“Balık baştan kokar demişler, yüzlerce yıllık tecrübedir. ‘Karının dini kocanın dini’dir bu sebeple, ‘şefin dini kabilenin dini’ oldu bu yüzden. Gücü gücü yetene misal. Azıcık imkan ve güç bulanlar kendinden üsttekine secde eder, alttakine Firavunluk..”
“Sen Kimsin Ya!”
Hüseyin Alan
Bir kaç gün önce Balıkesir civarında rutin bir polis kontrolü oluyor, çevrilenlerden birisi “yarbay”mış.
Asayişten, huzur ve güvenden sorumlu, şu sıralar sağlıkçılar gibi ön cephede “savaşan”, vazifesi için titizlik gösteren, işinin gereğini yapan, sorumlu ve yetkili polis memuru ile “kontrol etme cüretinde bulunduğu “yarbay efendi” arasında geçen konuşma TV’lerde, sosyal medyada yayımlandı.
Tablo bir yanıyla “iğrenç” diğer yanıyla Türkiye’de hayatın kültürel gerçeğini, işlerin nasıl yürüdüğünü gösteren ve hatırlatan bir gerçeklik. Ülkece o gerçekliğe bu manzarayla bir kez daha şahit olduk..
Uzatmadan, sıradan polis sorularına karşı verilen cevaplar listesi şöyle:
“Sen kimsin ya.. Maaşın kaç para.. Ederin kaç para.. Bana karşı bağırma, sesini yükseltme.. Şurda yaptığın iş ne senin, neyimi kontrol ediyorsun benim.. Aramızda kaç gömlek var.. Ben askerim, yarbayım ben yarbay.. Sen askerlik yapmadın mı..”…
Kırşehirli, hemşehrim, bir zamanların meşhur politikacısı Osman Bölükbaşı’nın bu gibi durumlar için enteresan bi benzetmesi vardır.
Önce bi izah. Buğday tarlasını, ekili buğday filizlerini, filizlerin başındaki başakları bilirsiniz. Her bir filizde bir başak vardır. Her başakta buğday taneleri.
Mevsim iyi gelmiş, bakımı da iyi yapılmış buğday ekili tarlada bir başağın içinde 70 kadar buğday taneleri olur. Taneler dolgundur. Tersi durumda başakta tane ya hiç olmaz ya da zayıf bir kaç adet olur.
Bölükbaşı diyor ki: Yarım dindar ve bilgin, sonradan görme zengin, hak etmediği rütbeye sahip olanlar, boş başak gibidir; “içi boş olduğu için dik durur.” Gurur, kibir, ukalalıktan temsildir.
Oysa hakiki Müslüman ve ilmine vakıf alim, atadan gelen görgülü zengin, rütbesini hak edenler “dolu başak gibidir, eğik dururlar.” Çünkü içleri doludur. Bilgelik, hikmet, tevazu, had bilmekten temsildir..
Kudretli generaller gördü bu ülke, tipik üçüncü dünya ülkeleri gibi. Onlar milletin “efendisiydi.” Sömürge valileri gibiydiler.
Nevzat Tandoğan onlardan biriydi. Ankara valisi ve belediye başkanı iken birilerine “Ey öküz anadolulu, vatan kurtarmak sana mı düştü, sen git tarlanı ek biç bize vergi ver, askere çağırdığımız zaman da gel..” buyurması hatırlardadır.
Bunların başı milletin “atası” yapıldı, bir ataya ihtiyaç vardı ve yaratıldı: O, bu milleti yeniden “yaratmıştı.” Şairler, romancılar, bürokratlar, eğitmenler onu “tanrı” yapmıştılar..
Devran döndü bu defa “sivil” generaller geldi “başa.” Söylem ve tavırda bi değişiklik olmadı:
“Ey Filan, sen kimsin ya.. Senin karatın kaç.. Kimse kudretimizi ve öfkemizi test etmeye kalkmasın.. Cumhurbaşkanı eleştirilebilir mi.. Ben milletvekiliyim sen kimsin.. Ben devletin valisiyim, belediye başkanıyım haddini bileceksin.. Ben şuranın başkanı buranın lideriyim, şu kadar üyeyi temsil ediyorum sen kimsin.. Sen benim kim olduğumu bilir misin: Ben vekilim, profosörüm, yargıcım, müdürüm, sanatçıyım, sporcuyum, muhtarım, ülkeyi temsil ediyorum sen de kimsin.. Benden bi tane var senden milyonlarca, haddini bileceksin.. Ben şunun oğlu bunun kızıyım, şimdi görürsün gününü..” Uzatmayalım:
Sıralama itibarıyla, kademe kademe, sosyo politik ve ekonomik temelde hiyerarşik dizilişe göre, herkes herkesin “tanrısı”, herkes herkese “kul” bu ülkede. Her totemin tabuları var..
Sümer kültürü, geleneği ve medeniyeti bu. Yani dini. İran, Grek, Roma, Osmanlı mirasıyla taşındı durdu.
Nemrutlar, Firavunlar, Şahlar, Tiranlar, Sezarlar, Sultanlar; resmi sivil generaller diyarı oldu buraları. Tarihsel bellek ve kimlik ruhu bu, bedenden bedene hulul ediyor ve girdiği bedene mutasyon geçirip yaşıyor.
Oysa Hz. İbrahim geldi geçti bu diyardan; Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed gibi çığır açan peygamberler gelip gitti. “Kırın şu boynunuza ve aklınıza vurulan zincirleri” dediler, yol gösterdiler. Kula kulluğu bitirdiler. Tek ilaha ve rabbe kulluğu öğrettiler. Şeref ve izzet kazandırdılar.
Ama çok sürmedi, o eski ruh, putperestlik ve paganizm ruhu onların öğrettikleri dinin içinde mutasyon geçirip yeniden canlandılar, akılları ve bedenleri yeniden ele geçirdiler..
Balık baştan kokar demişler, yüzlerce yıllık tecrübedir. “Karının dini kocanın dini”dir bu sebeple, “şefin dini kabilenin dini” oldu bu yüzden. Gücü gücü yetene misal. Kudretince imkan ve güç bulanlar, kendinden üsttekine secde eder, alttakine Firavunluk..
Şüphesiz kadim bir kültürdür, dindir, evvelden beridir sürer gelir. Ama bu kültürün bizim taraftakinin en son son örneğini bir yerden başlatmak gerekirse en yakından, cumhuriyet ve cumhuriyetçilerden başlatırsak:
Kendileri aydınlanmış, modern insan tipi olmuş, modern eğitimi baş tacı etmişlerdi. Rasyoneldiler. Eleştirel hümanistlerdi. Akılcı ve bilimciydiler.
Halk ise cahil ve köylüydü, geri kalmıştı. Gerici ve yobazdılar. Ve dahi yeni gelişmelere “düşman.” Bunların “adam” edilmesi lazımdı. Tarih “Mesih” olma sorumluluğu yüklemişti bu akla, bilgiye, zümreye. Böyle düşündüler. Böyle davrandılar.
Biri birini besledi, biri birine benzedi gelip gidenlerin. Oysa başa gelenler galibine, Batılı efendiye aşık olmuştu. Batılı, kolonyalizm döneminde kendinden olmayanları aşağılamış, insan yerine koymamıştı. Yönetilmeye muhtaçtılar. Bu Batılıyı taklit edenlerse kendi ülkesindekiler için aynısını düşündü ve yaptı.
“Boş başak bunlar, içleri boş. İçleri dolu olsaydı böyle mi olurdu?”
(Huseyinalan.com)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *