise, sövme ve beddua demektir. Allah kime lanet etmişse, o kişiyi rahmetinden uzaklaştırmış demektir. Artık o kişi azaba müstahak olmuş, dolayısıyla helak olmuş demektir.

Kur’an dilinde lanete konu teşkil eden iki varlık vardır, birisi şeytan, diğeri de insandır. Üçüncü bir şık olarak ‘lanet edilmiş bir ağaç’tan (eş-Şeceretu’l-mel’ûne) (17/İsra, 60) da bahsedilebilirse de, bunun hakiki değil, mecazi anlamda bir ‘ağaç’ olduğu farz edilmelidir. Zira Allah Teala’nın, hakiki anlamda bir ağacı lanetlemesi düşünülemez. Müfessirler ‘mel’un ağaç’la, kafirlerin yiyeceği olarak cehennemde biteceği bildirilen zakkum ağacının (44/Duhan, 43-46) kastedildiği kanaatindedirler.

Şeytanın lanetlenmesine, insanın yaratılış kıssası bağlamında yer verilir. Adem’in yaratılışında melekler ve iblis de sahnede belirirler. Melekler, Allah tarafından verilen Adem’e secde etmeleri emrine mutlak surette itaat ederler, bu itaatin tek istisnası İblis olur, Allah’ın emrine ayak direr, itiraz eder, büyüklenir. Adem’in topraktan, kendisinin ise ateşten yaratılmış olması hasebiyle, insandan daha üstün olduğu çıkarımını yapar. Bunun üzerine Allah Teala İblisi (rahmetinden) kovar. Aslında bu ‘kovma’ işi herhangi bir şeyden ve yerden kovmaktan ziyade, azarlama, haddini bildirme gibi anlaşılmaya daha elverişlidir. ‘Kovma’ cümlesinden olarak İblis’e ‘çık!’ (defol!) anlamında ‘uhruc’ (7/A’raf, 13, 18; 15/Hicr, 34; 38/Sa’d, 88) ve ‘git!’ anlamında ‘izheb!’ (17/İsra, 63) emir fiilleri yöneltilir. Çık/git emirleriyle İblis gerçekten kovulur. İblisi lanetleyen üçüncü bir sözcük de, asıl anlamı taşlama, taşlayarak kovma olan ‘recm’ kelimesidir. İblisin recmedildiği bildirilen iki ayette, “Şüphesiz sen kovulmuşsun!” (fe-inneke racîm) (15/Hicr, 34; 38/Sa’d, 77) buyrulur. Bu sebeple İblis ‘eş-Şeytânu’r-racîm’ diye anılır. (3/Âl-i İmran, 36; 15/Hicr, 17; 16/Nahl, 98; 81/Tekvir, 25). Biraz daha yumuşatılmış bir ifade olarak, hubut kelimesinden türeme ‘ihbit’ emir fiili de şeytanın kovulmasına delalet eder. Allah, “oradan in” (Kâle fehbit minhâ…) buyurmuş, (7/A’raf, 13) bu sefer iblis emre itaatsizlik yapmamıştır.

İblis lanetlemenin bu biçimiyle kurtulamamakta, bizzat lanetleme sözcükleriyle tel’in edilmektedir. Yukarıda zikri geçen yaratılış kıssasının Sa’d ve Hicr surelerindeki anlatımında ‘defol!’ emriyle kovulan İblis bir de, “din gününe kadar lanetim senin üzerinedir” (15/Hicr, 35; 38/Sa’d, 78) denilerek, açıkça lanetlenir; artık o aşamadan itibaren İblis ‘lanetli şeytan’ oluverir. Nisa suresinin 118. ayetinde leane fiili kullanılarak, “Allah (İblisi) lanetledi” buyrulmaktadır. Din gününe kadar (yani hayat boyu) şeytanın üzerindeki bu lanet devam edecektir.

İblis niçin lanetlidir (Allah’ın yardımından tamamen mahrum kalmıştır) sorusu akla gelebilir. Çünkü İblis bütün gücüyle (yaya ve atlılarıyla) ve dört bir yönden (insanın ayartılmaya açık dört ayrı ‘sinir uçları’ndan) insanı ayartıp, Allah’ın yolundan saptırmak için çalışmaktadır. Bununla beraber unutulmamalıdır ki lanet deyince asıl akla gelmesi gereken, insandır. Allah kendisini, ‘aslî günah’sız, Allah’ı bilip tanıma, O’na itaat etme gücüne sahip bir beşer olarak yarattığı halde kendisi için kafir, münafık, müşrik ve zalim gibi isimler (konumlar) ihdas eden, bunu bir yaşam tarzı haline getiren ve uyarıcıların uyarısına kulak asmadığı gibi, bilakis uyarıcıların ağızlarını kapatmaya yeltenen insan Allah’ın lanetini hak etmektedir. Kur’an’dan, Allah’ın lanetine kimlerin uğradığını açıkça görmekteyiz. 

Her şeyden önce Allah, Kendisine verdikleri sözü kuvvetlice teyid ettikten sonra bozanları, O’nun sürdürülmesini istediği değerleri kopartanları ve yeryüzünde bozgunculuk yapanları sevmemekte, bunlara lanet etmektedir. (13/Ra’d, 25). Diğer bir deyişle bunlar tıpkı İblis gibi, Allah’ın yardımından mahrum kalmış kimselerdir. Allah’a verilen söz, “elestü bi-rabbikum?” sorusuna, “evet, sen bizim Rabbimizsin!” cevabını vermek suretiyle (7/A’raf, 172) Allah’ın rububiyetini ikrar eden ahid olabileceği gibi, Rasulullah’a bîat etmek suretiyle, dolaylı olarak Allah’a yapılan ahid/sözleşmeler de olabilir. Allah’ın sürdürülmesini istediği, insanların ise kopardıkları bağlara gelince, bunlar da tevhid bağı, İslam üzere yaşamak, haramlardan uzak, günaha düşmekten sakınmak (takva), kısacası hayat boyunca tevhide uygun bir hayat sürmek (kunût) gibi ilkeler olmalıdır. Sanki bu ayetin bir tefsiri sadedinde Kur’an, cihadı emreden bir ayetin gelmesini temenni eden, böyle bir ayet indiğinde ise yan çizip sözlerinden dönen insanlara dikkat çeker; bunlar kalplerinde hastalık bulunan kişilerdir. Bu insanlar, Allah’a verdikleri sözü tutmamaları sebebiyle lanetlenmişlerdir. (47/Muhammed, 20-23).

Allah Teala kafirleri lanetlemiş, onlara dehşetli bir ateş hazırlamıştır. (33/Ahzap, 64). Allah’ın indirdiği açık delilleri ve Kitap’ta bütün insanlara açıkladığı hidayeti gizleyen insanlar laneti hak etmişlerdir. (2/Bakara, 159). Allah bunlara, Kendisinin dışında bütün lanet edicilerin lanetini de reva görmektedir. Oysa Allah Teala tevvâb ve rahîm sıfatlarıyla tevbe edip, ıslah olanların ve bunu açığa vuranların tevbelerini kabul etmektedir. (2/Bakara, 160). Tevvâb ve Rahîm Allah’ın laneti kafir olup, (durumunu ıslah etmeyip) kafir olarak ölenleredir. Allah’la beraber, meleklerin ve diğer (mümin) insanların da laneti onlaradır. (2/Bakara, 161). Bu kişilerin lanetlenmesi ebedidir. (2/Bakara, 162). Görüldüğü üzere ebediyen Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetini kazananların cürmü kafir olmaları, küfürde diretmeleri ve ayrıca Allah’ın açık delillerini ve hidayeti gizlemeleridir. Bu, söz konusu kişilerin kendileri kafir oldukları gibi, başkalarının kafir olması için de bilinçli bir çaba içine girdikleri anlamına gelmektedir. “Tüm insanların laneti” denirken, aslında sadece müminler kastedilmiş olmalıdır. Kur’an’da bu ifade tarzının örneği vardır. Münafık/kafirlere, “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin dendiği zaman…” (2/Bakara, 13) buyrulurken, ‘İnsanlar’ kelimesi ‘müminler’den kinaye olarak kullanılmıştır.

Bakara suresinin 159-162. ayetlerindeki lanetleme ifadelerinin üstü kapalı olarak Yahudi din adamlarını hedef aldığı sezilmektedir. Çünkü onlar sadece Tevrat’taki değil, Muhammed (as)’a gelen hakikatleri de örtüyorlardı. İster ehli kitap olsun ister müşriklerden olsun, birer hakikat olarak Allah, Allah’ın indirdiği ayetler, gönderdiği vahiy ve elçileri reddeden, üzerini örten, bunlar yokmuş gibi hareket eden kimseler Kur’an dilinde kafir olarak anılır ve lanete uğrarlar.

İman ettikten, rasulün hak olduğuna ve kendilerine hakkı getirdiğine açıkça şahitlik ettikten sonra kafir olanlar lanetlenmişlerdir. Allah onları hidayete erdirmeyecektir çünkü onlar zalimlerdir. (3/Âl-i İmran, 87). Bunların asıl cezası Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetine uğramalarıdır. (3/Âl-i İmran, 88). Allah Teala tevbe kapısını her daim açık tutmakta, tevbe edip ıslah olanlardan laneti kaldırmaktadır. (3/Âl-i İmran, 89). İman ettikten sonra kafir olan, küfrünü de artıran kimselerin tevbelerini ise kabul etmemektedir. Hatta bu kimseler yeryüzü dolusunca altınları olsa da bunu fidye olarak verseler, yine de kabul görmeyecektir. (3/Âl-i İmran, 90-91).

Kur’an’a göre en zalim kimseler Allah’a yalan yere iftira atan, Allah’a yalan isnat edenlerdir. (11/Hud, 18; 7/A’raf, 37). Bunlar aynı zamanda insanları Allah’ın yolundan saptırmak için ellerinden gelen her gayreti gösteren, Allah yolunun eğri-büğrü yani yaşanamaz, gidilemez bir yol olduğunu ispatlamak için çalışanlardır. (7/A’raıf, 45). Bunların ahiret inançları da yoktur. Allah’ın laneti işte bu zalimlerin üzerinedir. (11/Hud, 18-19). Allah’ın elçileri (melekler) kendilerine, canlarını almak üzere geldiklerinde, “Allah’ın dışında taptığınız varlıklar neredeler?” sorusunu yöneltirler. Zalimlerin, kendi aleyhlerine şahitlik yapma anlamına gelen cevapları şudur: “Bizden kaybolup gittiler.” (7/A’raf, 37). Bu zümreden her bir topluluk cehenneme girdiğinde -adeta tezahürat yapar gibi- birbirlerini lanetlerler ve sonra gelenler öncekileri Allah’a şikâyet ederler, kendilerini onların saptırdığını ileri sürerek Allah’tan, onlara iki kat azap etmesini isterler. (7/A’raf, 38). Kafirler Allah’ın çağrısına değil de, reislerine ve büyüklerine uymuşlardı. İşte o gün, tabi oldukları o reis ve büyüklere iki kat azap etmesi ve büyük bir lanetle lanet etmesi için yakarırlar. (33/Ahzap, 67-68). Allah’ın cevabı ise bellidir: (Telaşa mahal yoktur,) zaten herkes için kat kat azap vardır! (7/A’raf, 38). Zalimlerin ahirette özür dilemeleri bir fayda sağlamaz. O gün onlar lanetlidirler, kötü yurt da onlarındır. (40/Mü’min, 52).

Dünya hayatına dair geçici heveslerle İbrahim (as) gibi bir nebiyi ateşte yakma arzusu kendilerini bir araya getiren toplulukların bu dayanışması ahirette vazo gibi parçalanmakta, dünkü sıkı dayanışmacı gruplar birbirlerine lanet okumaya başlamakta, birbirlerini tanımazdan gelmektedirler. (29/Ankebut, 25). Cennet ehli, Allah’ın kendilerine vaat ettiklerini gerçek buldukları gibi, cehennem ehli de Allah’ın vaat ettiklerini gerçek bulmuşlardır. Allah’ın vaadi o gün cehennemdekilerden birinin ağzından yüksek sesle dökülecektir: Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun! (7/A’raf, 44).

Allah’ın ayetlerini inkâr eden (cehadû), elçilerine asi olan, elçiler yerine inatçı zorbalara tabi olan Âd kavmi (11/Hud, 59-60), Firavun ve kavmi gibi zalim, azgın toplulukların peşine hem dünyada hem de ahirette lanet takılmıştır. (11/Hud, 99; 28/Kasas, 42). Kur’an’ın kıyamet günündeki Firavun tasviri şu şekildedir: Firavun kavminin önüne düşmüş, onları ateşe götürmektedir. (11/Hud, 98).

Allah’ı ve Elçisini incitenler hem dünyada hem de ahirette Allah’ın lanetine uğramışlardır. (33/Ahzap, 57). Rasulullah’a eziyet edilebilirse de Allah’a eziyet edilemez. Allah’ı ve rasulünü incitmek (eza vermek), Allah’ın ve rasulünün kerih göreceği, asla razı olmayacakları sözleri söylemek, fiilleri işlemektir. “Allah’ın eli bağlıdır”, “Allah üçün üçüncüsüdür”, “mesih Allah’ın oğludur” gibi sözler Allah’ın asla razı olmayıp, lanet edeceği akidelerdir. 

Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve İslam toplumunda ahlaksız iftiraları yayanlar da Allah’ın lanetinden paylarına düşeni alacak olan gruplardandır. Allah Teala Rasulünü (sav) Medine’deki kafir, münafık ve kötü haberleri yayanlara musallat etmiş, sonuçta Medine kendileri için güvenli bir yer olmaktan çıkmıştı. Bu da onlar için bir tür lanetlenmeydi. (33/Ahzap, 60-61). Bu ayetlerin Medine’de Rasulullah’ın (sav) namusuna iftira atılmasını (gerçek olup olmadığına bakmaksızın) yayanları hedef aldığı malumdur. Fakat ayet Hz. Aişe ismi etrafındaki ifk olayıyla sınırlı değildir. Modern toplumlarda medya denilen güdümlü propaganda makinesi mütemadiyen ahlaksız haberler yaymakta, her vesileyle toplumun utanma, ar ve namus damarlarını çatlatmaktadır. Sorun şu ki, bugün birilerinin bu medya patronlarına Allah’ın lanetini hatırlatması gerekmektedir.

Allah Teala rasulüne nasip ve müyesser kıldığı fetih (Mekke’nin fethi) olayından müminlere müjdeler, kafirlere de lanetler çıkarmaktadır. Allah’ın verdiği zafer müminlerin imanını artırıp, kalplerine güven indirirken, Allah hakkında kötü zanlar besleyen münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara ise azap gelecektir. Medine’nin münafık ve müşrikleri, 1500 kişilik bir kafile ile umre için Mekke’ye doğru yola çıkmışken Hudeybiye’de durdurulan Rasulullah’ın, müminlerle beraber geri dönemeyeceklerini, Mekke kafirleri tarafından telef edilecekleri yaygarasını yapıyorlardı, bu onların Allah hakkındaki kötü zanlarıydı. Müşrik ve münafık erkek ve kadınların müminler için bekleyip, temenni ettikleri bu kötülükler kendi başlarına geçmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve kendilerine cehennemi hazırlamıştır. (48/Fetih, 1-8). İşte Allah’a ve rasulüne harp ilan etmiş bulunan bir topluluğun akıbeti ve elde edeceği bütün kazanç bundan ibarettir: Allah’ın gazabı ve laneti. Allah Teala kadın-erkek ayrımı yapmaksızın, münafık erkek ve münafık kadınlara ve kafirlere, içinde daimî kalacakları bir cehennem azabı vaat etmiş, onların tamamını lanetlemiştir. (9/Tevbe, 68).

Allah’ın lanetini celp eden topluluklardan biri de ehli kitap, bilhassa Yahudilerdir. Yahudiler şu sebeplerle Allah’ın lanetine uğramışlardır: Allah’ın vaz ettiği kelimeleri konuldukları yerlerinden bozup tahrif etmişler (4/46; 5/13); (Rasulullah’a karşı,) “işittik ve isyan ettik, dinle dinlemez olası!” ve “râinâ” (bizi güt) demişler; “işittik ve itaat ettik, bizi gözet” dememişler, küfretmişler (4/Nisa, 46); Allah’a ortak koşmuşlar yani iftira atmışlar (4/Nisa, 48); namazı kılmak, zekatı vermek, rasullere iman edip, desteklemek, Allah’a karzı hasen vermek hususunda Allah’a verdikleri sözü bozmuşlar (5/Maide, 12-13); kendilerine öğretilen Tevrat ahkamının bir bölümünü ‘unutmuşlar’ (5/Maide, 13); yalan şeyleri Allah’a iftira atmışlar (4/Nisa, 50); bâtıl şeylere (cibt) ve tağuta inanmışlar, kafirlerin müminlerden daha doğru yolda olduklarına kanaat getirmişler. (4/Nisa, 51). Yahudiler işte bu ve benzeri cürümleri sebebiyle Allah tarafından lanetlenmişlerdir. Allah’ın lanetlediği kimselere ise hiçbir yardımcı bulunamaz. (4/Nisa, 52). Allah bu günahları sebebiyle İsrail oğullarının kalplerini katılaştırmış, kendilerini lanetlemiştir. (5/Maide, 13). Yahudiler İslam tebliği karşısında “kalplerimiz perdelidir” demekle kendilerince Allah ve rasulüne karşı çalım satmak istemişlerdi. Allah ise, “Hayır, küfürleri sebebiyle Allah onları lanetlemiş (kalplerini de mühürlemiş)tir” buyurmak suretiyle çalımlarını kendi başlarına geçirmiş (2/Bakara, 88), aşina oldukları hakikatler (Kur’an) kendilerine gelince küfretmeleri yüzünden Allah da onları lanetlemiştir. (2/Bakara, 89).

Ehli Kitab’ın, Allah’ın lanetini hak eden suçları sadece bunlar değildir. Onlar Müslümanların dinini alay ve oyun konusu yapmışlar, müminler tarafından namaza çağrıldıklarında keza namazla alay etmişlerdir. (5/Maide, 57-58). Yahudilerin Muhammed (as)’ın İslam cemaatinden hoşlanmamasının tek nedeni, müminlerin katıksız olarak Allah’a, kendilerine ve daha önce indirilenlere (Tevrat-İncil) iman etmeleriydi. (5/Maide, 59). Bu küstahlıkları sebebiyle Kur’an onların ekserisini fasık saymaktadır fakat onların daha kötü sıfatları ve maruz kaldıkları lanetleri söz konusudur: Allah onlar(dan belirli bir zümre)yi lanetlemiş, kendilerine gazap etmiş, içlerinden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkarmıştır. İşte bunlar daha kötü konumda olan ve doğru yoldan en fazla sapmış olan kimselerdir. (5/Maide, 60). İçlerinden sebt gününde azgınlık edenleri Allah “aşağılık maymunlar” yapmış (2/Bakara, 65), sebt ashabını lanetlemiştir. (4/Nisa, 47). 

Kur’an’ın kendilerine onca zeytin dalı uzatmasına karşın Yahudiler Müslümanlara hiçbir zaman dost olmamışlar, sadece zevahiri kurtarmak için müminlerin yanına geldiklerinde münafıkça hareket ederek “inandık” demişlerdir. (5/Maide, 61). Günah, düşmanlık ve haram yemede adeta yarışa girmişlerdir. (5/Maide, 62). Din adamları da kendilerini günah sözleri söylemekten ve haram yemekten menetmemekle (5/Maide, 63), konforu seçmişler, suçlarına ortak olmuşlardır. Yahudilerin Allah’a olan isyan ve saygısızlıkları bu kadarla da kalmamıştır. Bunlar, Allah’ın eli bağlı (cimri) diyecek kadar haddi aşan bir kavimdir. Onların bu kafirce sözlerinin cezası lanetten başka ne olabilirdi ki? Muhammed (as)’a indirilen Kur’an vahyi Yahudilerin sadece azgınlığını ve küfrünü artırmıştır. Allah da aralarına kıyamete kadar sürecek olan düşmanlık ve kin sokmuştur. Allah onların yaktığı fitne ateşini her seferinde söndürmüştür. (5/Maide, 64). Şu hâlde alemlerin Rabbi Allah tarafından maymun ve domuz diye nitelendirilmek İsrail oğulları için en bedbaht bir lanetlenme türü olarak kıyamete kadar alınlarından silinmeyecek bir damgadır. Sonuç olarak İsrail oğullarının kafir olanları isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmiştir. (5/Maide, 78).

Kur’an’ın müminlere müşriklerden ve Yahudilerden bir derece daha yakın olduklarını bildirmesine rağmen Hristiyanlar da Muhammed (a.s)’a gelen vahye teslim olmamışlardır. Necran heyeti kendi batıl akidelerini savunmakta ısrar edip, Rasulullah’a gelen Kur’an’a iman etmeye yanaşmayınca Allah Teala kendilerini ilzam etmek için Rasulüne, onları mühahaleye davet etmesini bildirmiş ama Necran Hristiyanları bundan ürkmüşlerdir. Mübahale birbirine lanet okumak, lanetleşmek anlamına gelmektedir. Kur’an’ın önerisi şöyleydi: Rasulullah, kendisiyle cehli inadî ile tartışmaya girişenlere diyecekti ki, haydin, siz ve biz dahil olmak üzere, sizler çocuklarınızı, biz de kendi çocuklarımızı, sizler kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı getirelim ve Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olması için dua edelim! (3/Âl-i İmran, 61). Necran Hristiyanları mübahaleden korkmuşlar, Müslümanlarla bir anlaşma imzalayarak Medine’yi terk etmişlerdir. 

Lanetleşmek sadece sapkın inanç konularıyla alakalı olmayıp, cinayet ve iftira gibi hususlarda da geçerlidir. Mümin kadınlara namus iftirası atılması durumunda, İslam davetine itiraz eden bir inanç grubuna karşı, vicdanların derinliğindeki ikrar pırıltılarını açığa çıkartma gayesiyle önerilen mübahale(lanetleşme)nin benzeri bir yeminleşme usulünün emredilmesi, Allah katında namus iftirasının ne kadar büyük bir suç olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Hanımına zina isnat eden ama kendinden başka da şahidi bulunmayan erkekten, doğru söylediğine dair dört defa Allah adına yemin etmesi, beşinci defada, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesi istenmektedir. (24/Nur, 6-7). İftiraya uğrayan kadın ise dört defa kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair Allah adına şahitlik eder, beşinci defada, eğer kocası doğru söyleyenlerdense, Allah’ın gazabının (kadının) kendi üzerine olmasını dilerse, kendisinden ceza kalkacaktır. (24/Nur, 8-9). Aynı surenin 23. ayetinde namuslu, suçsuz mümine kadınlara iftira atanlar daha açık bir dille dünyada ve ahirette lanetlenmekte, ayrıca onları büyük bir azabın beklediği; yapmış oldukları iftiraya dilleri, elleri ve ayaklarının kendi aleyhlerinde şahitlik edeceği bildirilmektedir. (24/Nur, 23-24). Kur’an’ın, bu ahkamıyla namuslu kadınları nasıl da koruma altına aldığı ortadadır.

Son olarak, bir mümini kasten (bile bile/taammüden) öldüren kişinin de Allah’ın ebedi lanetini kazandığını belirtelim. Böyle bir kişi cehennemde daimî kalacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve kendisine büyük bir azap hazırlamıştır. (4/Nisa, 93).

Görüldüğü üzere Kur’an küfür, nifak ve şirkte yarışan, dolayısıyla da zalim adını alan insanları, kitap ehli olduğu halde Tevrat ve İncil’le aynı kaynaktan gelmesine rağmen Kur’an’a iman etmeyen, Muhammed’i Allah’ın elçisi saymayan, aksine kafirlere yaranmaya çalışan, böylece en başta kendi kitaplarına hıyanetlik eden zümrelerin lanetlendiğini haber vermektedir. Bu anlamıyla, bir mümini taammüden öldürenle, temiz mümin kadınlara namus iftirası atan ve bu gibi dedikoduları toplum içinde yaymaya büyük çaba gösteren kimselerin de, lanetlenmiş inançsız kimselerden bir farkı bulunmadığı için onlar da lanetlenmişlerdir.

Allah’ın lanetlediği dinî zümrelere her mümin de aynı gözle bakmalıdır. 90’lı yıllarda yoğun şekilde işlendiği üzere, Allah’ın lanetlediği zümreleri hoşgörü, bir arada yaşama, çoğulculuk, dinler arası diyalog, İbrahimî dinler gibi söylemlerle (fark ettirmeden!) aklayıp, müminlerin bakışını yumuşatmak, Allah’ın lanet ettiklerine rahmet okumak, bilerek veya bilmeyerek Allah’a meydan okumak gibidir. En hafif tabiriyle Allah’a karşı bir isyandır. Biz kullar şüphesiz insanların yargıcı değiliz. İnsanlara lanet okumakla muvazzaf da değiliz. Ahirette kulları sadece Allah yargılayacaktır. Lakin Allah’ın rahmet ettiğini bizim lanet listesine ekleme hakkımız nasıl yoksa, O’nun lanet ettiğini bizim rahmet hazinemize(!) dahil etme hakkımız da yoktur. Bizler Allah’tan ne daha merhametli ne de daha adil olabiliriz. Kur’an’da lanetlenen insan tiplerine karşı bakışımız, duruşumuz Allah’ın ölçüsündeki gibi olmak zorundadır. Kafirlerle aramızda velayet bağı olmadığını unutmamalıyız. Rasulullah’a atfedilen sözdeki gibi, münker işleyenleri elimizle durduramıyor, dilimizle uyaramıyorsak, hiç değilse buğzumuz baki kalmalıdır.

Müminler olarak her şeye rağmen, Allah’ın lanetlediği fiilleri işleyenlere karşı da nezaketli olmak, insanların hayrını istediğimiz mesajını vermek görevimizdir. Bizler insanların lanetli olmasını değil, Allah’ın rahmetini kazandıracak inanç ve ameller üzere olmalarını isteriz. Bu doğrultuda yapacağımız her türlü çaba ve gayretimiz Allah katında marufu emir, münkerden nehiy ve insanları hayra çağırmak olarak değerlendirilmektedir. Hem kendimizin hem de yakınlarımızdan başlamak üzere bütün insanlığın Allah’ın gazabından kurtulup, rızasını kazanması için çabalamak, Allah’ın bizden istediği bir görevdir.

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *