“Müslümanların da tam olarak devletçi oldukları bu devrede, yine batılılar eliyle, mevcut devlet yapılanmasının yapısal olarak değişikliğe uğratılacağı, toplumsal modelin değişip başkalaşacağı şartlar gelişti.”
Canım Cennet İstiyor Ama..
1:Erzurumlu, kötü yaşanmış bir hayattan sonra yaşlanıp ölüm döşeğine düşmüş. Oğulcağızı, babasını iyi bir adam olduğu için cennetlik olacağı telkini ile teselli etmeye uğraşıyormuş.
Nasıl bir hayat yaşadığını bilen baba oğula ‘canım cennet istiyor evlat ama günahlarım bırakmıyor’ diye cevaplamış.
‘Müslümanlar’ olarak devlet denenin gerek toplumla gerekse dinle ilişkisi bağlamında, onun kendi başına bir ilke ve amaç olduğunu, özerk ve otonom bir yapı olduğunu kavramaya; ‘külli şey’in kadir’ olduğunu sanmaya tam başlamıştık ki, bildiğimiz devletler ölüm döşeğine düştüler..
2: Batıda devlet, eskiden mavi kana sayalı bir hanedanlıktı, krallıktı. Kutsaldı. Seküleri olsun Kilise dayanaklısı olsun mutlak itaat makamıydı. Sorgulanamazdı.
Batı toplumsal ve kültürel tarihi, statü ve imtiyazlı olanlarla olmayanlar kategorisinde ayrışmış sınıflı bir toplumsal yapıya dayalıydı.
Rönesans ve reform çağından ve aydınlanma döneminden sonra ortaya çıkan ‘rasyonel insana’ ve ‘eleştirel akla’ geçişi temsil eden ‘modern çağda’ devlet,
Toplumsal sınıflar arasında bir denge, menfaat paylaştırıcısı bir kurum olarak yeniden doğdu ve yapılandı. O sebeple dünyanın o yakasında kutsal devlet inancı tarihte kaldı.
Bu değişikliğe bağlı olarak söylenmeli ki Batıda, bürokratik diktatörlük dışında siyaset esnafı diye ayrı bir sınıf, hazineden beslenen iş adamlığı diye bir yapı oluşmadı. Orda herkes kendi işine bakar. Hiç biri kendisini vazgeçilmez saymaz. Kilise dahil hiç bir kurum veya temsilcisi mehdilik misyonuna soyunmaz..
3: Müslümanların toplumsal ve kültürel tarihi farklı gelişti. Peygambersiz başlayan tarihlerinde, bir tek raşit halifeler dönemi hariç, tarihleri boyunca devletlerle başı hiç hoş olmadı.
Dünyanın bu yakasında siyaset sınıfı hariç toplumsal sosyal sınıflı bir yapı, toplumsal kategoride hiç olmadı.
Devletler, dinden bağımsız bir siyasi güç olarak organize olmuş hanedanlık, sultanlık, şahlık, imamlık ve emirlikler şeklinde ayrıca yapılandı.
Bu günkü şartlarda olduğu gibi her şeye, her yere hükmetmeselerde devletlülerin önceliği doğal olarak kendi iktidarları ve bekalarıydı. Gerisi teferruattı.
Bu gelenek ve kültürde Müslümanlar, devletten bağımsız olarak cemaatleşme şeklinde örgütlendiler. Can ve mal emniyetini devlete bıraktılar. Akıl, nesil ve din emniyetini kendileri muhafaza ve müdafaa ettiler. O sebeple hukuk, eğitim, iktisat, sosyal ve kültürel hayat, İslam ahlakı üzerine düzenlendi.
Bu uyuşmada devlet baktı kendi işine, diğer tarafa müdahale etmedi. Cemaatler baktılar kendi işlerine, diğerinin işine müdahil olamadılar. Olmaya çalıştıklarındaysa güçleri yetmedi..
4: Bu bir laiklik miydi? Hayır. Kendine has bir model olup laiklik değildi. Laiklik, hükümranlık işinde devletin tek kalmasıdır. Dini de yönetmesi, hükümranlığı altına almasıdır. Dini alanı ve işleri de kendi egemenliği altında tutmasıdır. Dolayısıyla bilindiğinin aksine din devlet ilişkilerinin ayrışması değildir.
5: Batılıların, tüm dünyayı siyasi, hukuki, iktisadi ve kültürel olarak değişmeye zorladıkları modern çağa geçişte, Müslüman toplumların devletle kurdukları ilişkilerde esaslı değişiklik oldu. Yeniyi kuramadıkları gibi eski pozisyonlarını da koruyamadılar; diğerleriyle eşit yurttaşlık statüsünde yeni bir toplumsallığa boyun eğdiler.
Devletse, şeklen değişmek zorunda kaldı fakat özünde, eski kutsallığını, merkeziliğini, tek itaat merci olmaklığını korudu.
Bu sebeple Batıdakinin tersine her işe ve her şeye karışan, herkesin de her şey ve her iş için müracat ettiği obez bir devlet ortaya çıktı.
Devlet toplum, devlet din ilişkisindeki bu geçiş bazen zorla bazen ikna yöntemiyle yol alsa da artık ‘devlet esas gerisi teferruat’ şeklinde beliren Sümer, Arap, Türk, İran, Bizans devlet ruhu, yeni devlet bünyesinde yeniden var oldu.
Müslümanlar, yaşadıkları coğrafyada pıtır pıtır oluşan yeni devlet şekline uyum sağlamada zorluk çekse de eni sonu benzer devlet yapısını taklit etmekte, dinen meşrulaştırmakta mahzur görmediler.
Müslümanların iktidara geldikleri devletlerde, devletin yapısını ve niteliğini değiştirip dönüştürmek bir yana, toplumsal model olarakta endüstri toplumunu ihya ettiler. Dolayısıyla mevcudun içinde yalnızca iktidar olmakla iktifa ettikleri görüldü.
6: Başa dönersek, Müslümanların da tam olarak devletçi oldukları bu devrede, yine batılılar eliyle, mevcut devlet yapılanmasının yapısal olarak değişikliğe uğratılacağı, toplumsal modelin değişip başkalaşacağı şartlar gelişti. Bu şartların kavramasını beklemek doğal değildi.
Dolayısıyla Müslümanların hem bu yeni değişimi kavraması hem de yeni duruma göre hazırlıklı olup ne yapacağına karar vermesi de doğal olmayacaktı. Tam da şimdiki eskiye alışmışken.
Corona virüsü sebebiyle bir kez daha görüldü ki bu yakada devlet-toplum ve devlet-din ilişkisinde devlet merkezli bir toplum ve siyaset nihai noktaya gelmiştir. O sebeple bu meselede dahi tüm beklentiler devletten umuluyor.
7: Yeni durumun ne getireceğini anlamak isteyenler, yalnızca doğru tarih okuması yapabilenler, tarihsel ve toplumsal dönüşümleri sebepleriyle birlikte kavrayanlar ve ellerinde bir tarihsel modelleri olup ona göre izah getirebilenler olacak.
Müslümanların kendi tarihlerinden kopup Batılı tarihe eklemlendiğini düşündüğümüzde, bu yeninin, eskinin tekrarı olmayacağını söylemek icap eder.
Kıssadaki hisseye dönersek, keşke anlayabilseydik deriz, ölüm döşeğine düşmeden.
huseyinalan.com
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *