Fikir ve Ahlak

Fikirle ahlak arasındaki ilişki belki sanılandan çok daha köklü, derin ve sağlam olsa gerektir. Fikirsiz ahlak, ahlaksız da fikir olamaz.

Mehmed Durmuş

FİKİR’le kastım, biz müminleri ağyârdan ayırt eden ve hayatımızın tamamına yön veren düşünce örgüsünü kast ediyorum. Kaynağı İslam olan, İslam’dan devşirilen ve akideden ahlaka, sanattan bilime, hayatımızın tamamını kuşatan dünya görüşümüz yani…

AHLAK ile kast edileni çok fazla açıklamaya hacet var mı? Desek ki, insanı insan yapan davranış güzellikleridir, yeterlidir.

Fikirle ahlak arasındaki ilişki belki sanılandan çok daha köklü, derin ve sağlam olsa gerektir. Fikirsiz ahlak, ahlaksız da fikir olamaz. Esasen insanoğlunun çektikleri de daha ziyade, ‘ahlaksız fikir’dendir dense, yeridir.

Fikir akideden neş’et eder. Toprağın, vakti zamanı gelince, içindeki ‘hayat’ı dışa fışkırtması misali, akide de, içindeki ‘fikir’ olmaya aday genlerini dışarıya filizlendirmeden duramaz. Akide fikrin hazinesidir. İnsan ektiğini biçiyor. Rüzgâr ekenin ne biçeceğini biliyoruz; kalbine tevhid eken, tevhid ürünleri devşirir. Düşüncesi tevhid olur, amelleri tevhid olur, ahlakı tevhid olur. Sudan’lı klinik psikoloji uzmanı Malik Bedri, “Derunî düşünce süreci olarak tefekkür, her türlü güzel amelin kaynağı olan inancın belkemiğidir.” demektedir. (Malik Bedri, Düşünme)

Gazali, “Her hayırlı fiilin anahtarı tefekkürdür; çünkü tefekkür müminin bütün idrakli fiillerine, Allah’ın zikrini ve O’nun rıza ve lütfunu kazandırır.” demektedir. (Malik Bedri, 50)

Şerîkli inanışlar ekenler, belli ki hevâ ü heves biçecekler. Fikrin isabetliliği için akidenin sahihliği şarttır. Sahih akîde, sağlam bir zihinle buluşmalıdır. Fikir akideye aykırı ise, o, tez zamanda kendisini ele verir ve akidesi de tıpkı ahlakı gibi düzgün olan mümin kişide, yanlış fikir tashihe uğrar. Bir insan olarak müminden yanlış fikir sadır olması kınanacak bir şey değildir; kınanması gereken, yanlışa dair uyarı aldığında, onu düzeltmemesidir.

Fikrin akideden çıkması ilimledir. Akide fikir için ana rahmi gibiyse, ilim de onu besleyen göbek bağı mesabesindedir. İlimsiz fikir, toprak yerine, betona ekilmiş tohum gibidir. İlim en temelde vahiydir. Müslüman fikri mutlaka vahye dayanmak zorundadır. Vahiysiz bilgi ideoloji olabilirse de, ilim olamaz. İlim, Allah’ı bilme/tanıma ve ikrar etme esasına dayanır.

Gazalî ilim-fikir ilişkisini şöyle açıklamış: “İlim kalbe girince, kalbin hali değişir. O değişince uzuvların vazifeleri değişir. Organların görevleri, kalbin halini ve bu da ilmi takip eder. İlim fikri izler. O halde, her hayrın başı ve anahtarı fikirdir. Bu da sana tefekkürün faziletini ve zikrin yerini aldığını gösterir, zira fikir zikri ve daha fazlasını ihtiva eder.” (Malik Bedri Gazalî’den naklen, Düşünme)

Kur’an, Allah’tan ancak “âlimler korkar” buyururken, hem ilmi tanımlamakta, hem alimi tanımlamakta, hem de ‘korkmak’tan ne anlamamız gerektiğini öğretmektedir. Nice diploma hamallarının, hamallığını yaptıkları malumatlarla şişinmelerinin önünü kesmiş bulunmaktadır.

İbni Kayyım el-Cevziyye, güzel fikirlerin oluşması sürecini değirmen örneği ile açıklamaktadır: “Allah insanı asla durmadan gece-gündüz dönen, sürekli öğüten ve öğütmek için hep bir şeye ihtiyaç duyan değirmen taşına benzer şekilde yaratmıştır. Zihinlerini güzel düşüncelerle ve manevi tefekkürle besleyenler, değirmenlerine mısır ve buğday koyanlar gibidir: Onlar güzel un üretir ama çoğu insanın değirmeni taş ve toprak öğütür. Ekmek yapma zamanı geldiğinde (ahirette) her grup değirmenlerinin ne öğüttüğünü bilecektir!” (Malik Bedri, Düşünme)

O halde değirmenimize ne koyduğumuza bakmalıyız. Değirmenimize, akidemizin temellerine savaş açmış rivayetleri koyarsak, ürünün bizdeki dokuya uymayacağı açıktır. Akidemiz rasullerin akidesi gibi olmalıdır: Arı-duru, berrak, tertemiz ve cennet kokulu. Asırlardır biz müminlerin değirmenimize, “sen ve Rabbin gidin birlikte savaşın” diyecek kadar küstah bir kavmin kendi elleriyle yonttuğu muharref bir kültür konuldu ve oradan bize taşlı-topraklı, samanlı ve kirli bir ürün sunuldu.

Fikirle ahlak arasındaki ilişkinin en başta gelen ilkesi, hiç kuşkusuz, fikrin yaşama dönük olmasıdır. Fikir, yaşanabilecekse fikirdir. Hayattan kopuk, sırf teori olarak, dünya ile alakası olmayan uçuk görüşler Müslüman nazarında bir değer ifade etmezler. Fikir, dünyamıza hayrı dokunan yol göstermelerdir.

Ahlak yaşamın bizatihi kendisidir. Ahlak, müslümanın hayata uyum sağlamasıdır, tabiat ile uyumlu olmasıdır. İnsanın fıtratına yerleştirilen takvânın tezahürü, ete kemiğe büründürülmesidir. Bu anlamda fikir ahlakı, ahlak da fikri besler, büyütür, güzelleştirir. Tıpkı kökleri yerde sabit, dalları semayı tutmuş ağaç misali… Ahlak fikri özendirmeli, o ahlakı bu fikrin doğurduğu; bu fikrin de ancak öyle bir ahlaka gebe olacağı, her âkil insan tarafından teslim edilmelidir.

Anlaktan bağımsız fikir, fikirden bağımsız ahlak, olsa olsa ibadetsiz hayatların, hevâ ve heves mekânlarında gece yarılarına kadar tükettikleri boş çenebazlıklar cümlesinden olur. Kısacası, ahlak teori olsun diye değil, fiiliyat olsun, yaşam olsun, yepyeni bir hayat kurulsun, şaşkın insanlık için bir umut olsun içindir. İslamî terimlerle söyleyecek olursak, hasta ruhlar, ‘ölmek’ üzere olan şuurlar, Müslüman fikir adamının dünyasında dirilmeli, ölmekten kurtulup, hayata dönmelidir.

Fikir hamur ise, ahlak onun mayasıdır. Maya bozulmamalıdır.

Fikri yaşatmak çok önemlidir. Fikir, ahlaklı insanların, kalbi iman ile dopdolu müminlerin, canını, bugüne kadar gelmiş geçmiş şehitlerin ve nebilerin canlarından daha kıymetli bilmeyen yiğitlerin omuzları üzerinde yükselir. Fikrin izzetini korumak gerekir. Fikrin bir namusu vardır. Fikir namusu, insanın ‘ırz’la aynılaştırılan namusundan daha değersiz değildir. Aslında kişinin ‘ırz-namus’unu kolaylıkla harcaması da, fikir namusunu tüketmesiyle alakalıdır. Fikirde namus tanımayan kimse için, başka namusların fiyatı da ucuzlayacaktır.

Fikir namusu, fikre sadakattir. Nasıl ki, insanın eşi onun namusudur ve her halükarda namusunun hâmîsi ise, fikir insanı da fikrine öyle sadık ve sahip olmak durumundadır. Fikre sadakat, gece bekçisi gibi de değildir. Namus çok kıymetlidir ve kıymetli olduğu için, terk edilemezdir. Fikir de öyledir. Fikre sadakat, onsuz hayatın bir anlamı ve değeri olmadığındandır. Fikir adamı, en zor şartlarda da, en kolay şartlarda da, fikrinin yanındadır.

Fikir sadakat ister, mertlik ister, dürüstlük ister. Fikir, hıyaneti kaldırmaz. Malik b. Nebî, “İhanet eden fikirler intikam alırlar.” diyor. (Malik b. Nebî, İslam Dünyasında Fikir ve Put) Fikrin intikamının nasıllığını düşünmek gerek.

Nurettin Topçu fikir namusuna, konunun ‘ağırlığına’ eşdeğer sözcüklerle değinmiş: “Utanma veya hayâ duygusuna gelince, bu duygu hem izzetinefsin, hem de şeref ve haysiyetin bizdeki bekçisidir. Onunla hem kendi izzetinefsimizi koruruz, hem de başkalarının izzetinefsine saygı duyarız. İnsanlara sevgimiz yüzünden onların şeref duygularını da incitmekten utanırız. Utanmayan, hem sevgisi, hem de insanlık değeri olmayan kişidir.”

“Burada namus kavramı ile karşılaşıyoruz. Kendimizde ve başkalarında varlığını tanıdığımız değerlere tam saygı göstermeye namus deniliyor. Namuslu adam, hem kendi izzetinefsine ve şerefine sımsıkı sarılır, onları korur, bayağı menfaatlere değişmez; hem de başkalarının izzetinefsi ve şerefine saygılı olur: Yalan söylemez, kimseyi aldatmaz, çalışkan ve dürüsttür.” (Nurettin Topçu, Ahlak)

Fikir namusu leke götürmez.

Her şeyin bir bedeli vardır, fikrin de. Fikrin bedelini Necip Fazıl, şiirinde yerli yerince özetlemiş: Fikir, zehirle pişmiş aş gibidir. Anadan, babadan ve yardan ayrılığı göze almak gerekir. Fikir çilesinden büyük bir çile yoktur.

Fikir adamı her belaya hazır olmalıdır. Edward Said diyor ki, Julien Benda’nın tanımına göre gerçek entelektüeller kazığa bağlanıp yakılma, sürgüne gönderilme, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadırlar. Başat özellikleri, dünyevi kaygılarla aralarındaki gevşemez mesafedir. Bu yüzden sayıları çok olmaz. Güçlü kişiliklere sahip, su katılmadık bireyler olmak zorundadırlar. (Edward Said, Entelektüel)

Fikir, ikiyüzlülüğü hazmedemez. Kalbini yüzde yüz Allah’a teslim etmemiş bir zihin faaliyetinden, yüzde yüz Allah’ı razı etme amacına yönelik fikir hâsıl olamaz. Fikir, kendi kardeşlerine alabildiğine merhametli, İslam’ın dostu olmayanlara karşı alabildiğine haşin olmayı gerektirir. Çapsız ayak oyunlarıyla, alinin külahını veliye, velininkini bir başkasına giydirmeye çalışan çıfıt politikalarla Müslüman fikri idame ettirilemez. Ettirilse bile bu fikir cahiliyeye bir çare sunamaz. Çünkü fikrin sahibine bile bir faydası olmamış gözükmektedir… Zira orada ahlak bitmiştir. Fikir, dostuna da düşmanına da tamamen şeffaf, özü-sözü doğru, açık, mert ve sade olmayı gerektirir. İşkembenin kıvrımları gibi zihinsel kıvrımlar içerisinde fikir değil,
saman biriktirilebilir. Fikrimizin adamında yalan-dolan, hasetlik, iftira, kıskançlık, kibir bulunamaz. Fikir insanı, hangi durumlarda adaletten ayrılmayacağına dair sözüne sadık kalmak zorundadır.

Fikir açık-seçik/şeffaf olmalıdır ki, herkes anlasın. Kabul eden bir basiret üzere kabul etsin, reddeden neyi reddettiğini bilerek reddetsin.

Fikrin hatırı her şeyin üzerindedir. Fikir bir sükse değildir. Fikir, sataşmaktan ziyade bir çağrıdır; teklif ve uyarıdır. Fikir, başkalarına, yani bütün dünyaya söyleyecek sözümüzün olmasıdır. Kendine bile söyleyecek sözü olmayanın, bir fikri yok ki, birilerine bir şeyler desin. Fikrin benimsenmesi, futbol takımının galibiyeti cinsinden olmayıp, nebevî tebliğin kabul görmesi kabilindendir. Dolayısıyla hamdin konusudur. Fikrin kabul görmemesi, mensuplarının hırçınlaşmasını değil, kendilerini sorgulamayı gerektirir. Malik Bedri, “Akıldışı ve fazlasıyla duygusal tepkiler İslamî tefekkürde hoş karşılanmaz.” demektedir.

Kısacası fikrimiz ahlakımızdır. Ahlakımız imanımızdır. İmanımız amelimizdir. Fikrimizin kazandırması gereken nezaket, zarafet, tevazu ve edep bütün bunların içerisindedir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *