Unutmak en büyük ceza olacak bana. Susmaya ve suça aday yaşamaya hoş geldin. Çırpınacak yüreğin ve yanlışlar yapacak. Ve ayrıntılar en küçük anı bile vuracak seni.
Nilüfer Korkmaz
Babam Korkmaz Kahraman’a ithafen
Saatlerce yürüdüm bilmediğim Ankara sokaklarında. Ömrüm ve hafızam düşmüş önüme yürüyorum, nereye gittiğimi bilmeden. Sinir nöbetleri geçirdim sık sık, haberi yoktu kimselerin, kendimin bile. Yürüyorum. Boşluktayım. Ve seni arıyorum çünkü.
Bulmalıydım seni, sarılmalıydım, doyasıya öpüp yanaklarından bir daha bir daha öpmek istemeliydim. Necip Fazıl’ın öptüğü alın çizgilerinden. Hatta nöbet beklemeydim bunlara. Yine kaybolmalıydım kucağında, ocağında.
Yürüyorum. Çöldeymişim gibi kavruluyorum. Susuyorum sana. Seraplar görüyorum gündüzleri, geceleri korkuyorum. Rüyalar direniyor inatla. Kâbuslar bırakmıyor peşimi, korkuyorum uyumaktan ve cevapsız kalıyor sorular. Avaz avaz bağırıyorum oysa ama çıkmıyor kelimeler, boğazımda düğüm düğüm, nefes alamıyorum. Yığılıyorum olduğum yere. Kalabalık üşüşüyor etrafımda. Göz gezdiriyorum orda mısın diye. Ama yoksun.
Kalbim bedenime yabancı, bana ait değil gibi. Dizginleyemiyorum. Yularından kaçmış at misali çatlarcasına atıyor. Ayaklarım isyanda kalbime. Dermanı olsa.
Bir ara gökyüzüne bakıyorum. Gökdelenlere ve putlara inat görünmeye çalışıyor mavilikler ama can çekişircesine. Sonra bir şey oluyor yeryüzüne dönmüş yüzüm. Toprak yok ayaklarımın altında can çekercesine. Gökyüzü, yeryüzü. Arada ben tanıştırayım: ‘Araf’. Can çekercesine fazla.
Tarifi imkânsız bu acının. Dualar karşılıksız, kelimeler anlamsız, kalbin sahibi duymuyor seni. Cezalısın. Lâl olma vakti. Yazmışsa Yaradan bozmak olmaz.
Yalanmış düşünceler, umutlar, hayaller ve yalanmış insanın tam karşılığı. Sözlükler yanlış yazmış. Eksik kalmış, kırıntı. Bir zaman diliminde kayboluş. Geçmişin var, geleceğin meçhul. Sen şimdi de ölüyorsun ve o şimdi her zaman şimdi olacak. Yani sen hep şimdi öleceksin.
Bakamazsın resimlere, kaçırırsın gözlerini, korkarsın. Gitme eyleminin gerçek olduğunu yüzüne yüzüne vurmasından. Ertele der yüreğin. Çünkü inanmaktan kaçarsın. Çünkü en büyük adalet olan ölüm gerçeğiyle yüzleşmeye hazır değilsin. Çünkü bilirsin. Nutkun tutulur, donarsın zemheride, tutulur dizlerin, adım atamazsın.
Unutmak en büyük ceza olacak bana. Susmaya ve suça aday yaşamaya hoş geldin. Çırpınacak yüreğin ve yanlışlar yapacak. Ve ayrıntılar en küçük anı bile vuracak seni. Bir ses, bir sesleniş, bir türkü, bir çocuk, bir hayvan, bir kitap ve bir şiir vuracak seni. Kaçış yok. Kalem kırıldı. Cezan belli. Anlayacaksın.
Doğru olan çile, gerçek olan yalnızlık. Öyle ki ateş içinde kalmış akrep gibi. Kaçışın yok. İşte ‘şimdi’ oldun. Arınma vakti. Yan ki zaman akmaya başlasın ve tuz bassın yaralarına. Yanmadan olmaz. Yan ki zaman ilaç olsun. Olur, mu ki?
Zamanın ilaç olmayacağına inanan Abdürrahim Karakoç amcanın sözünü hatırlıyorum bir an: “Zamanın her şeyin ilacı olduğuna da inanmıyoruz artık. Zaman her şeyin ilacıysa, yaraya takvim basın. Göreceksiniz, geçmiyor”. Ve ben gördüm, geçmiyor, geçmiyormuş. Bu yangın hiç sönmüyormuş.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *