İslam’ı yanlış anlamadıysak, ‘din-insan-toplum-devlet’ ilişkisinde, ilişkinin yönü dinden diğerlerine doğrudur. Dolayısıyla tüm toplumsal işler ve ilişkiler, dine dayanmak, dini sınırlar içinde kalmak zorundadır…
Hüseyin Alan
Tarihte bir toplumun kendi kendini değiştirdiği görülmedi.
Toplumsal değişimlerin tümü, ‘dini-ideolojik’ temelde örgütlü bir sosyal sınıfın yahut zümrenin öncülüğünde ve mücadelesi sonucunda gerçekleşti.
Bu sınıfın “ahlak-hukuk-sanat-iktisat-siyaset-parti-devlet-adalet…” anlayışı-icrası ve dayanağı, ‘yeni durumu’ şekillendirdi…
Kur’an’daki ‘bir toplum kendini değiştirmezse…’ ayeti, siyak ve sibakı ve bağlamı itibarıyla olumsuzluğu resmeder, bozulmanın sebep ve şartlarını ve sonuçlarını anlatır. Dolayısıyla düzelmenin de sebep ve şartlarını gösterir.
Bozulma da, düzelme de ‘baştan’ başlar. Baş, toplumu yöneten, şekillendiren iktidar grubudur. Şu halde
Değişimi gerçekleştirecek bir sosyal sınıf, mevcuda kıyasla ve dayanak olarak bunların daha ‘iyi ve adil’ bir plan-program-mücadelesi’ yoksa, değişim olmaz.
Belirli bir eşiğe kadar baskı ve ezilme tehdidi karşısında yılmadan mücadele, o eşikten sonra hicret eden peygamberler tarihi üzerinden düşünürsek, mesele vuzuha kavuşur…
Toplumu ‘tuğla çamuru’ gibi de düşünelim: Ondan ‘kaliteli-kalitesiz’ tuğla yapmanın ‘bilgisi-tecrübesi-meslek ahlakı-ustalığı’ gibi şartları ve sebepleri ve aktörleri söz konusu edilmeden, toplumsal yapıdan ve değişimden bahsedilmez.
Bu bize neyi öğretir: Dinin bireysel bir inanç, ibadet ve ahlak olmayıp, toplumsal bir düzen olduğunu…
Hatırlanırsa din kelimesi, ‘düzen-yargı-yol yöntem’ manalarını içerir. Buradan, bir dinin din olabilmesinin iki temel şartını görürüz:
Toplum üyelerinin uyacağı yasak ve sınırlar koyması, toplumsal işleri ve ilişkileri düzenlemesi.
Bu işleri yapma yol ve yöntemini göstermeyen bir din, bu işleri yapan başka bir dinin ancak mezhebi olabilir, sosyal sınıfı, sosyal zümresi olabilir.
Çağımızda bu işleri yapan tek din var: adına ‘aydınlanma, pozitivizm, rasyonalizm, bilimcilik, hümanizm…’ de denen “modern din.”
Bu dinin mezhepleri olarak ‘liberalizm-sosyalizm-faşizm-muhafazakarlık’; sosyal zümreleri olarak ‘Evanjelizm-Protestanlık-Katoliklik-Budizm-Alevilik-Hıristiyanlık-Yahudilik-Müslümanlık…’ sayılabilir…
Konuyla alakalı olarak bahsedilecek bir nüans var: günümüz pratiğinde
Patronaj “devlet-iktidar” yapısı söz konusu olup ‘siyaset’, sosyal değil toplumsal her işi ve ilişkiyi belirleyendir. Çünkü
“Din-insan-toplum-devlet” ilişkisinde, ilişkinin yönü devletten-iktidardan diğerlerine doğrudur. Dolayısıyla böylesi bir yapıda ‘adalet, mülkiyet, emniyet, güven’ iktidarın insafında ve hukuk tekelindedir.
Bu türlü toplumsal bir yapılanmada olumlu-olumsuz yönde değişim için iki şart gerekir: içerde çözülemeyen büyük bir kriz ve dış baskı.
İslam’ı yanlış anlamadıysak, ‘din-insan-toplum-devlet’ ilişkisinde, ilişkinin yönü dinden diğerlerine doğrudur.
Dolayısıyla ‘ahlak-hukuk-sanat-iktisat-ticaret-maliye-devlet-parti-ordu-polis-eğitim…’ vs toplumsal işler ve ilişkiler, dine dayanmak, dini sınırlar içinde kalmak zorundadır…
Sonuç: Toplumsal değişim ve dönüşüm isteyen sosyal sınıf veya zümrelerin ilke ve proğramları ortaya çıkmalı, mevcuttaki dinin baskı ve ezme politikalarını göze alarak örgütlü mücadeleye soyunmalıdır.
Peygamberler tarihini ve Kur’an ayetlerini hakkıyla bilip istifade etmek isteyenler için dahasına gerek var mı?
Aksi halin, mevcuttaki dinin koyduğu yasak sınırlarında kalmayı, yani toplumsal işlerden ve ilişkilerden uzak durup,
İnsan hakları evrensel beyannamesinde sıralanan ‘köken-cinsiyet-renk-dil-din-mülkiyet..’ gibi eşit haklara ve özgürlüklere tanınmış, devletlerin bunlara eşit mesafede duracağı unsurlardan bir unsur olmayı kabul etmek söz konusu olur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *