Aydınlanmış aydın ve entellektüeller, kendi geri kalmışlığının, bilim ve teknoloji fukaralığının, pozitivist cehaletinin ve hukuksuzluğunun, velhasıl her kötülüğün sebebini dine bağladılar. Bu tutumlarını halen de sürdürüyorlar.
Hüseyin Alan
Aydınlanmış entellektüel mi, aklı yüceltip otorite yapan filozof mu, universal sitede üretilmiş bilimsel bilgiyi tek doğru yapmış akademisyen mi desek;
İktidarın ve sermayenin sponsorluğunda sistemin gardiyanlığını yapan aydın mı, medya mensubu mu, sanatçı mı, ilahiyatçı mı, politikacı mı desek ne desek, bilemedim!
Bunların tümü, masum/nötr bakıldığında evrende, varlık aleminde, toplumda ve doğada dolayısıyla sosyal hayatta, ilişkilerde ve değerlerde,
Değişim denen şeyin kaçınılmaz olduğunu bilir, toplumu ve insanı daha iyi ve güzele ulaştırma niyetiyle çabalar; amma şeytani amma rahmani istikamette.
Dolayısıyla mevcuda, eskiyene karşı muhalif olup eleştirel yaklaşır, yenilik taraftarı olur. Bu sebeple eski bilgi, anlayış ve tavırların, sosyal hayatta kurulan türlü ilişkilerin yenilenmesi için mücadele eder. Bu sebepten;
Mevcudu ayakta tutan iktidar sınıfı ve ona meşruiyet sağlayan bilgiye ve temsiline karşı olur, çatışır…
Batıda monarşilerin yıkılıp cumhuriyetlerin kurulması büyük bir değişimdi. İnsan değişti, toplum değişti; iktisadi ve siyasi sistem değişti. İktidar sınıfı değişti.
Değişimin bir önceki kompartımanında dünyaya bakış değişmiş, bilgi üretim biçimi değişmiş, varlık alemiyle kurulacak ilişkiler değişmiş, değerler sistemi değişmişti…
Batıda başlayan, Batı tarihine ve sosyolojisine has olan bu değişim sürecinde kilise/din ile akademi/aydınlanma karşı karşıyaydı. Yalnızca aklı yücelten aydınlanmacı ile vahyi yücelten ama aklı da değersizleştirmeyen ilahiyatçı, bilginin üretim biçimi ve değeri hususunda kapıştı.
Nihayetinde kaybeden iktidar sınıfıyla beraber din de kaybetmişti. Çünkü yeni kurulan iktisadi sosyal ve siyasal hayatta dine, dini bilgiye, dini çözümlere yer yoktu.
Burada dikkat çeken husus şudur:
Değişim sürecinin mimarları olan aydın ve entellektüellerinin muhalefeti ve eleştirisi, dine ve kiliseye karşıydı.
O değişim neticelendiğinde o muhalefet ve eleştiri hedef yeniledi; toplum yapısına, aileye, kamusal yarara, otoriter kurumlara ve merkezileşmiş devlet ve iktidara karşı devam etti.
Bunlara göre bireyin özgür olmasının, haklarını korumasının önündeki engeller bunlardı…
Bize gelince…
Batıda başlayan değişim Batıda kalmayıp tüm dünyaya yayılınca, değişimin rüzgarı ve batının askeri galibiyetleri, diğer dünyalılarda olduğu gibi Osmanlı aydınlarını ve entellektüellerini de etkisi altına aldı.
Hürriyet, eşitlik, kardeşlik, adalet, seçim, parlamento, istişare ile karar alma vs talebiyle saltanat rejimine muhalif olundu, sultanlar eleştirildi; hilafsız küllüsü cumhuriyet taraftarı oldu.
Küllüsü derken, bu süreçte ‘din terakkiye mani’ deyip İslam’a karşı olan Batıcılar ve laiklerle, ümmet toplumu ve İslami idareye karşı milli toplum ve milli devlet isteyen milliyetçilerle, Batının tekniğini ve bilimini alalım ahlakını değil diyen İslamcılar aynı safta buluştu.
Abdülhamid devrinde modern projeye göre gerçekleşen batı tipi merkezi/kutsal devlet anlayışı, cumhuriyet kurulduğunda homojen toplum, tek dil, eğitim ve hukuk yapısıyla kemale ermişti.
Saltanat rejimi yıkılıp cumhuriyet kurulduğunda herkes hürriyete kavuşmuştu; muhalefet bitmiş, eleştiri ortadan kalkmıştı.
Artık herkes eşit ve özgür yurttaştı. Babadan oğula geçen sultanlık gitmiş, seçimle gelip istişare ile karar alan yönetim sistemi kurulmuştu.
Sonrasında, hiç olmazsa fikir namusu taşıyan Batılı aydınların yaptığı ekonomik sistem, modern/homojen toplum ve siyasi iktidar eleştirisi, burada tümüyle dine yöneldi…
Laikler ve Batıcılar, Batının ortaçağda bıraktığı kiliseye ve dine karşı olan muhalefetini İslam’a karşı sürdürdü. Milliyetçiler, milli kimliğin bir unsuru olarak dine yer ayırdılar.
Aydınlanmış aydın ve entellektüeller, kendi geri kalmışlığının, bilim ve teknoloji fukaralığının, pozitivist cehaletinin ve hukuksuzluğunun, velhasıl her kötülüğün sebebini dine bağladılar. Bu tutumlarını halen de sürdürüyorlar.
Bu kesim cumhuriyete, yoksulluk ve sefalet üreten iktisadi sisteme, eşitsiz ve adaletsiz toplum yapısına, iktidara göre şekillenen ayrıcalıklı hukuk düzenine, gerici eğitim sistemine, velhasıl olumsuzlukların en temel sebebi sayılan merkezi/kutsal/tanrısal devlet yapısına hiç muhalif olmadı, eleştirel yaklaşmadı..
İslamcılar, en az laikler kadar cumhuriyetçi, merkezi/kutsal/tanrısal devletçi oldular. Seçim vardı; millet iradesi tecelli ediyor, istişare ile karar alınıyordu. Egemenlik milletindi.
Burada dert, o da iktidar sınıfından uzak kaldığı dönemlerde, millet-devlet kaynaşmasının olmadığıydı.
Bu kesim, sanayileşememenin, ilerleyip kalkınamamanın, bilime ve teknolojiye ulaşamamanın, yoksulluğun ve sefaletin, geri kalmışlığın ve kentleşememenin sebebini dini anlayışta ve uygulayışta gördü.
Dini yeniden anlama ve yorumlama hikayesi buradan çıktı. Kaynağa yahut öze dönüş denen şeyde buradan beslendi. Çünkü yarış materyalist dünya görüşü kulvarındaydı.
Artık tarih sıfırlanabilir, din yeniden icat ve inşa edilebilirdi. Çünkü değişimin önünde duran eski dini bilgi ve pratikti. Medreseydi, ulemaydı.
Bundan dolayıdır ki bu kesimde muhalefet ve eleştiri diye yüceltilip durulan şey, dine, dini metinlere, dini anlayışa ve dini birikime yönelmekti.
Madem bizi geri bırakan, cahil yapan, yoksul ve ezik tutan şey eski dini anlayış ve uygulayıştı; adaletsizliğin, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun ve zulmün sebebi de o olmalıydı.
O halde dini anlayışı yenilemek, İslam’ı yeniden yorumlamak, dinde reform yapmak gerekirdi. Bunun için muhalefet ve eleştiri dine karşı yapılmalıydı; devlete, iktidara, topluma, ekonomik ve sisyasi sisteme değil.
İnsan hakları, kadın hakları, birey hakları, etnik haklar, modern eğitim hakları, laiklik, demokrasi, kamusal alan hakları, özgürlük vs bu anlayışın ürünü olarak keşfedilebilir; Kur’an’da alası bulunabilirdi…
Haklarını vermeli; bu ülkede toplum ve sistem eleştirisini yalnızca solcular yaptı. Siyasi muhalefeti onlar gösterdi. Fakat bunlar paradigma içi muhalifti, modern çağın ideolojik bir versiyonu olarak paradigma dışı değildi.
Diğer yandan, ‘Müslümanlardan da sistem eleştirisi yapıp nitelik ve meşruiyet bakımından muhalif olanlar çıktı, Ercümend Özkan gibi;
Bunlar, bir elin parmak sayısını geçemedi ama bu muhalefet paradigma dışıydı. Bu sebeple de kavranamadı.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *