İslam, zaman mekan ve şartlarla kaim olmayan, sabit ilkeleriyle zaman içinde değişenleri düzenleyip tarih içinde yoluna devam eden, kendi gerçekliğinin şahitliğini ‘vasat ümmeti’ ile sürdüren bir dindir… Günümüz realitesi içinde bocalayıp kendisi olamayan Müslümanlar için ne diyebiliriz?
Soruyu, günümüz küresel çağında, seküler ideolojik değer yüklü bir dünya ve günlük hayat içinde düşünelim.
Önce bir tespit. Bu dünyada her şeyi tanımlama, sınıflama ve etkileme gücüne sahip olan bir tek din var: “Sekülerizm.” Bu dinin pratiğini temsil eden bir mezhebi var: “Liberalizm.”
Bu dinin arkasında ‘aşkın’ bir tanrı, mezhebinin arkasında ‘içkin’ tanrılar var.
Bilirsiniz, semitik/kitap ehli milletlerin dini bu; evreni yaratan, düzenleyen, sonra kenara çekilen, ilahlar hiyerarşisinde baş ilah olan aşkın bir tanrı inanç sistemi bu.
Bu inanç ve bilgi sisteminde aşkın olanın yardımcıları ve ortakları var, bunlar dünya işlerine müdahil, sıkışınca şefaatleri umulan içkin tanrılar.
İçkin olanlar aynı zamanda kabile/grup birliği ve kimliğini de sağlayan, bilinç ve aidiyet aşılayan tanrılardır. Bununla diğerlerinden ayrışırlar.
Peygamberlerin sıklıkla gelip düzelttiği halde bildiğini okumaktan vazgeçmeyen semitik milletler, sonradan semitikleşenler bu gün de aynılar.
Ellerinde kitap olmayanları şimdilik konu dışı tutalım.
Son peygamberin geldiği semitik milleti hatırlayalım, ne demek istediğimiz müphem kalmaz…
Çağımızın aşkın tanrısının, toplumsal düzenle ilgili içkin tanrısı liberalizm. Bu ne diyor, ne yapmamızı istiyor ona bir bakalım: “Evrensel değerlerim” var, şimdiki bu dünyayı, içindekileri, aralarındaki münasebetleri bunlarla anlamlandırıyor, tasnif edip kategorize ediyorum.
‘Birey-toplum-doğa-tarih’ izahımı ve tanımımı dinleyin. ‘Özgürlük-serbest ticaret-insan hakları-demokrasi’ ilkelerimi kurucu değer yapın.
‘Sosyal-ekonomik-siyasi’ yapılanmayı bu çerçevede inşa edin ve etkinleştirin.
‘Modelleştirip yaymış’ olduğum pratiği bir ‘amaç’ olarak görün…
Başlıktaki soruya dönelim. Soruyu, insanlığın bu amaç ve modelin ‘maddi-nesnel-gerçek’ münasebetlerle gerçekleştiği bir dünya/hayat içinde ele alıp cevaplamalı. Ama önce;
Bir dinden bahsediyorsak, kendisi “amaç” olan, ‘yaratılışı, evreni, varlıklar arası düzeni, kurulacak münasebetleri, insanı, toplumu, tarihi, ekonomik ve siyasal sistemi’ tanımlayan, anlamlandıran ve modelleyin pratikleştiren bir inanç/bilgi sisteminden bahsediyoruzdur.
Dolasıyla din olma iddiasında olan benzeri dinleri/bilgi sistemlerini ve modellerini de kendince tanımlayıp kategorize eden ve bunların her birinin bu dünyada/hayatta yerini gösteren şeyden bahsediyoruzdur…
Müslümanlar, bu çerçevede, bu dünyada, şimdi burada, maddi nesnel gerçeklik ve münasebetler içinde ne ifade ediyor, nerde yer tutuyor?
Kendisi amaç olduğu için diğerlerini anlamlandıran, değerlendiren, kategorize eden, yerlerini tayin eden bir dine mi dahiller;
Yoksa başka bir din/amaç tarafından anlamlandırılan, değerlendirilen, kategorize edilen ve yeri tayin edilenden midirler?..
İlerleyelim: Doktriner olarak İslam, Allah’ın kabul edeceği tek dindir. Bu temelde inanç unsurlarıyla toplumsal hayatı bütünleştirmiş, bunu da tarih içinde inananları eliyle gerçekleştirip modelleştirmiş bir dindir.
İslam, zaman mekan ve şartlarla kaim olmayan, sabit ilkeleriyle zaman içinde değişenleri düzenleyip tarih içinde yoluna devam eden, kendi gerçekliğinin şahitliğini ‘vasat ümmeti’ ile sürdüren bir dindir…
Bu inanç ve bilgi sistemini pratik olarak gerçekleştiremediği için kendine has yerde duramayan, günümüz realitesi içinde bocalayıp kendisi olamayan Müslümanlar için ne diyebiliriz?
Sorunun iki cevabı olabilir: İlki, mevcut küresel dini düşünce ve onun pratiği içinde, bu din tarafından tayin edildiği yere razı olan;
Bu razılık dahilinde işgal ettiği yerini/pozisyonunu genişletmek için çabalayan türde bir Müslümanlık.
Ki bunların dili, maddi gerçeklik tarafında mevcuttaki evrensel dildir. Manevi tarafta ibadet ve ahlak dilidir. Pratikte referansları ve modeli reel politiktir. Maslahatçı, pazarlıkçı ve uzlaşıcıdır.
İkincisi, kendine biçilen yere değil, yerin genişliği darlığına değil, kendine yer biçenin tayin edici olmasına itiraz eden, dolayısıyla varlığını ona yer biçmek için anlamlandıran, konumlandıran Müslümanlık.
Bunların dili İslam’ın dili, referansı sünnet, son modeli asr-ı saadettir. Bu zeminde mücadelecidir. Bu çatışmada uzlaşıcı değildir…
Soruyu şimdi soralım: Müslümanları nasıl bilirsiniz? Ellerinde kitap olan semitik milletlerden biri mi, peygamberini takip edenlerden mi?
Bunlar neyi ile sabıkalıdır? İnsanlar arasında nerede yer tutuyorlar?…
Bir şeyin doğru yahut yanlış olduğunu neyle değerlendirir, neye bakıp ölçer biçeriz?
Elbette, o şeyin kendisini ait hissettiği, refere ettiği, bağlılık bildirdiği, meşruiyet sağladığı şeyle. Onun doktrini ve pratiğiyle.
Çağlar, nesiller, şartlar değişse de, insanlar içinde hakkın şahitleri olması istenen bir grubun varlığı desek, Kur’ani hakikate işaret etmiş oluruz.
Hakikat neye işaret ediyor: İnsanlar genelde sapkın, gazaba uğratacak hal ve yol üzerindeler.
Hala soyuttayız. Şahitlikten yola çıkalım: Nedir bu, neyin şahitliği?
Elbet bir hesap gününe dair korkutma ve müjdeleme. Dolayısıyla dünya hayatının, bu hesap gününe göre düzenlemesinin gerekliliği.
İyi de bu nasıl bir şey? Nasıl gerçekliğe dönüşüyor?
Mücadeleci olmakla uzlaşıcı olmayı nasıl ayıracağız?
Uzatmadan, doğruya dair bir modelle bitirelim:
Şuayb (s)’ın kavminin niteliği, ileri gelenleri ve liderlerine tabi halleri ile bugün bizim dünyanın en göze batar gerçekliğiyle örtüşür.
Onun kavmi belli ki ‘kapitalist’ münasebetler içinde. Vurguncu, soyguncu tüccar bir azınlık var, tefecilikle ahaliyi pıstırmış, kazanç biriktirme ve harcamada ölçüyü bozmuş, kapitalist gibi düşünüyor, kapitalist gibi yaşıyor.
Şuaybs (s) onlara ne diyor, onlardan ne istiyordu da, ona ‘bundan vazgeçmezsen seni ya öldürür yahut sürgün ederiz’ diyordu.
Allah bu kıssayı, bu şahitlik modelini bize niye nakletti? Benzer zamana ve şartlara çatarsanız Şuayb gibi olun diye.
Liberal içkin tanrı buyruğu insanlar arasında yaşam tarzı olmalı ki, kapitalist değerler içinde yapılanlar, Müslümanlar da dahil nefislerin hoşuna gidiyor olmalı ki;
Şuayb (s) artık Müslümanlara yabancı? Dili ile de hali ile de!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *