Bugünlere ışık tutacak tam yüz yıl önce Sebilürreşad’da yazılmış bir makaleyi sadeleştirerek, yorumlamadan ilginize sunuyoruz.
Yakup Döğer
Kurulduğu günden bu yana İslam ümmetinin ve dahi bütün insanlığın düşmanı olan siyonist işgalciler ve Ümmetin kanayan yarası Filistin, mübarek Ramazan ayının son günlerinde yine siyonist işgalcilerin mazlumlara saldırmasıyla gündem oldu. Tabi hiç gündemden düşmediğini de belirtelim. Her Ramazan ayında olduğu gibi, bu Ramazanda da gelenek bozulmadı. Bir avuç siyonist işgalci özelde Ümmet-i İslam’ın, genelde bütün insanlığın gözleri önünde, naklen yapılan canlı yayınlarla kudurmuş köpekler gibi Müslümanlara saldırmaya başladı.
Peki, siyonistler bulundukları bölgede nasıl böyle bir yer edindiler, nasıl toprak sahibi oldular? Şüphesiz ki bugün yaşananlar, dünün daha önceki günün ya da üç-beş yılın hemen ertesinde olan gelişmeler değildir. Siyonistler buralara nasıl geldi, ne zamandan bu yana, bu topraklar için mücadele ediyorlar? Bir gelecek kurgusunu nasıl oluşturdular? Bugünlere ışık tutacak tam yüz yıl önce Sebilürreşad’da yazılmış bir makaleyi sadeleştirerek, yorumlamadan ilginize sunuyoruz.
Bahsi geçen makale:
“Museviler öteden beri varlığını korumanın yolunun iktisaden yükselmekte ve ekonomik olarak güçlenmekte görmüşlerdir. Dünyanın her yerindeki memleketlerinde nüfuz olarak az olmalarına rağmen, iktisadi teşebbüslere sarılarak, birbirlerine yardım ederek, dünya ekonomik düzeninde çok önemli yerler kazanmayı başarmıştır. Her Musevi sadece kendi şahsı için değil, Museviliğin genel menfaatine çalışır. Yahudiler bütün mesailerini esaslı programlar üzerinde tanzim etmişlerdir. Bu sayede her vakit siyasi varlıklarını her yerde his ettirmiştir.
Musevilik ile Hıristiyanlık arasında azami derecede ihtilaflar olmasına rağmen, Hıristiyan Avrupa’dan her zaman kendilerine siyasi yardım temin etmeyi başarmışlardır. Museviler gördükleri şahsi yardımları bile Museviliğin faydasına olacak şekilde kullanmayı, umumi menfaatlerin karşısında şahsi menfaatlerinden vaz geçmeyi, Yahudiliğin siyasi kaidelerinden telakki etmişlerdir. Bununla beraber sadece dine olan bağlılıklarını varlıklarının devamına yeterli görmediklerinden, bu hususu iktisadi alanda yükselmekle takviye etmeyi mecbur hissetmişlerdir. Bu suretle her şeye muvafık olmak kabiliyetini göstermişlerdir.
Bundan yaklaşık otur – kırk sene evveline kadar (1880’li tarihler) Filistin kıtasında Yahudilerin nüfusu genel olarak azınlıkta oldukları halde, bir şekilde ortaya çıkan göçleri yavaş yavaş siyasi ve iktisadi şekilde kendisini hissettirmekte başarılı olmuştur. İktisaden Filistin’in hakimi olmak suretiyle sayılarının semeresini elde etmeye başlamışlardır. Deniz seviyesinden yüzlerce metre alçak olan Bahri Lut ve Taberiye gölleri civarıyla be bunlar gibi olan birçok yerler kara sıtma hastalığının membaı idi. Oraları ziyadesiyle uygun bulunduğu için hastalık yüzünden perişan bir hale gelmişti. Hali hazırda enkazından başka bir şey görülmeyen büyük büyük köy ve kasabaları hastalık sebebiyle nüfusu büyük zayiat görmüş, mahvolmuştu. Adı geçen yerlerin bitkisel bolluğu bakımından fevkalade zengin ve iklim tesiri dolayısıyla senede üç mahsul alınabilen bu altın toprakları işleyecek, asgari masraf ile azami menfaat temin edecek kimse kalmamıştı. Çünkü o şartlar altında orada barınmak, göz göre göre ölmek demekti.
Bu yüzden çağlar öncesi devirleri andırırcasına insan değil, hayvan bile barınamayacak bir hale gelmişti. Lakin çalışmanın, gayretin ve fedakârlığın önünde hiçbir şeyin duramayacağını iyi bilen Yahudiler, başta Baron Rothschild olmak üzere bu gibi arazileri çok ucuz fiyatlarla satın aldılar. Bu arazilerin evvela iskâna uygun hale getirilmesi gerektiğini düşünerek hastalığın membaı olan bataklıkları kurutmanın yoluna gittiler. Pek cüzi masraflarla beş – altı senede tohumdan okaliptüs ormanları yetiştirdiler. Bu ağaçların sahip olduğu özelliklerden dolayı bataklıklar kurutularak, oraları iskâna uygun bir hale getirdiler. Bu suretle, çöl halinde bulunan havali beş – altı sene zarfında hem ormanlık, hem de insanların barınabileceği ve fevkalade bitkisel örtüsü sayesinde müreffeh bir hayat yaşayacakları zirai alanlar haline çevirdiler.
Bunu yapan bir hükümet değil, en büyük hissedarı Rothschild olan Musevi bir şirkettir. Bu arazinin bazı kısımları adeta ufak müstemlekeler halinde ve koloni namı altında bu şirket tarafından idare ediliyordu. Bundan başka arazinin büyük kısmı Filistin’e gelen Musevi ailelere atın alındığı fiyattan yüksek fakat değerinden az bir bedelle verildi. Arazinin bedeli ise kırk senede ödemek ve kazanılan hasılattan her sene cüzi bir miktar vermek suretiyle tahsil ediliyordu. Büyümeye başlayan ve git gide sayıları artan bu ailelere sadece arazi verilmekle yetinilmiyor. Bir senelik ihtiyaçlarıyla birlikte kendilerine verilen araziyi işletmek için gerekli olan demirbaş, hayvan, alet edevat, fenni ziraat, arazi şartlarına göre hibe ediliyordu.
Bu suretle önceleri ölü olarak görülen bu arazilerde, bataklık mıntıkalarda mükemmel Yahudi köyleri tesis edildi.
Köy hayatına giren Yahudilerin büyük kısmı ziraatla iştigal etmemiş oldukları için bunlara fenni usul ziraat öğretecek adam yetiştirmek maksadıyla evvela ziraat mektepleri açtılar. Bu ziraat mekteplerinden mezun olanlara köylülerden daha elverişli şartlarda araziler verildi. Kendilerine köylülerden daha fazla bir takım izinler ve ayrıcalıklar tanındı. Hem arazilerden istifade etmeleri temin edildi, hem de civar köylülere fenni ziraat öğretmekle memur edildiler. Bu ziraat memurlarından bir kişi 5 – 6 köye denk gelecek şekilde yüzlerce adam yetiştirdi.
Aynı zamanda köylere birer baytarla köylülerin sağlık durumlarından mesul birer doktor tayin edildi. Doktorların vazifesi haftanın belli günlerinde köyleri ziyaret etmek ve tedaviye muhtaç olanları tedavi etmekti.
Hayvanatın ıslahını düşünerek damızlığa elverişli olmayan hayvanları köylülerin teşkil etmiş oldukları sendikalar vasıtasıyla sattırmak, yine bu sendikalar vasıtasıyla damızlığa elverişli olan hayvanlar edinerek köylülere vermek, hayvanların sıhhatini daima gözetim altında tutmakta baytarların vazifesindendi.
İktisadi ve fenni usul ziraatı takip etmekle beraber, tecrübeye dayalı ziraatta bulunan köylülerin takdire şayan bazı tecrübelerden istifade etmeleri için, bu usuller ziraat memurları vasıtasıyla diğer köylülere öğretildi. Bu suretle birçok zirai mahsulün genele yayılması temin edildi.
Filistin’de bu gibi tecrübi fenniye ile iştigal eden köylüler bütün yeryüzünde büyük ve kıymetli mevkilere gelecek derecede gelişme gösterdiler. Filistin’de sırf zirai ve fenni olmak üzere içinde binlerce cilt kitaplar olan kütüphaneler kurdular.
Köylüler ürettiklerini yalnız köylülerin iştirakiyle teşkil eden şirketler vasıtasıyla satarlar. Bir köylü yalnız başına pazarda ticaret yapmayı düşünmezdi. Bu şirketleri teşkil etmekle Museviler Filistin’deki ziraatla ticareti birleştirerek köylülerin emekleri oranında menfaatlerini sağlardı. Bugün bu şirketler birçok zirai ürünü Avrupa’ya ihraç etmekte ve yüksek fiyatlarla satmaktadır.
1331 – (1915) senesinde bütün Filistin ve Suriye’nin zirai hasılasının sıfıra inmesinde sebep olan çekirge afatına karşı yalnız Museviler bu teşkilatları sayesinde direnebilmişler, ortaya çıkan zararları az bir zaman zarfında telafi edebilmişlerdir. O sene çekirge afatının ortaya çıkardığı büyük hasar neticesinde Suriye’nin birçok köyleri adeta mahvolmuştu. Çekirge afatının ardından derhal bütün Filistin’de bulunan marangozlarla Yahudi şirketleri anlaşma yaptılar. Kısa bir zaman zarfında fenni usulle binlerce arı kovanı imal ettiler. Yine fazla miktarda oğul tedarik edildi. İmal ettirilen kovanlarla beraber köylülere verildi. İklim fevkalade müsait olduğundan dolayı, daima surette verim veren limon ve portakal ağaçlarının çiçeklerinden arıların istifade ettiği üç – dört ay zarfında her kovandan 40 – 50 kilo nefis portakal balı elde edildi. Harp senelerinde şeker yokluğu sebebiyle bu balın her kilosu beş liraya kadar satıldı. Bu suretle köylüler o sene çekirge afatını dolayı oluşan zararı bu teşkilatları sayesinde arıcılıkla telafi ettiler.”
Şimdi biz Müslümanlara siyonistlerin uzun soluklu bu gelecek kurgusundan ne gibi nasihatler çıkar?
Kaynak: A. Kazım, Sebilü’r-Reşad, cilt: XIX, sayı: 474, sayfa: 54-56, 31 Mart 1337 – 31 Mart 1921
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *